“Esto, quod esse videris.”[1]



Latin Amerika’nın başkaldıran hafızasıydı O…

Diz çökmeyen, dik duran bir aykırıydı.

Her isyancı gibi çok önemli soru(n)lardan söz ederdi; tıpkı ‘Verdiğim Rahatsızlıktan Dolayı Bağışlayınız’ başlıklı makalesinde dedikleri gibi:

“Verdiğim rahatsızlıktan dolayı bağışlayınız

Kafamın içinde sinekler gibi vızıldayan bazı soruları paylaşmak istiyorum

Adalet adil midir? Dünyanın adaleti ayakları üzerinde ters mi duruyor? Bush’un üzerine ayakkabılarını fırlatan Iraklı Zapatista, üç yıl hapis cezasına mahkûm edildi. O daha iyisini, bir madalyayı hak etmiyor muydu?

Terörist olan kim? Ayakkabı fırlatan mı yoksa ayakkabı ile ezen mi? Yalan söyleyerek Irak savaşını yaratan, bir yığın insanı öldüren, işkenceyi onaylayan ve uygulanması emrini veren seri katil bir terör suçlusu değil mi?

Topraklarını savunma haklarını kullandıkları için terörizm yaratmakla suçlanan Brezilya’nın topraksız köylüleri, Şili’nin Mapuche ya da Guatemala’nın Kekchíe yerlileri ya da Meksika - Atenco’da yaşayan yerli halklar suçlu mudur? Eğer toprak kutsal ise, her ne kadar yasalar bunu ifade etmeseler de; onu savunanlar kutsal değil midir?

Foreign Policy dergisine göre Somali en tehlikeli yer. İyi de korsan olan kim? Açlıktan gemilere saldıranlar mı yoksa yıllardır dünyaya saldıran ve bu çabalarından dolayı multimilyonluk ödüllere konan, Wall Street’in vurguncuları mı? Niçin dünya kendini soyanları ödüllendirir?

Niçin adaletin tek gözü kör? Şirketlerin en güçlüsü Wall-Mart, çalışanlarına sendika yasağı koyuyor. McDonald’s da. Uluslararası hukuku ihlâl eden bu suçlu şirketler niçin cezadan muaf olurlar? Günümüz dünyasında işçi hakları şimdiye kadarkinden daha az değerli olduğu için mi?

Kim haklı kim haksız? Eğer gerçekten uluslararası adalet varsa; niçin güçlüler hiçbir zaman yargılanmazlar? Onlar mahkûm değiller. Cezaevlerinin anahtarlarının sahibi onlar oldukları için mi?”[2]

Soru(n)ların ardında ikircimsizce ve umutla eklerdi:

“Tarihin gelişim aşamaları bazen kötü biter; ama o, Tarih, bitmez. Elveda derken daha sonra görüşmek üzere”!

* * * * *

Evet, 13 Nisan 2015’de aramızdan (aynı gün Günter Grass’la birlikte) ayrılan Eduardo Galeano’dan söz ediyorum!

74 yaşında; ardında ‘Ateş Anıları’, ‘Latin Amerika’nın Kesik Damarları’, ‘Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri’, ‘Biz Hayır Diyoruz’, ‘Tepetaklak’, ‘Zamanın Ağızları’, ‘Yürüyen Kelimeler’, ‘Kucaklaşmanın Kitabı’, ‘Gölgede ve Güneşte Futbol’, ‘Söz Mezbahası’, ‘Görüşmeler’, ‘Gözlemler’, ‘Görünümler’, Aynalar’, ‘Ve Günler Yürümeye Başladı’yı bırakıp giden O; 1940’ta Montevideo’da doğdu.

‘Marcha’ dergisinin yazı işleri müdürlüğünü, ‘Epoce’ dergisinin de yayın müdürlüğünü yaptı. Uruguay’daki askeri darbeden sonra hapis yattı, daha sonra ülkeyi terk ederek Arjantin’e yerleşti. Buenos Aires’te ‘Crisis’ dergisini kurup yönetti. 1973’ten sonra Arjantin ve İspanya’da sürgünde yaşadı.

Ancak bir dakika! Onu, Kenan Başaran’ın, “Galeano da bir futbol efsanesidir, Pele gibi, Cruyff gibi, Maradona gibi” ya da Erinç Yeldan’ın, “Galeano kendisini basit bir futbol dilencisi olarak tanıtıyor,” gibi betimleyenlerden değilim.

Bizim için Mithat Fabian Sözmen’in ifadesiyle, “Elbette, Galeano’yu tanımlayan şey futbol üzerine yazdıkları değil… Galeano, her şeyden önce Güney Amerika’nın maruz kaldığı emperyalist saldırganlığın aktarıcısı, tarihçisi ve yazarıdır…”

Çünkü Onu betimleyen şu saptamalarıydı; herkesin malumu üzere:

“Ben her zaman boğanın tarafını tuttum matadorun değil ve hâlâ aynı taraftayım…”

“Beni güldürmeyen hiç bir şeyi ciddiye almamayı öğrendim hayatta…”

“Bizim tek bilmek istediğimiz yoksulların neden yoksul oldukları. Sakın onların açlığı bizi doyuruyor ve çıplaklığı giydiriyor olmasın?”

