Yazar Thumann, bir yanda Kürt siyasi hareketiyle yürütülen “barış süreci” benzeri temaslar, diğer yanda CHP’li siyasetçilere yönelik sert yargı operasyonları arasındaki çelişkiye dikkat çekiyor ve Türkiye’de barışın “bölünebilir” olmadığını vurguluyor.

Die Zeit yazarı Michael Thumann, Erdoğan yönetiminin bir yandan Kürt hareketiyle barış görüşmeleri yürütürken diğer yandan CHP’li belediye başkanlarını ve muhalif siyasetçileri hapse atarak muhalefeti birbirine karşı konumlandırmaya çalıştığını yazdı.

İşte Die Zeit’te 'Birileri masada, diğerleri hapiste' başlığı ile çıkan o makale:

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, uzun vadede iktidarını sağlamlaştırmak için muhalefeti birbirine karşı oynamaya çalışıyor. Oysa barış bölünemez.

Erdoğan, siyasi sahnede farklı renklere bürünmeyi sever. Bir yandan Türk yargı makamları, muhalefete yönelik operasyonlarda hukuk devletinin son kalıntılarını da ortadan kaldırıyor. Öte yandan Erdoğan hükümeti, muhalefetin diğer kesimleriyle dikkat çekici bir “normalleşme süreci” yürütüyor. Peki bu iki eğilim nasıl bir araya gelebiliyor?

Hamburg Anayasayı Koruma Teşkilatı Deniz Çelik davasında geri adım attı
Hamburg Anayasayı Koruma Teşkilatı Deniz Çelik davasında geri adım attı
İçeriği Görüntüle

Bu hafta, “padişahın lütfuyla” hareket eden Türk savcılığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında yeni bir iddianame sundu. İstanbul yakınlarındaki Silivri Cezaevi’nde tutulan İmamoğlu için savcılar 2.000 yılı aşkın hapis cezası talep ediyor. Suçlamalar görevi kötüye kullanmadan yolsuzluğa uzanıyor; fakat gerçek neden, İmamoğlu’nun son derece popüler olması ve muhtemel bir cumhurbaşkanlığı yarışında Erdoğan’ı büyük ihtimalle yenebilecek tek isim olarak görülmesi. Zaten 2023 seçimlerinde de manipülatif davalarla adaylığı engellenmişti. Şimdi ise Erdoğan’ın ne kadar süre daha başkan olmak isteyeceği bilinmediğinden, onu “önlem olarak” 2.000 yıllığına siyasi arenadan uzaklaştırmak amaçlanıyor.

Erdoğan CHP’li belediye başkanlarını görevden aldırıyor

Erdoğan’ın “kendini ebedileştirme” projesi yeni değil. Bir süredir, 2024 yerel seçimlerinde ezici çoğunlukla belediyeleri kazanan ana muhalefet partisi CHP’nin belediye başkanları görevden alınıyor. Bu sonuçlara seyirci kalmak istemeyen iktidar, pek çok belediyede tasfiyelere girişti; çok sayıda CHP’li siyasetçi, seçim galipleri ve belediye çalışanları bugün cezaevinde.

İslamcılar ve milliyetçilerle kurduğu ittifakı korurken yeni müttefikler arayan Erdoğan’ın, bu kez –ironik biçimde– Kürt siyasi hareketine yöneldiği görülüyor. Kürtler elbette temkinli. Ancak yaklaşık bir yıldır hükümet ile pro-Kürt DEM Partisi, PKK ve cezaevindeki PKK kurucusu Abdullah Öcalan arasında tuhaf bir “barış süreci” yürütülüyor.

DEM heyetleri defalarca İmralı Adası’nda Öcalan’ı ziyaret etti. Öcalan, Şubat ayında PKK’ya “silah bırakma” çağrısı yaptı. PKK ise Mayıs ayında Türkiye’ye karşı askeri ve siyasi mücadeleyi sona erdirdiğini açıkladı. Ekim sonunda ise tüm silahlı unsurların tamamen geri çekileceğini duyurdu. Büyük olasılıkla Kuzey Irak’a geçecekler.

Kürtler “yumuşama” eleştirilerine tepkili

Pek çok Kürt, bunun karşılığında hükümetten somut adımlar bekliyor: güvenlik güçlerinin baskısının hafiflemesi, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınmasına son verilmesi ve siyasi temsilciler üzerindeki yoğun baskının kalkması… Güneydoğu’da seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınması o kadar yaygın ki, Kürt seçmenler artık ancak gerçek bir karşılık görmeleri hâlinde bu sürecin anlamlı olacağı görüşünde.

Ankara’da, Haziran’dan beri İmralı görüşmelerinde yer alan DEM’li Mithat Sancar’la konuşan gazeteciye göre süreç tersine işliyor: “İmralı görüşmeleri önceki barış süreçlerinin aksine, silahlı örgütün tasfiyesi ve silah bırakmayı birinci sıraya koyuyor” diyor Sancar. Ancak Kürt kamuoyunda haklı bir soru var: Türk hükümetinden somut hiçbir şey gelmezken bu süreç sonunda Kürtlere ne sağlayacak? Sancar, “Demilitarizasyon, demobilizasyon ve entegrasyon için gerekli hukuki çerçeve yok. Bu üç alanda hâlâ hiçbir adım atılmış değil” diyor.

Her şeye rağmen Türk toplumunun yüzde 70’i barış sürecini destekliyor. Ancak hükümetin samimiyetine duyulan güven oldukça düşük. Özellikle de CHP’li belediye başkanlarının tutuklanması ve seçilmiş yöneticilerin görevden alınması buna zemin hazırlıyor. CHP içinde ise hükümete yakınlaşma çabalarına yönelik şaşkınlık hâkim; bazıları Kürtlere yönelik “yumuşama”yı sert biçimde eleştiriyor.

“Barış ve demokrasi birbirine karşı oynanamaz”

Sancar bu eleştirileri reddediyor: “DEM Partisi, CHP ile dayanışma içinde ve hükümetin uygulamalarını eleştiriyor.” DEM’e “demokrasi için mücadeleyi bıraktığı” suçlamasının haksızlık olduğunu söyleyen Sancar, “Barış hedefiyle demokrasi hedefini birbirine karşı konumlandıramazsınız. Böyle bir tutum her iki hedefi de tehlikeye atar” diyor.

Ancak Erdoğan’ın planı tam da bu olabilir: Kürt seçmenlerin barış arzusunu kullanmak, aynı anda CHP’yi 2024 yerel seçimlerindeki zaferinden mahrum bırakmak. Bir yandan bazılarını cezbetmek, diğerlerini cezalandırmak… Hepsi, 2028’de dolacak olan görev süresini anayasaya göre öngörülen sınırın ötesine taşımak için.

Erdoğan bunu anayasa değişikliğiyle ya da daha “esnek” bir yorumla gerçekleştirmeyi hedefleyebilir. Bu noktada özellikle pro-Kürt milletvekillerinin oyları kritik. Böylece hem parlamentoda destek bulabilir hem de tarih kitaplarına “barış mimarı” olarak geçmeyi umabilir.

Barış masası ile cezaevi yan yana duramaz

Erdoğan’ın planının başarıya ulaşıp ulaşmayacağı ise tek bir şeye bağlı: DEM Partisi ile CHP’nin birbirine karşı oynanıp oynanamayacağına. Muhalefet bunun farkında—ve Türkiye’nin asla huzur bulamayacağını biliyorlar—birileri masada otururken diğerleri hapisteyken barış olmaz.

Barış, Erdoğan’ın varsaydığı gibi bölünebilir bir şey değildir.