22 yıllık AKP iktidarı, devletin tüm araç ve olanaklarına sahip olmasına ve de hiçbir ahlaki ve yasal kural dinlemeden bu araç ve olanakları sonuna kadar kullanmasına karşın, mahalli seçimlerde istediği sonuçları elde edemedi. Sonuçta AKP seçimleri kaybetti.

Normalde kimse için sürpriz olmaması gereken, uzun zamandır beklenen-arzulanan bu “yenilgi”nin bayram havası yaratması kaçınılmazdı ve öyle de oldu. Gerçekten de son on yıldır AKP diktatörlüğünün “ilk seçimde iktidarı kaybedeceği” türünden bir klişe ülkedeki siyasi yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bütün seçimlere bu klişe ile girildi ve kaybedilen her seçimin yarattığı hayal kırıklığı da büyük oldu.

Şimdi bu klişenin gerçek olduğu günleri yaşıyoruz ve bugüne dek yaşadığımız hayal kırıklıklarını kat kat aşan bir “bayram” sevinci içindeyiz. “Oh be nihayet kazandık” rahatlığına kavuştuk, “her şey daha güzel olacak” güvenini yaşıyoruz.

Bu da yeni beklentiler demektir. Kazanılan bu seçimlerle önemli bir engeli aştığımızı ve daha demokratik, daha özgür ve insanca bir yaşama ulaşma mücadelemizde yeni bir aşamaya geçtiğimize inanıyoruz.

Sonuçta 22 yıllık AKP diktatörlüğüne karşı önemli bir başarı elde edilmiştir ve kimse de bu başarıyı görmezden gelemez, yaratacağı sonuçları küçümseyemez.

Başarının görülmesi, kabul edilmesi anlamında bir sorun yok , hemen herkes bunu görüp kabul ediyor. Asıl sorun bu başarının yaratacağı sonuçlar noktasında düğümleniyor. Beklentilerin, umutların ve bir noktadan sonra hayallerin sınırları zorladığı nokta da burası oluyor.

Çok da ayrıntıya girmeden, her biri için sayfalarca yazılması gereken başlıklar halinde konuyu biraz daha açmaya çalışırsak:

-        Seçimler iktidarı değiştirmemiştir, AKP diktatörlüğü hâlâ oradadır ve seçimlerin yarattığı ruh ve havayı dağıtmak, lehine çevirmek için devletin tüm güç ve olanaklarını kullanacaktır.

-        Seçimlerde bu sonucu yaratan muhalefetin programı veya yönlendirmesi değil, yoksul halkların tepkisidir. En temel hak ve özgürlükleri elinden alınmış, dahası asgari yaşam koşullarından yoksun bırakılmış halkların arayış ve zorunluluklarıdır bu sonucu ortaya çıkaran.

-        Seçimlerle yerel yönetimlerin (belediye başkanlıkları, muhtarlıklar ve il-ilçe-belde meclisleri) belirlenmesinde bir üstünlük sağlanmıştır ve bu üstünlük geçmiş örneklerde de görüldüğü üzere rahatlıkla (kayyım) gasp edilebilmektedir.

-        Komünist-sosyalist-sol etiketli siyasal yapılanmaların neredeyse tümü kendi programlarını oluşturup kitlelere yönelme-örgütleme çabası yerine “seçim-oy” sarmalına saplanıp kalmış ve ekonomik-sosyal krizin önüne çıkardığı tüm fırsatları cömertçe harcamıştır.

-        Uzun süredir Kürt Ulusal Hareketi’ni Ortadoğu’daki etnik-dini çelişki ve çatışmaların (dolayısıyla bölgedeki dengelerin) bir parçası haline getirmeyi hedefleyen emperyalist planların içeriği ve geldiği aşama bu seçimlerde bir kez daha ortaya çıkmıştır.