“Bir yalnızlaşma yalıtılmışlık düzeni: Her koyun kendi bacağından asılır. Komşun senin ne kardeşindir ne de sevgilin. Komşun bir rakip bir düşmandır ortadan kaldırılacak bir engel ya da kullanılacak bir araç. Bu düzen ne bedeni besleyebilir ne de ruhu. Birçok insan ekmek bulamadığı için açlık çekmeye mahkûmdur; kucaklaşma yoksunluğu yüzünden gönül açlığı çekenlerin sayısı ise daha kabarıktır…”

“Buenos Aires’ten bir kara mizah örneği: ‘İktidar’ derler orada Keman gibidir. Sol elle tutulur ve sağ elle çalınır…”

“Üst sınıf istatistiklerle oynuyordu orta sınıf borsada oynuyordu alt sınıfsa spor toto oynuyordu…”

“Hayırseverlik dikeydir aşağılar. Dayanışma yataydır yardım eder…”

“Hayır işlerine inanmıyorum. Dayanışmaya inanıyorum. Hayırseverlik çok dikey, dayanışma yataydır: Ötekine saygı duyar…”

“İnsan haklarının evde başlaması gerekir…”

“Dünya bir zamanlar uçsuz-bucaksız-sınırsızdı gerekli tek pasaport ayaklardı...”

* * * * *

Akciğer kanserinden 74 yaşında kaybettiğimiz “Galeano Latin Amerika’nın kesik damarlarıydı. Latin Amerika’nın türküleri, nehirleri, kanlı sokakları, çiçek açmış tropik ormanları, ağlayan çocukları, gülen sevdalılarıydı. Baskıya, zulme, işkenceye ve yasağa direnendi.

Askeri yönetimleri rezil edendi. Tek adamların iştahına, zorbanın şehvetine, iktidar tutkunlarının aptallığına meydan okuyandı. Yeryüzünün vicdanıydı.”[3]

1971’de yayımlanan ‘Latin Amerika’nın Kesik Damarları’ 20 dile çevrilen O, yeryüzündeki adaletsizliğe, eşitsizliğe ve haksızlığa karşı hayatın her alanında yazdı.

Hatırlar mısınız Hugo Chávez, Obama’ya ‘Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nı hediye etmişti, okusun da Güney’in hâlini anlasın diye…

Gazetecilik ve yazarlığa başlamadan önce fabrika işçiliği de yapan Onu ‘Latin Amerika’nın Kesik Damarları’yla tanıdık çoğunluk…

Hemen ardından ‘Savaşın ve Aşkın Gece ve Gündüzleri’... 70’li yıllarda okuduk onları…

Sonra da ‘Ateş Anıları’, ‘Kucaklaşmanın Kitabı’, ‘Biz Hayır Diyoruz’, ‘Aynalar’…

* * * * *

Tupamaro sempatizanıydı. Yazdığı için, yazıları için tutuklandı ve sürgün edildi.

“Sürgün olmak. Korkunç bir şey! Çünkü seçim hakkın yok. Ama yine de zaman ve mekân içinde ülkeme uzaktan bakmama yardımcı oldu... Burada hep dans ediyordum ve müziği duymuyordum. Sürgün yılları müziği de duymamı sağladı... Tam 12 yıl...”

Diz çökmeyen; dik duranlardandı; tavır alan, taraf tutan ve toplumsal dönüşüm için bu duruşu savunan özellikleri üzerinde taşıyan bir entelektüeldi.

“Galeano (ve Grass), kendi ülkeleri ve coğrafyalarında ve ötesinde, yazılarıyla, düşünceleriyle, ‘geçmişle yüzleşme’ konusunda önemli rol oynadı.”[4]

“Onlar, askeri diktatörlükler, ülkemde ve tüm Latin Amerika’da korkuyla zehirlediler insanı ve insan ilişkilerini. Herkesi biri birine düşman ettiler. Toplumu zehirlediler, geriye açlığı ve şiddeti yerleştirdiler,” derdi.

Ayrıca bir entelektüel olarak 90’larda uyarmıştı hepimizi: “Şimdilerde, düşman, eskisi gibi göze görünmüyor, eskisi gibi somut değil, onun için daha da tehlikeli. Şimdiki düşman seçeneksizlik... Şimdi tek bir modelin diktatörlüğü, tek imgenin diktatörlüğü, seçeneksizliğin diktatörlüğünü yaşıyoruz... Şimdi kapitalizmle kapitalizm arasında seçim yapmaya özgürüz.”

“Şimdi tüketim toplumunun tutsaklarıyız... Artık kim olduğumuz, ne olduğumuz, ne yaptığımız önemli değil, yalnızca neyi ne miktarda tükettiğimiz önemli... Sistem bugün bize tek gelecek öneriyor. Herkesin daha çok tüketmesi gerektiği bir gelecek. Sistem, ‘neye sahipseniz O’sunuz’ diyor. ‘hiçbir şeye sahip değilseniz, hiçsiniz’, diyor...”

Tam da bu tabloda, “Ve ben bunun için yazıyorum: Bugünün yarın demek olmadığını, kader olmadığını, önerilen bu geleceğe mahkûm olmadığımızı anlatmak için yazıyorum. Böyle bir geleceği kabul etmediğim için yazıyorum,” diye haykırıyordu.

* * * * *

Bu haykırış hep kulaklarımızda çınlayacak ve unutulmayacak!



28 Nisan 2015 09:27:32



N O T L A R

[*] Güney, No:73, Temmuz-Ağustos-Eylül 2015…

[1] “Göründüğün gibi ol.”

[2] Eduardo Galeano, “Verdiğim Rahatsızlıktan Dolayı Bağışlayınız…”, 13 Nisan 2015… http://www.sendika.org/2015/04/verdigim-rahatsizliktan-dolayi-bagislayiniz-eduardo-galeano/

[3] Zeynep Oral, “Yeryüzünün Vicdanı...”, Cumhuriyet, 14 Nisan 2015, s.19.

[4] Sezin Öney, “Entelektüelin Sonu”, Taraf, 16 Nisan 2015… http://www.taraf.com.tr/yazarlar/entelektuelin-sonu/