Konuşuyor Berfo Ana yıllar sonra. Bir asırı devirerek yaşlanmış bedeninin ardında dipdiri bir kafa ve ruhla. Otuz kusur senedir “sabah namazına kalmadan döneceğim” diyen oğlu döner diye kapısını kapatamayan o kadın: “ben çocuğumu isterim” diyor. “Kenan Evren dese ki kendini kurtaracak, ben anayım benim babam, ben Kenan Evren’i bırakmam” “Kenan Evren dedi ki bana, “senin çocuğun kaçtı” Benim çocuğum nereye kaçacak? Benim çocuğum. Gözleri bağlı. Elleri de bağlı, teeh!” hiddetle bağlıyor ellerini önünde Berfo Ana. Oğlunun, gözleri bağlanmış, elleri bağlanmış, dövülmüş, soğuk tazyikli sulara tutulmuş, ellerinin ve ayakların küçük parmaklarından bağlanmış, elektrik verilmiş oğlunun, çaresizliğini duyuyor. Belli ki biliyor olup biteni. Yaş doluyor gözleri. “Getirip bana teslim edeydin. Kenan Evren getirip bana teslim edeydin. Benim çocuğum öyle çocuk değildi ki, dilim dilim etti de parça parça etti de attı.” Tevekkül ve isyan içinde aynı anda. Aynı anda öfkeli. Aynı anda kahırlı. “Öldükten sonra, gözüm görmedikten sonra çocuğumu nerede göreceğim benim babam. Nasıl edeceğim.Bacı gardaş eşinlen barabar oturmuşlar istiyorlar. Ben kimden isteyeyim. Söyle bakalım. Ben kimden isteyeyim. Cevap versin!” Koca bir sessizlik, cevap yerine.
Cevap alamadığı otuz kusur yıl dindirmiyor acısını, Berfo Ana’nın acı ve kahır kapısı açık: “Sabaha kadar kapım açık kaldı. “Kaçtı!” Bir de sen söylüyorsun? Kulaklarındaki pamuğu çıkarsın benim karşıma çıksın. Kenan Evren dese ki ben kendimi kurtaracağım. Yok olmaz! Nasıl ki doğradı, nasıl ki attı nereye götürdü nereye attı. Gelip bana söyleyecek. Benim karşına çıksın. Benim oğlumu nasıl doğradı yine de getirsin. Ben evladımı isterim.” Diyor. Otuz yıllık acı dün kadar taze.

“Kardeşleri gelmişler benden istiyorlar. Gözyaşlarını siliyorum. Hangi birinin gözyaşını sileyim? Hangisine moral vereyim?” diyor Berfo Ana. Kardeşleri sesleri dinliyorlar. Kardeşleri kaba dayak işkencesini, falakadan, falakayı elektrik işkencesinden ayırt ederek yan duvarda, gözleri bağlı ve işkence içinde sesleri dinliyorlar. Dinliyorlar ve ayırt ediyorlar insan çığlıklarından hangi işkencenin yapıldığını. Duyuyorlar Cemil’in sesini. En yüksek perdeden. Yavaş yavaş sönüyor hayatın ışığı sesiyle beraber. Sonrası kötü yazılmış kötü sahneye koyulmuş bir oyun. Kardeşleri kahır içinde biliyorlar.

Karşısında bir başka insanın acısını duyabilecek bir insan evladı yokken, karşısındakilerin insafı yokken Berfo Ana duyuyor kuzusunu kaybeden koyunun acısını. Koyuyor kendini o koyunun yerine. “Koyun kuzusunu yitirdikten sonra ne diyecek?” diyor. “Meleyecek: Anan öle Cemil, anan öle Cemil, anan öle Cemiiil! Ne diyecek?” Sonra kendi kuzusunu bulmuş gibi bir an gelip geçiyor yüzünden “Ondan sonra kuzusunu görecek” diyor hayal gibi mutlulukla. Cemil’i kucaklar gibi oluyor o an. Yavrusunun kokusunu duymuş gibi oluyor. Sonra öfke ve kahır gelip yerleşiyor yüzüne bir kez daha. “Kenan Evren ne yaptıysa benim çocuğuma gene de getirsin versin. Başımı koydum toprağın üstüne. Hiç mi bunun insafı yok idi? Hiç mi yok idi?

“Getirip cenazesini versinler. Ben onunla beraber kara toprağa gireceğim. Yeter ki cenazesini versinler. Onunla beraber ben de uyuyacağım.” dedi sonra Berfo Ana yıllardır oğlunun gelişinin tıkırtısını duyamadığı için huzurlu uykulara dalamamış gibi. “Beni onun kemiklerini almadan gömmeyin” de dedi vasiyeti olarak. Belli ki gözlerini kapayamayacaktı oğlunun ölüsünü ya da dirisini görmeden. Öyle de oldu: bizi bırakıp gitti bu dünyadan; gözleri açık, vebali oğlunun katillerinin ve hesabını soramamış bizlerin üzerine bırakarak.

Birgün-Bilge Seçkin Çetinkaya