-        CHP öncelikle bu devletin kurucu partisidir ve misyonunu belirleyen ezilen-yoksul halkların hak ve özgürlükleri değil, bu devletin-sistemin bekasıdır. AKP’yi bugünlere getiren ve ihtiyaç duyduğu her an koşulsuz desteğini sunan bu partinin, sürecin bundan sonrasında da öncelikli misyonu devletin-sistemin korunması olacaktır.

-        Belediyecilik öteden beri bir ihale ve rant sistemiyle siyasi partilere maddi kaynak yaratma ve yandaşları zengin etme aracı olarak kullanılmıştır. Günümüzde de bu misyonunu sürdürmektedirler ancak ekonomik-sosyal krizin derinliğine bağlı olarak, elde edilen rantın çok küçük bir parçasıyla (yardım-sadaka-destek vb.)  en yoksul kesimlerin tepkilerini nötralize etme görevini de üstlenmişlerdir.

Daha birçok madde eklenebilir, ancak özetle şunu söyleyebiliriz: Evet, seçimlerde elde edilen başarı hayallerimizi, beklentilerimizi ve umutlarımızı büyütüyor, hatta kışkırtıyor. Ne var ki yukarıda aktardığımız somut olgular bizi gerçekçi olmaya zorluyor ve gerçekçi olduğumuz ölçüde de görevler-yapılması gerekenler büyüyor-çoğalıyor. Ve tabii ki bu görevlerin bütün yükü de komünist-sosyalist iddialı, devrim diye bir derdi olan solun omuzlarındadır:

-        AKP diktatörlüğünün iç ve dış ekonomik-siyasi etkenlerle kendiliğinden iktidarı terk etmesi[1] (veya dağılması) dün olduğu gibi bugün de boş bir hayaldir. Tam tersine, seçim sonuçlarının yarattığı havayı dağıtmak için ezilen halklara yönelik satın alma ve sindirme-korkutma politikalarına ağırlık verilecektir. Gerek dünya genelinde, gerekse de bölgedeki çelişki-çatışmaların durumu ve gelişimi hiçbir iktidara daha demokratik, daha özgürlükçü bir yönetim için inisiyatif alanı bırakmamaktadır[2]. Özellikle de Gezi’de izlediği politikanın sonuç verdiğini gören AKP’nin aynı politika ve taktiklerle oluşan “zafer” havasını dağıtmaya çalışması pek de uzak bir ihtimal değildir. Bugün acil görev, bu altı boş “zafer” havasından sıyrılıp AKP’nin bu türden saldırılarını engelleyip boşa çıkaracak örgütlü bir güç ve irade yaratmanın çabasına girişmektir.

-        CHP başta olmak üzere bugünkü muhalefetin sistemi-devleti korumak dışında bir hedef ve misyonu yoktur, bu hedef ve misyona zarar verecek her türlü düşünce ve girişim öncelikle muhalefet duvarında eritilecektir. Bu anlamda CHP içinde çalışarak kitlelere ulaşma, CHP’yi etkileme türünden çabalar kendi kendini aldatma-oyalamanın dışında bir sonuç yaratmayacaktır. Bir örgütlülük olacaksa CHP’nin dışında olmalıdır, bir irade oluşacaksa CHP’den bağımsız oluşmalıdır.

-        Seçimlere girmenin kolaylaştırılıp teşvik edildiği, hatta son Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi ittifaklar politikasında herkesin kaale alınıp pazarlıklara dahil edildiği bir ortamın çekiciliği solun önemli bir bölümünü hem de tahminlerin ötesinde etkilemiş, “seçim” olgusu belirlenen tüm politika ve taktiklerde nirengi noktasını oluşturup her şeyin önüne geçmiştir. Sonuç tüm solun % 1’i bile bulmayan oy oranıdır. Sol bunu nasıl değerlendiriyor-değerlendirecek, henüz bilmiyoruz.[3] Ancak şurası kesinlikle açığa çıkmıştır, sol bir bütün olarak seçimler konusundaki politikasını ilkesel bir çerçeveye oturtmak zorundadır ve bunda oldukça geç kalmıştır.

