Rakel Dink´in sevgili eşi Hrant Dink´in cenazesinde yaptığı konuşma hemen hemen böyle başlıyor.

13 sene sonra aynı konuşma metni bir animasyon filmin eşliğinde ekrana yansıdığında, Rakel Dink´in sesi bütün salonu doldurdu. Salondaki kıpırtısız kalabalık hep birlikte sessizce 13 senelik acıyı içimize çektik. O acı 13 senelik olduğu halde, tartışmasız aynı tazelikteydi. Acının tazeliği 100 seneden fazla olan kahrı, elemi, kederi ve çaresizliği harmanlayıp ruhumuzun derinliğinden çıkardı. Derken ışığa yükselen derin acıda aşkın tınısını duyduk;

"...Yaptıklarını, konuştuklarını kim unutabilir sevgilim? Hangi karanlık unutturabilir sevgilim? Olmuşları, olanları kim unutturabilir? Korku unutturabilir mi sevgilim? Yaşam mı, zulüm mü, dünyanın zevkü sefası mı sevgilim? Yoksa ölüm mü unutturacak sevgilim? Hayır, hiçbir karanlık unutturamaz. Ben de sana yazdım aşk mektubunu sevgilim. Bana da ağır oldu bedeli sevgilim. Sevdiklerinden ayrıldın, çocuklarından, torunlarından ayrıldın, burada seni uğurlayanlardan ayrıldın, kucağımdan ayrıldın, ülkenden ayrılmadın."

Konuşmanın sonundaki "Ülkenden ayrılmadın." sözleri salonda kıpırtısızca oturan kalabalığı kendine getirdi. Kendine gelen kalabalıkta hemen herkes muhtemelen bu son sözlerdeki vurgudan başka bir sonuç çıkardı. Benim çıkardığım sonuç; yasa bulanmış kahırdı...

Aklıma, ölüm tehditlerine rağmen ülkesinden ayrılmak istemeyen Hrant Dink´in son makalesinde yazdıkları geldi;

".....Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz? “Ölüm-Kalım” dedikleri... Kolay bir süreç değil yaşadıklarım... Ve ailece yaşadıklarımız. Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu. Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında... O noktada hep çaresiz kaldım. “Ölüm-Kalım” dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım. İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı. Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı.“Gidelim” dersem geleceklerdi, “Kalalım” dersem kalacaklardı................. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce."

İçimden Hrant Dink´in 10 Ocak 2007´de Agos´ta yayınlanan son makalesiyle, Rakel Dink´in 23 Ocak´ta onun cenazesinde yaptığı "Sevgiliye Mektup" adlı konuşmasını sanki ikisi arasında geçen bir diyalogmuş gibi birleştirdim. İnsan-Mekan-Kimlik kavramlarını yeniden bu değerli iki insanın kelimeleri üzerinden anlamaya çalıştım.

İnsanın üzerine doğduğu mekanda -sırf etnik kimliğinden dolayı(!) yaşadığı baskı ve ona bağlı korku ne menem bir şey! Oysa bu baskı ve korkuya sebep olan tek dil, tek millet, tek din zihniyeti, sadece zorlama bir kurgu(!). Yok öyle bir şey...

Hrant Dink´i Anmak

Alte Feuerwache büyük toplantı salonunda artık gelenekselleşen Hrant Dink anması yine yoğun bir katılım ve büyük bir ilgiyle izlendi. Hrant Dink Forum Köln, Kulturforum Türkei Deutschland, Tüday, Deutsch-Armenische-Gesellschaft, Integrationsagentur der AWO Mittelrhein, Armensiche Gemeinde Köln, Multikultirelles Forum ve VHS Köln´ün ortaklaşa düzenlediği anma etkinliğine Armin T. Wegner-Gesellschaft da destek verdi. Etkinlikte biri animasyon olmak üzere Hrant Dink´e yönelik katliamı ele alan üç film gösterilirken, Nare Karayan ve Judith Hoffmann kısa bir müzik dinletisi sundular. Bu seneki konuşmacılar ise; Kulturforum Türkei-Deutschland´dan Osman Okkan´la birlikte ADK(Armenisch-Deutsche-Korrespondenz) editörü Dr. Raffi Kantian, Gazeteci-yazar Can Dündar ve yazar Doğan Akhanlı´ydı.

"Hepimiz Hrant´ız! Hepimiz Ermeni´yiz!"

