Rahmetli annem meditasyon nedir bilmezdi. Ancak eline şişleri alıp kazak örmeğe başladığında iç dünyasında düşüncelere daldığını bilirdim. O sürede kendini nasıl hisstettiğini yüzünde beliren ifadeleri izlerken farkederdim. Bazan aklından geçen düşünceleri açığa vuracak bir şey söylerdi. "Ahhhh..." derdi, "yalan dünya...". Tabi ki o zamanlar çocuktum, ne kastettiğini anlayamazdım. Daha yeni yeni anlamaya başladım. Hakikaten biz anneler yalan dünyayı, yani görünen ve gerçek arasındaki uçurumu, hatta o uçurumun ne kadar derin olduğunu biliriz. Bunu bildiğimiz için de görünene aldanıp kendimizi başka insanlar gibi sahteliğin akıntısına kaptırmayız.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Bugün anneler günü. Ne mutlu bize ki senede bir günümüz var. Diğer günler sanki bizimki değilmiş gibi. Zaten değil...! Aslında anneler günü de bizim değil...! Hepsi "görünen" hepsi hikayeden ibaret, hepsi annemin dediği gibi yalan dünyanın içinde. Anneler günü de yalan.

Reklam filmlerindeki mutlu aile tablolarına bakın bi... Sonra anneyseniz kendi hayatınıza, değilseniz başka annelerin hayatına gözlerinizi çevirin. Aradaki uçurumu farkettiniz mi? Anneler günü hediyeleri, unutulmuş yaşlı ninelerin ziyaret edilmesi, politik demeçlerdeki bir kaç cümle, tv programlarında annelere özel sözler-şarkılar-şiirler, "elleri öpülesi annemmmm!!!" methiyeleri falan filan... Eee, onca güzel sözden sonra, annelerin zorlu hayatında değişen, onun işini kolaylaştıran bir şey var mı? Yok.

"O halde bırakın bu palavrayı !!..." diyesim geliyor sabah sabah.

Peki gerçek ne?

Bize annelikten-doğurganlıktan kaynaklı hiçbir hak tanınmazken, milyar tane "annelik görevinin" sırtımıza, omuzlarımıza yıkılması. Saçlarımızın her bir teline herbir sorumluluğun tek tek asılması. Ellerimizin kollarımızın ayaklarımızın bağlanması ve hatta bunlardan şikayet etmeyelim diye bir de sesimizin kısılması...

En kötüsü de bütün bu saydığım zulümlerin hepsi sadece bir cümleye bakar:

- Ama annesin sen...

Yani...?!

xxxxxxxxx

Daha dün akşam, hem yazar hem de öğretmen olan Alman bir arkadaşımla skypeden konuştum. 12 seneden beri iki oğlunun sorumluluğunu tek başına taşıyor. Bu gücüne rağmen kırılgan, ince, hassas ve son derece kibar bir kadın. "Yarın anneler günü" dediğimde "ya evet bak unutmuşum." diye cevap verdi. Ardından ekledi; "ben bazı kadınlar gibi anneliğin tadını çıkarabildiğimi sanmıyorum."

- Nedir anneliğin tadını çıkarmak? Zorlanmadan annelik görevini yerine getirmek. Mesela maddi kaygılar taşımadan çocukların ihtiyacını karşılayabilmek, zaman sıkıntısına girmeden onlarla zaman geçirebilmek, çocuklar hastalandığında ya da bir sorun çıktığında onlarla ilgilenecek ikinci bir kişinin, mesela bir babanın da var olması...vs. Çoğumuzun böyle bir lüksü yok. Ama beni asıl meşgul eden bu lüksümüz olmadığı halde bizden bu lüksümüz varmış gibi davranmamızın istenmesi. Hatta kendimizi çocuklarımıza adamamızın yani kurban etmemizin beklenmesi. Anneliğin kutsanması. İyi de neden? Anneliği kutsamak yerine şartlar iyilestirilse; aile, toplum ve hatta devlet annelerin ihtiyaclarını gözeterek yeni birtakım şeyler geliştirse daha iyi olmaz mı? Kadınlar çocuk doğurduktan sonra da kendilerine yaşam alanı bulabilse, hatta daha iyi, dolu dolu yaşasa olmaz mı?

xxxxxxxxxxx

Orna Donath 23 kadınla yaptığı sosyolojik bir çalışmayı "Anneler pişman olursa..." adıyla kitaplaştırdığında annelerin yasak hisleri ortaya çıktı ve bu bir çok çevreyi rahatsız etti. Halbuki rahatsız olmak yerine bu hisler üzerine konuşulup tartışılsa belki de tabu olarak görülen sorunun üzerine gidilebilir. Mesela "yasak duygularla yaşamak” adını taşıyan bölümde bir anne içinden kendisini ziyarete gelen kızının bir an önce gitmesini istediğini ifade ederken, başka bir anne alelacele işten çıkıp hasta çocuğuna koşarken, yolda onun ölmesini dilediğini "itiraf" etmişti. Kitapta bunlara benzer daha uç örnekler de var. Çelişik durumlar bize görünen ve gerçek arasındaki derin uçurumu gösteriyor. Aynı kitapta ilgimi çeken, kadınların biyolojik-içgüdüsel annelik rolleriyle barışık oldukları halde, toplumsal rolleri karşısında kendilerini daha zayıf hissettikleri yönündeydi. Birebir örnekler analiz edildiğinde ortaya çıkan ikinci bir şey de kadınların çocuklarını değil, esas olarak toplumun beklentisini tatmin edebimek için sıkıntı içine girdikleriydi.

Bu kitaptan ve güncel gerçekliğimizden yola çıktığımda annelerin aslında hak ettikleri değeri görmedikleri sonucuna varıyorum. Anneliğin kutsanması da annelere değer vermek değil, aksine onları kendi doğalarına yabancılaştırıp zorlamak anlamına geliyor.

Yani sözün kısası bu seneki anneler günü vesilesiyle, annelerin zannedildiği gibi melek değil, sıradan insan olduğunu hatırlatmak, görünenin arkasındaki gerçeği göstermek istedim.

13.05.2018