Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisinde bir devrimcilik furyası aldı başını gidiyor.
           Devrimcilik nedir?
           Devrimcilik, var olan mevcut sistemden rahatsız olanların bu sistemi baştan ayağa değiştirerek, yönetimde halkın olacağı yeni bir sistemi kurma mücadelesidir.
           Bu mücadeleyi canı, kanı pahasına savunana ise devrimci denir.
           Mustafa Kemal Atatürk dönemin Osmanlı Padişahlarına karşı bir halk hareketi başlatmış ve Padişahlık yönetimini alaşağı ederek Cumhuriyeti kurmuştur. Bu bir devrimdir ve Mustafa Kemal Atatürk’te bu anlamıyla devrimcidir.
           Şimdi gelelim Cumhuriyet Halk Partililerin biz de devrimciyiz diyerek, isimlerini, posterlerini, deyimlerini dillerinden düşürmedikleri Che Guevara’lar, Deniz Gezmiş’ler, Mahir Çayan’lar, Erdel Eren’ler ve daha pek çok kendisini halka adamış, halk önderleri yani devrimcilerle ortak noktalarına; ya da biz de bunların yolunda yürüyoruz diyerek gerçekten bu devrimci insanlarla hangi ortak yolda yürüdüklerine.
           Che, yani tam deyimiyle Ernesto Che Guevara, Arjantinli ve mesleği doktorluktur. Tıp eğitimini alırken Latin Amerika’yı baştanbaşa dolaşmış, burada yaşayan yoksul insanları yakından tanıyarak, bölgedeki ekonomik eşitsizlikleri ortadan kaldırmanın tek yolunun devrim olduğuna kanaat getirmiş ve Marksizm’i inceledikten sonra Guatemala’nın sosyal devrimine katılmıştır.
Daha sonra Küba’ya geçerek, yönetimi ele geçiren Fidel Castro’nun askeri nitelikli 26 Temmuz hareketinin üyesi olmuştur. Burada yönetimden çeşitli görevlerden bulunduktan sonra diğer ülkelerdeki devrimci hareketlere katılmak üzere Küba’dan ayrılmış, oradan şimdiki adıyla Kongo Demokratik Cumhuriyetine, oradan da Bolivya’ya geçerek buradaki devrimci hareketin içerisinde yer almış, burada CIA ve Amerikan Ordusu Özel Harekât Birliklerinin ortak operasyonuyla yakalanmıştır. 1967 yılında elinde bulunduğu Bolivya Ordusu tarafından yargısız infazla öldürülmüştür. Kısaca anlatmaya çalıştığımız gibi Ernesto, Uluslararası bir halk lideri ve devrimcidir.
           Deniz Gezmiş, Kürt-Türk Halklarının kardeşliği, tam bağımsız Türkiye ve halk devrimi için arkadaşları ile Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu ( THKO) kurarak başta Üniversiteler olmak üzere tüm yurtta halk harekâtını başlatarak idam edildiği 6 Mayıs 1972 yılına kadar inandığı davasında hiç ödün vermeden mücadelesini sürdüren gerçek bir halk önderidir.
           Mahir Çayan, o da aynı yoldaşı Deniz Gezmiş gibi kendisini halkına adamış, halkların kardeşliği ve halk iktidarı için verdiği mücadele sürecinde Türkiye Halk Kurtuluş-Cephesi’ni ( THKP-C ) kurmuş, 30 Mart 1972 yılında Tokat’ın Niksar İlçesine bağlı Kızıl Dere Köyünde girmiş olduğu çatışmada 9 arkadaşı ile öldürüldüğünde bir tek pişmanlık duygusu yaşamamış bir devrimcidir.
            Erdal Eren, bu genç fidan ise bambaşka bir örnektir devrim mücadelesine ve devrimciliğe. Daha 17 yaşında idam sehpasına çıkarken bile halkların kardeşliğini dilinden düşürmedi ve halkın bir gün mutlaka iktidara geleceğini söylerken devrim uğruna ölümden bir an olsun gözünü kırpmadı.
            Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisinin özellikle Malatya Milletvekili, İl Örgütü, İl gençlik kolları, yukarıda saydığımız gerçek devrimcilerin posterlerini ellerinden düşürmeyerek, TBMM kürsüsünde, İl binasında bizde devrimciyiz ve bunların yolunda yürüyoruz diyerek nutuklar atıyorlar. Eğer bunlar bu halk kahramanlarını siyasi şovlarına alet etmiyorlarsa, gerçekten bu devrimcilerle aynı yolda yürümediklerini, bu kafayla da yürüyemeyeceklerini anlayamamışlar demektir.
