Nasıl Suriye casusu oldum?

Adı: Bashar Ja’fari…

Suriyeli…

Geçen hafta "Suriye casusu" olarak 27 yıl hapis cezası almama yol açan diplomat… Muhtemelen onun bundan haberi bile yok.

Şimdi size John le Carré romanlarına taş çıkaracak bu gizemli öyküyü anlatacağım. Bunun için, 5-6 yıl öncesine gitmem lazım.

2015 baharında, yayın yönetmeni olduğum gazetede çok önemli belgelere ulaştık. Türk İstihbarat Teşkilatı, görev tanımında olmamasına rağmen, illegal olarak Suriye’ye silah naklediyordu. Silahla yüklü TIR’lar, sınıra yakın bir yerde Türk jandarması tarafından çevrilmiş ve kasaları açılınca ilaç kutularının altında çok sayıda silah ve mühimmat ele geçirmişti. Bu illegal operasyon, devletin jandarması ile istihbaratçılarını karşı karşıya getirmişti. Devreye hemen dönemin Başbakan’ı Erdoğan girmiş, TIR’ları durduranları tutuklatıp silahların yoluna devam etmesi emrini vermişti.

Olağanüstü bir haberdi. TIR’ların durdurulmasını, içindeki istihbaratçıların indirilmesini, silah yüklü konteynırın açılmasını gösteren video elimizdeydi. Haberin Erdoğan’ı çok kızdıracağı kesindi. Yazı İşleri’nde, yayında "kamu yararı" olduğu inancıyla, bedeli ne olursa olsun haberi basmaya karar verdik.

Haberin çıktığı gün, gazete toplatıldı. Web sitesindeki video yasaklandı. Ertesi gün Erdoğan televizyona çıkıp "Bu haberi yapan kişi, bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu" dedi. 2015 sonunda savcılığa çağırıldım ve "hükümeti devirmeye kalkışmak", "terör örgütüne yardım", "devlet sırrını ifşa", "casusluk" gibi korkunç suçlamalarla tutuklandım.

Aslında suçlamalar, haberi teyit ediyordu. Yani istihbarat gerçekten, illegal olarak, Suriye’ye (orada savaşan cihatçı örgütlere) silah taşıyordu, ama bu bilginin "devletin güvenliği" açısından gizli kalması gerekiyordu. Bizden de gazeteci olarak bu sırdan haberdar olmamız ve yazmamamız bekleniyordu.

Hapis yatmama, silahlı saldırıya uğramama, işimden olmama, bütün mallarımıza el konmasına ve bugün Almanya’da sürgünde olmama yol açan süreç, böyle başladı.
Bizzat Erdoğan’ın ve emrindeki istihbarat teşkilatının şikâyetçi olduğu davada, terör örgütü bağlantıma, casusluğuma, hükümeti devirme çabama dair –tabii ki- delil bulunamadı. 2016 Mayıs’ında mahkeme, sadece "devlet sırrını ifşa"dan 5 yıl 10 ay ceza verebildi.
Ama bu, Erdoğan’ı tatmin edecek bir ceza değildi. Üst mahkeme, kararı aleyhime bozdu ve "Devletin güvenliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etmek…" suçundan da yargılanmamı istedi.

Suçlamayı okuyunca kravatıma iliştirilmiş mikro kamerayla istihbarat servisinin kozmik odasına girip görüntüleri kaydettiğimi sanabilirsiniz. Oysa görüntüler, açılan davanın dosyasındaydı. Ve "acemi bir casus" olarak bulduğum görüntüleri, yabancı istihbarat teşkilatına vermem gerekirken, gazetenin manşetine basmıştım.

Fakat mahkemenin elinde bir başka ipucu vardı.
Daha önce casusluğa dair delil bulamayan alt mahkemeye dosyayı iade ederken, "Bir mektup var. Onu bulun" dedi.

İşte benimle "Bashar Ja’fari" arasındaki bağlantı, o zaman ortaya çıktı. Hazırsanız, şimdi bu "büyük sırrı" sizinle paylaşacağım:

Dava dosyasına bakınca anladık ki, Bashar Ja’fari, Suriye’yi Birleşmiş Milletler’de temsil eden büyükelçiydi. 5 Haziran 2015 günü, yani gazetede haberimin yayınlanmasından 10 gün sonra, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne bir mektup yazıp Türk Hükümeti’nin Suriye’ye dönük faaliyetlerini şikâyet etmişti. Verdiği örnekler arasında, benim haber de vardı. Mektup muhtemelen Birleşmiş Milletler’in dosyasına kaldırılmıştı. Ancak tabii ki uyanık Türk hâkimlerinin gözünden kaçmamıştı.

Gülmeyin.

Mahkeme resmen Türk Dışişleri’ne yazı yazıp mektubun bulunmasını istedi. Dışişleri, Birleşmiş Milletler’deki Türk temsilcisine talimat verdi. Aylar süren yazışmalardan sonra, mektup bulundu, tercüme edildi. "Kanıt" olarak dava dosyasına konuldu.
Biliyorum inanması zor, ama yazdığım haberi gazeteden okuyan Suriyeli büyükelçinin, 10 gün sonra o habere atıf yapan mektubundan dolayı beni, "Suriye hesabına casusluk yapmakla" suçladılar.

O arada ilk yargılamada casusluktan ceza vermeyen dava hâkimi değiştirilmiş ve yerine muhalefetin "Erdoğan’ın adalet celladı" dediği bir yargıç getirilmişti. Bir anda yargı süreci hızlandı. Almanya’dan ifade vermem mümkünken bu talep reddedildi ve nihayet geçen hafta avukatlarımın protesto ederek girmediği duruşmada mahkeme, bu mektubu kanıt kabul ederek 27,5 yıl hapis cezası verdi. Mahkeme ayrıca hakkımda kırmızı bülten çıkarılması için İnterpol’e, iadem için Alman Hükümeti’ne başvurulmasını karara bağladı.

Neyse ki Türkiye’de hukukun nasıl çiğnendiğini iyi bilen Dışişleri Bakanı Heiko Maas, hemen bir açıklama yapıp "Hapis cezası, bağımsız gazeteciliğe vurulmuş sert bir darbedir" dedi. Alman Dışişleri de iademin sözkonusu olmadığını açıkladı.

Bashar Ja’fari Birleşmiş Milletler’deki görevinden yeni ayrıldı. Bir gün onunla tanışmak ve yazdığı mektup yüzünden başıma gelenleri anlatmak istiyorum.

Can Dündar Özgürüz websitesinin Genel Yayın Yönetmeni’dir. Türkiye’nin güncel durumu ile ilgili haftada bir Die ZEIT gazetesindeki köşesinde yazı yazıyor.