Sinan Onuş

 MİT Kanunu’ndaki bu değişiklik teklifi basın üzerindeki “sansür” tartışmalarını da beraberinde getirdi.

Son dönemde idarenin dışında mahkemelerin de çok sık başvurdukları yayın yasağı kararları, adeta “normal bir uygulamaya” dönüştü.

Deniz Feneri’nden Musa Anter davasındaki JİTEM listesine, Şike soruşturmasından Reyhanlı patlamalarına, 17 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının ikinci dalgasından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çalışma ofisindeki dinleme cihazlarına ilişkin soruşturmaya, MİT’e ait olduğu öne sürülen TIR’lara ilişkin soruşturmaya kadar daha birçok dava ve soruşturmaya gündemde oldukları dönemde yayın yasakları getirildi.

Aslında çok bilinmeyen dava ve soruşturmalarda da mahkemeler “yayın yasağı” kararına oldukça sık başvuruyor.

“Bir an önce şeffaflaşılması gerekiyor”

Yayın yasakları, basın kuruluşları tarafından nasıl değerlendiriliyor?

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Turgay Olcayto, bunu “sansür” olarak niteliyor. Olcayto, “Yasaklama olunca halk ne olduğunu bilemiyor ve fısıltı gazetesi işlemeye başlıyor. Yasak konulmasa bunun önüne geçilecek” diyor.

Fısıltının, olayları devletin aleyhine döndürdüğünü ileri süren Olcayto, uzun bir süredir kamuoyundan bilgi saklandığını söylüyor.

Basın özgürlüğünde Türkiye’nin durumunu anımsatan Olcayto, “Bir an önce bunlardan sıyrılıp demokrasinin gerektirdiği şefaf yayın moduna dönmesi lazım diye düşünüyorum” diye konuşuyor.

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Genel Başkanı Ahmet Abakay da “daralan ve kıskaca giren bir medya” olgusu ile karşı karşıya olunduğunu belirtiyor.


Abakay, “Gizli belge meselesi çokça tartışılıyor. Hırsızlık, yolsuzluk varsa gazeteci için gizli belge yoktur. Onun işi, bu belgeyi alıp kamuoyunun bilgisine sunmaktır. Ölçü ise doğru olmasıdır” diyor.

Yayın yasaklarında, kamu güvenliğinin yanı sıra daha çok “özel hayatın gizliliği” öne çıkıyor.

Gazetelerin davalarla ilgisi olmayan özel görüşme ya da belgeleri yayınlaması ise uygulamaya gerekçe olarak gösteriliyor.

Basının da çuvaldızı kendisine batırması gerekmiyor mu?

TGC Başkanı Turgay Olcayto, her şeye rağmen yayın yasaklarını haklı bulmuyor ve “Bu, siyasilerin medyayı kutuplaştırmasından kaynaklı bir olgu ve yalnız gazetecilerin sıkıntısı değil. Bir yerlere yaranmak için cımbızlama yapılıyor ve gazeteci olmayan birtakım insanlar da gazeteciliğe sıvandılar. Diğer yandan TIR’lar ve Suriye meselesi hala açıklığa kavuşmadı” diyor.

ÇGD Genel Başkanı Ahmet Abakay, hakaret ve özel hayata saldırı varsa dava açılabileceğini belirtiyor “Ama gazeteci gizli belgeyi yazamaz diyemezsiniz” diye tepki veriyor.

Gazetecinin evrensel basın ilkelerine uymasını gerektiğini anımsatan Abakay, “Basın, etik kurallarını kendi içinde tartışır ve çözer. Çözmeyenler de açığa çıkarılır. Basına sansür uygulayıp ‘bunlar özel görüşmem’ diyemezsin” diyor.

Yasağın yargı kararıyla alınması, uygulamayı meşrulaştır mı?

Hukukun Üstünlüğü Platformu Başkanı Avukat Cahit Özkan ise tüm özgürlüklerde olduğu gibi bu yasakları da “güvenlik-özgürlük dengesinde değerlendirdiklerini” söylüyor.

Düzenlemelerin, haber alma hakkını ortadan kaldırmaması gerektiğini berten Özkan, “mahkemeler karar veriyor diye yayın yasağının hukiki olduğu anlamına gelmediğini” kaydediyor. Diğer yandan, ses kayıtlarının medyada kullanılmasının da hukuka aykırı olduğunu ve kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirtiyor.

Özkan, “Soruşturmada gizlilik varsa yayın durdurma kararı alınabilir. Bu, dosyada gizlilik kararı dışındaki hususlarla ilgili yayın yapamayacağınız anlamına gelmez. Örneğin Deniz Feneri ya da başka davalarla ilgili tartışma yapılabilir medyada. Bu tartışmada dosyadaki gizli bilgileri ifşa ediyorsak bu, hukuka aykırıdır. Davanın tümüyle ilgili yayın yasağı getirmek hukuk devletiyle bağdaşmaz ancak bugüne kadar böyle bir uygulamaya tanık değiliz” diyor.