           Bu devrimciler halkların kardeşliğini savunuyorlardı, halkın kendi kendisini yönetmesini ve halk devrimini savunuyorlardı. Gelir adaletsizliğini ve gelir dağılımındaki eşitsizliği ortadan kaldırmak istiyorlardı. Özelleştirmelerin her türlüsüne karşı çıkıyorlardı.
           CHP şimdiki politikaları ile bunlarla hangi noktada ortak düşünüyor ki aynı yolda yürüdüklerini söylüyorlar.
            Ülkede, iktidarın bile kabul ettiği ve acil çözülmesi için müzakere edilmesi gerektiğini düşündüğü “Kürt Sorunu”nun çözümünde iktidarı müzakereyi bırakıp bunlarla savaş ortamında mücadele etmeleri yolunda eleştiren, yani Kürt ve Türk halkının kardeşçe yaşamaları, kan dökülmemesi, anaların ağlamaması yerine savaşarak sorunu çözmek gerektiğini söyleyen bir zihniyet, halkların kardeşliğini ve barışı savunan Deniz Gezmiş’lerle aynı yolda yürüyebilir mi?
             Kendi iş yerlerinde yüzlerce insanın çalıştığı bir kişi, çalıştırdığı bu insanların Sendika, Sigorta gibi haklarını ne kadar verebilmiştir ki kalkıp ta işçi haklarından dem vurabiliyor. Çok ciddi bir konuda yargılandığı ve bunun için dokunulmazlığının kaldırılması bile gündeme gelen birisi yargıdan köşe bucak kaçarken, cezaevlerinden yatan insanların sorunları hakkında nasıl söz sahibi olabilir ve bu alanı kendisine bir şov arenası olarak seçebilir ki.
             Deniz Gezmiş’in tutuklu olduğu dönemde bırakılması için arkadaşlarının işgal etmeye kalktıkları Kürecik radar üssüne, asker korumasında legal ortamda ve Milletvekili kimliği ile çıkmak ve orada bizde Denizler gibi burayı işgal etmeye geldik demek Denizlerin yolunda yürümek mi dir?
             Sayın İl Başkanı, Erdal Eren 17 yaşında iken dönemin faşist yönetimi tarafından beklide tarihin en hızlı yargılanması ile yaşı büyütülerek idam edilmiştir. Ve Erdal Eren’in ölüm yıldönümlerinden kim tarafından olursa olsun anılması önemlidir. Fakat eğer siz Erdal Eren’i anıyorsanız hiç değilse yanınıza oturtarak eline önceden hazırlatılmış bir yazıyı tutuşturduğunuz İl Gençlik kolları başkanınıza o yazıyı hiç değilse bir iki defa okutsaydınız. O genç Erdal Eren kimdir, neden idam edilmiştir bilmeye bilir, ama siz devrimci kimliğinizle bunları o gence anlatmalıydınız. Yoksa yanınıza topladığınız bir takım partili ile sıcak odanızda Erdal Eren’in resim sergisini andıran posterleri arasında bir anma kusura bakmayın ama şov oğlu şov kokuyor. Tam da aynı gün Milletvekiliniz de TBMM’de Che Guevara ve Deniz Gezmiş’in posterleri ile kürsüde şovunu yapıyordu.
             Benim bu yazıyı yazmadaki nedenim, Deniz’leri bizden başka kimse sahiplenemez anlamı taşımıyor. Tam tersi Deniz’leri ve onların düşüncelerini iktidara taşımak için kim bir parçada olsa katı sunabiliyorsa onların önünde de saygıyla eğilirim.
            Ama bu yüce değerlerin isimlerinin siyasi şova alet edilmesine de gönlüm rahat etmedi.
            Ben babası 12 Eylül faşit yönetimi tarafından cezaevine konulmuş, Denizlerin yolunda yürüdüğüm için okulda sürgün edilmiş birisi olarak bu yazıyı yazma hakkını kendimde görüyorum.
            Sizlerde ödediğiniz bedel kadar savunun bu düşünceyi, eğer bu yolda ödediğiniz bir bedel varsa…
            Beyler, ne devrim sizin anladığınız kadar kolay bir iştir nede devrimcilik.
            Devrimcilik hele de poster şovlarıyla hiç olmuyor.
            Devrimciliği ve gerçek halk önderi, mücadelelerini canları ile ödeyen devrimcileri şovlarınıza alet etmeyi bırakın artık.
            Devrimcilik bir idealdir.
            Gerektiğinde can pahasına bedel ödemek gerekir.
            İstikrar ister.
            Bir de yürek…