-        Ekonomik-sosyal krizin açlıkla karşı karşıya bıraktığı yoksul halklara yönelik ekonomik-siyasi gerçeklerin açıklanmasında bugüne dek temel alınan ve sonuçları ortada olan tüm yöntemler terkedilmelidir. Marksist-komünist-sosyalist olduğunu, devrim diye bir derdi olduğunu iddia eden sol, parti-dernek vb. binalarının dışına çıkmak zorundadır. Evler, sokaklar, fabrikalar, okullar ve mahalleler-köyler temel çalışma alanı haline getirilmeden kitlelerin durumunu kavramanın, sorunlarını-taleplerini tespit edebilmenin olanağı yoktur. Yazılı bildirimlerin, resmi toplantıların yerini yüzyüze yürütülen ilişkiler, kol kola yürünen yollar almalıdır.

-        Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle Marksist sol arasında 90’lı yılların başından itibaren bir duvar örülmek istendiği herkesin bildiği bir olgudur. Bu duvar, geçmiş birikimlerin de etkisiyle 2000’lerin ilk yıllarından itibaren kanıksanmış ve kabullenmeye dek varmıştır. Gelinen nokta her iki kesimin de birbirinin eksikliğini hissettiği, desteğini-dayanışmasını aradığı bir noktadır. Her iki kesim de birbirine karşı yaklaşımını net bir şekilde ortaya koymalı ve sürecin bundan sonrasında ilişkilerini bu yaklaşıma uygun bir şekilde yeniden inşa etmenin çabasına girişmelidir. Bu yapılmadığı sürece kazanan her zaman emperyalist politikalar, yani böl-yönet diye bilip küçümsediğimiz politikalar olacaktır.

-        Kazanılan her demokratik mevzi gibi bu seçimlerde elde edilen mevzilerin korunması tüm demokratik-sol sosyalist güçlerin bir sorunu olarak ele alınmalı ve bu türden her türlü gasp (görevden alma, tutuklama, kayyım atama vb.) eylemine karşı ortak bir mücadele hattı oluşturulmalıdır.[4]

Sonuçta özetlemek gerekirse, seçimlerde AKP’yi yenilgiye uğratmak bir şeydir, önemlidir de. Ancak daha önemlisi bu “zafer”i daha demokratik-daha özgür bir ülke ve insanca bir yaşam mücadelesinin fitili haline getirebilmektir.


[1] Özellikle seçim sonrası yayılan “AKP dağılıyor, dağıldı-dağılacak” türünden spekülasyonlara fazla da prim verilmemeli. İktidar ve iktidarın yarattığı olanakları elinde tuttuğu sürece AKP’nin dağılması zor bir ihtimaldir.

[2] Ki bu durum salt bölge ülkeleri için değil Avrupa ülkeleri için de geçerlidir. Emperyalist kapitalist sistem, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün dünyada ekonomik kriz, savaş, göç ve ırkçılık korkusunu öne çıkararak halkları en temel haklarından vazgeçer hale getirmeye çalışmakta ve adım adım bunu hayata geçirmektedir.

[3] Karşı devrimci D. Perinçek’in düştüğü durum ibretliktir aslında: Seçim sonrası halkın kendilerine büyük bir yönelim gösterdiğini iddia ederken kanıt olarak bilmem nerede kazandıkları bir muhtarlık seçimini gösteriyordu.

[4] Seçim sonuçlarının resmileşmesi dahi beklenmeden Van’da gerçekleştirilen gasp eylemi karşısında yükseltilen seslerin nereye kadar gidebileceğini süreç içinde göreceğiz tabii ki. Ancak AKP’nin bu tür eylemlerini kuru protestolarla, heyet oluşturmakla durduracağını sanmak son 22 yıldan hiç ders alınmadığı anlamına gelir.