24 Mart 1999'da NATO Yugoslavya'daki bazı stratejik hedeflere saldırmaya başladı. Askeri pakt bunu sürekli olarak gerçekleştirmiş ve 1945'ten bu yana ilk kez Avrupa'da sınırları güç kullanarak değiştirmişti.

NATO'nun 25 yıl önce, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sekiz yıl sonra Yugoslavya'ya karşı başlattığı savaş, Avrupa'da sosyalizmin ve 1961'de Belgrad'da kurulan Bağlantısızlar Hareketi'nin yenilgisini tamamladı. Üstelik BM sözleşmesi ve uluslararası sözleşmeler ayaklar altına alınarak. NATO kendisine işgal için, yani devlet terörü için tam yetki verdi.Bundan tam 25 yıl önce, dönemin "kırmızı-yeşil" federal hükümeti, uluslararası hukuku ve insan haklarını tarihin çöplüğüne atacak bir savaşta yer aldı: Alman tarihinin en karanlık sayfasını suç unsuru olarak araçsallaştırmak suretiyle BM şartı ihlal edildi. Birleşmiş Milletler Şartı'nın 2. maddesi 'devletler arasında güç tehdidini ve kullanımını" yasaklamaktadır. Bir zamanlar Sosyal demokrasinin kurucusu Willy Brandt'ın benimsediği "Alman topraklarından bir daha asla savaş çıkmayacak!" sloganını benimseyen Almanya, 1990'lardan itibaren Alman topraklarından sadece barışın çıkmasını taahhüt eden Anayasa ve BM Sözleşmesini ayaklar altına aldı. 

Dönemin Sosyal Demokrat Partili Almanya Başbakanı Gerhard Schröder savaştan 15 yıl sonra şu itirafta bulunmuştı: "Uçaklarımızı (...) Sırbistan'a gönderdik ve onlar NATO ile birlikte egemen bir devleti bombaladı - hem de Güvenlik Konseyi kararı olmadan." 

Oysa halefi Olaf Scholz ve Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock olayları tamamen farklı görmekte ve uluslararası hukukun ihlal edildiğini bir türlü kabul etmemektedir. 

1999'da Yeşiller'in 'değer ' temelli rejim değiştiricileri ve insani müdahalecileri, Federal Ordu'nun Yugoslavya'ya karşı ilk savaş misyonuyla dış politikada yeni bir dönemi müjdeledi. Daha sonra Afganistan, Libya, Suriye ya da Venezüella'da olduğu gibi, misyonları demokrasi ve insan hakları değil, kendi jeopolitik çıkarlarını ilerletmek ve Rusya'yı zayıflatmak oldu. BM Güvenlik Konseyi'nden yetki almadan, uluslararası hukukun sözde "kaçınılmaz" ihlalini gerçekleştirerek köprüleri, okulları, klinikleri, elektrik ve su kaynaklarını kasten yok ettiler. NATO 30.000'den fazla uranyum mermisi kullandı ve Pančevo, Novi Sad ve Bor'daki kimyasal merkezleri bombaladı.

Savunma Bakanı Pistorius'un bugün talep ettiği gibi, "kırmızı-yeşil" hükümet savaşa şüpheyle yaklaşan halkı savaşa hazır hale getirmek için yalan söyledi. Savaşın başlamasından kısa bir süre önce Yeşiller Partili Devlet Bakanı Ludger Vollmer, askeri müdahalenin ancak BM Güvenlik Konseyi'nin yetkisiyle gerçekleşeceğini iddia ederken, Yeşiller Partisi'nin liderlerinden Joseph Fischer de Alman tarihinin en ağır suçunu araçsallaştırmak amacıyla Auschwitz benzetmesi yaparak akıl almaz bir tabuya imza attı. Yugoslavya'daki savaşın gelecekteki savaşlar için bir emsal teşkil etmeyeceğine dair verilen söz de tutulmadı.

Peki ya bugün? Yeşiller Partisi'nin Federal Dışişleri Bakanı Baerbock daha kısa bir süre önce, Almanya'nın hala arka bahçesi olarak gördüğü Balkanlar'da "Rusya'nın istikrarsızlaştırma, dezenformasyon ve sızma politikası için kullanabileceği kanatları kapatmak" istediğini açıkladı. Tıpkı 1999'da ve daha sonra Suriye, Venezüella ve Ukrayna'da olduğu gibi, "Otpor" grubu ( Otpor 1998-2003 yılları arasında Sırbistan'da Slobodan Mılosevic rejimine karşı başlamış pasif direniş eylemi gerçekleştiren bir gençlik hareketidir.) gibi Batı destekli "yıkıcı örgütler" nefret ve kaos tohumları ekmek ve çoğunluğun iradesini hiçe saymak için kullanılmaktadır.

Yugoslavya savaşı kısacası NATO tarafından belirlenen dönüm noktasıydı. Zaten o zamandan beri de adeta bir savaş paktına dönüştü. Uluslararası hukuku ihlal eden Afganistan, Irak ve Libya'ya yönelik harekatlar, aynı zamanda bugün hala ABD askerlerinin konuşlandığı Suriye'ye yapılan yasadışı müdahale, NATO üyesi Türkiye'nin Suriye ve Irak'ta uluslararası hukuku ihlal etmesi ve son olarak İsrail'in Gazze'de yaptığı ve özellikle ABD tarafından örtbas edilen soykırım kilometre taşlarından sadece birkaçıdır. 

1999 savaşı aynı zamanda Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ederken geçtiği kapıyı da aralamıştır. 

Batı'nın maceralarını meşrulaştırmak için öne sürülen insan hakları ve demokrasi ihracı, yaşam hakkının inkârını öngörmektedir. Buna ek olarak, bir devlet başkanının Batılı siyasetçiler ve medya tarafından şeytanlaştırılması o zamandan beri ciddi, yani ölümcül bir anlam taşımaktadır. Slobodan Miloseviç bir Hollanda hapishanesinde idam edildi, Iraklı Saddam Hüseyin ve Libyalı Muammer Kaddafi NATO gözetiminde yerel kafa kesme çeteleri tarafından vahşice öldürüldü. Batı savaş medyasında bu üç isim sırasıyla "Hitler'in hortlakları", "kasaplar" ve "faşistler" olarak yer aldı. Sadece 2014 yılında Kiev'de özgürce seçilmiş Ukrayna Cumhurbaşkanını ABD adına ve AB'nin zararına deviren faşist Bandera'nın Ukraynalı destekçileri Batılı izleyiciler tarafından neredeyse hiç tanınmıyordu.
17 Şubat 2008'de NATO üyelerinin çoğunluğu Kosova'nın tek taraflı bağımsızlık ilanını tanıdı. Böylece 1999 savaşının ilk hedefine ulaşılmış oldu: 1945'ten bu yana Avrupa'da ilk kez şiddetli bir sınır değişikliği. Kosova gerçekte 28 ülkeden 4.800 NATO askerinin hala görev yaptığı bir NATO himayesi altındadır. 

Yugoslavya 1999'da 78 gün süren bombardıman sonucunda yenilgiye uğratıldı. Ukrayna'da darbeciler 2014 yılında Donbass ayaklanmasına karşı "terörle mücadele operasyonu" başlattı. Ancak hızlı ilerleyiş başarısız oldu - bu muhtemelen emperyalizm için 1999'dan bu yana en büyük yenilgiydi. 

Zaman yeniden değişiyor. Savaş kapıları çoktan aralanmış oldu.