Moderatörün sorularıyla yönlendirilen konuşmalarda ADK editörü Dr. Raffi Kantian kendisine günün anlamıyla ilgili ne hissettiği sorulduğunda şöyle cevap verdi:

Dr. Raffi Kantian

"Doğrusunu söylemek gerekirse Hrant Dink katliamıyla ilgili olarak bir çok resim gözümde canlanıyor. Hrant´ı 1996´dan beri tanıyordum. O sırada Agos daha çok yeniydi. Benden bir makale yazmamı rica etmişti. Yazdım ve daha sonra o makale yayınlandı. İstanbul´a her gitiğimde Hrant´ı ziyaret ettim. Her görüşmemizde de fikir alışverişinde bulunduk. Karizmatik bir yapıya sahipti. Kısa zamanda medyada dikkat çeken biri haline geldi. İkna edici bir konuşma tarzı vardı. Bu söyleyeceğimin yanlış anlaşılmasını istemem; Hrant Dink alışılmış manada bir entellektüel değildi belki, ama kalbiyle düşünen ve düşündüğünü anlaşılabilecek bir biçimde dile getirebilen az sayıdaki insanlardan biriydi. Bu da onun üstlendiği rolün önemini ortaya koyuyor.

Ölümüyle ilgili aklıma gelen, o gün yaptığım telefon görüşmeleri. Beni arayan insanların çoğunu tanımıyordum. İlk olarak kısmen tanıdığım bir üniversite öğrencisi aramıştı mesela. Bu kişi bana baş sağlığı diledi ve ardından Hrant Dink ile aynı görüşte olmadığı halde öldürülmesine çok üzüldüğünü belirtti. Daha başka insanlar da beni aradılar. Bunların çoğunu tanımıyordum ama hepsi sanki bir akrabam ölmüş gibi başsağlığı dilediler. Tabi öncelikle tuhaf bir duyguydu bu. Bir hafta sonra İstanbul´a gittiğimde, profesyonel Türk fotoğrafçılar Hrant Dink´i ve ona yönelik suikasti ele alacağımız bir sonraki sayımız için ADK´ya fotoğraflar sundular. Bunların ücretini karşılamak istediğimde bana ücret talep etmediklerini, fotoğrafları vererek Hrant için az da olsa bir şey yapmak istediklerini söylediler. Bu unutulabilecek bir şey değil tabi... Ama bu olayda beni en çok etkileyen, cenaze töreninde öne çıkan slogan oldu.

"Hepimiz Hrant´ız! Hepimiz Ermeni´yiz!"

Ancak bu slogan bazı çevreleri de şok etmiş olmalı ki, karşıt görüştekiler de başka bir slogan ürettiler, "Hepimiz Mehmetiz, Hepimiz müslümaniz". Tabi herkesin kendi versiyonu olabilir. Ama bana göre karşı görüşün ürettiği bu slogan biraz da onların çaresizliğini gösterdi.

"Bu bir devlet cinayeti. Devlet isterse çözer."

Can Dündar Hrant Dink davasıyla ilgili kendisine yöneltilen "Hukuki sürecin bir umudu var mı?" sorusuna şöyle bir vevap verdi:

"Ben umutla ilgili sorulara hep "Umudum var." diye cevap veririm. İlke olarak bu böyle. Ama şunu bilelim, bu bir devlet cinayeti. Devlet isterse cözer. Devlet istemiyor, çünkü sanık sandalyesine kendisinin oturması lazım. Ne zamanki biz devleti sanık sandalyesine oturturuz o zaman bu cinayet çözülür. Biraz önce filmde gördünüz, Agosun penceresinden konuşma yapan yüzleri; Nükhet İpekçi konuştu. Abdi İpekçi cinayeti bir devlet cinayetidir. Türkan Elçi konuştu, Ahmet Kaya´nın eşi oradaydı. Belki Fatoş Güney yarın konuşur. Bütün bu isimler sürgünde olsun Türkiye´de olsun, katledilen canına kıyılan insanların arkasında devletin çeteleri var. Ve ben şuna inanıyorum, Türkiye´de devletin izni olmadan, göz yumması olmadan, teşviki olmadan bütün o 62 insan ölmedi. Hiçbiri bireysel bir nefretle öldürülmedi. Hepsi örgütlü suçlardır. "

Bilindiği gibi Can Dündar da 2016 yılında adliyede davası görülürken canlı yayında silahlı saldırya uğramıştı. Türkiye´deki baski ortami buraya da yansıdığından Köln kentinde düzenlenen etkinlik güvenlik önlemleri alınarak gerçekleştirildi.

Haber: Soné Gülyan

Foto: Sanem Esanem

Köln, 20.01.2020