Der ki Thomas Carlyle: ’’ Bir papağana arz ve talep demesini öğretirseniz karşınızda bir ekonomist bulursunuz. Demokrasi ve sivil toplum lafları öğreten bir papağan her şey olabilir; ama Marksist olamaz.’’ Ya insan olur mu?

Demiş ki A. Camus:
‘ Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.’’ Zavallı Berkinler…

Sömürge Hindistan’ında İngilizler, Hint kumaşlarının satılmaması için 200.000 dokuma işçisinin bileklerini koparmışlardı. Şimdi İngiliz kumaşlarını giyerken yaza girdiğimiz bu günlerde insanların sırtında soğuk bir el dolaşmaz mı, ürpermez mi bu insanlar?

Gülşehri, F. Atar’ dan çevirdiği Mantıku-t Tayr’da anlatır: Bir genç, sevdiği kıza, azgın Fırat’ın sularını yüzme bilmeden aşarak gider her gün. Genç, bir gün sevgilisine ‘’Sevgilim, gözünde leke var senin.’’ Der. Kız şaşırır. ’’Ama bu leke benim gözümde hep vardı. Beni gördüğün ilk gün de vardı. Aşkımın gücü, gözünü kör ettiği için sen bu lekeyi göremedin. Şimdi aşkın bitince bu lekeyi gördün. Bir daha gelme. Sen yüzme bilmiyorsun, aşkın gücü senin Fırat’ı geçmene yardım ediyordu. Aşkın bitti, gelirsen boğulursun.’’ Genç, ertesi gün, sevgilisine gitmek için yüzerken Fırat’ın azgın sularında boğulur. Bakmasını bilmeyen, aşkı sadece kaşta gözde arayanlara…

Bir üniversite, geceleri ışıkları hala açıksa bir şeyler üretiyordur. Bizim üniversitelerimiz mi? Demokrasiyi oy çokluğu sanıp insanları oy çokluğuyla ölüme gönderiyor zalimler. Zavallı Sokrates, zavallı Zenon ve Denizler ve İsmailler…

Amerikalılar, soyunu tükettikleri Kızılderililerden, özür dileme babında gönül almak amacıyla muhteşem jeeplerine, Cherokee kabilesinin adını vermişti. Kan, asimile, yok oluş ve özür… Pes…

Kızını sevdiğine değil de zengin talibine veren babaların, annelerin oluşturduğu aileler çoğunlukta. Kutsal aile ahlakından söz etmek mi?

Yelda Karataş, Japonya ‘da düzenlenen ‘’ Haiku ‘’şiir yarışmasında büyük ödülün sahibi olur. Ama japonya’ya gitmek ekonomik yönden zor. O sırada Çin’de yapılan olimpiyatlara kalabalık bir Türk sporcu kafilesi de gider. Başarısız olarak da dönerler. ‘’Gönül isterdi ki devletim beni de Japonya’ya göndersin.’’ der Japonya’ya gidemeyen Yelda Karataş. İlahi Yelda Karataş, şiir de bir şey mi?

Fransa ya da Almanya’nın devlet başkanı dünya kupasını kazanan sporcularını kabul edip hepsini tek tek kutlar. Ödüllerini sunar. Futbolcular kapıdan çıkarken devlet başkanı seslenir: ’’ Gençler, bir ülkenin tanınmasında, saygınlığında asıl ölçünün bilim ve sanat olduğunu biliyorsunuz değil mi? ‘’ Sanat ne yana düşer? Haberi olan var mı?

Felsefesi olmayan bir eğitimin yetiştireceği sağır-dilsiz gençliğin bekasını, cahillik örmek zorunda kalır. Sormayan, sorgulamayan kul olmaz mı Kant?

İnsanlık, postmodernizmin sığlığında yüzerken postmodern romanlar da almış başını gidiyor. ‘’Post’’ sözcüğünü koyun postu mu sanıyor bu insanlar yoksa? Yok artık!

İnsanlar, aydınlanmayla üretilen sözcükleri kullanamıyor şimdi: özgürlük, eşitlik, kardeşlik… Batı, popülizm satarak kendi çocuklarını yiyen bir canavardan farksız artık. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik … Eskidendi, çok eskiden? Değil mi Murathan Mungan?

Hayvan, hayvan olarak doğuyor da insan, insan olarak doğmuyormuş. En büyük yanılgımız, etrafımızdaki herkesi ‘’ insan ‘’ sanmamızdan mı geçiyor ne?

Ve ‘’ Panta rei ‘’ Değil mi Heraklatius Usta?