"Ne bakıyorsunuz Karagöz mü oynuyor burda?!..."

dendiğinde ne kastedildiğini hemen anlarız. Çünkü yüz yıllardan beri ne zaman Karagöz oynamaya başlasa meraklı bir kalabalık birikir, ilgi ve neşeyle perdeye yansıyan iki gölgeyi, yani Karagöz'ün arkadaşı Hacivat'la atışmasını izler. Bu atışmalar daha çok yanlış anlamalar, kelime oyunları, karakterlerin inatlaşması üzerine kurulur. Kurguyu yapan kişiye Hayali denir. Hayali figürlerin kalıbını kendisi yaptığı için zanaatçı, onları perde arkasında konuşturduğu için de sanatçıdır. Ayrıca oyununun oynatıldığı döneme göre, bazı politik mesajların da gülmeceye sızdığını farkederiz. Bu da Hayali'nin toplumsal sorunlara duyarlılığını gösterir.

Anadolu'da yaygın olan gölge oyunu tam olarak 25 yıldan beri Ali Köken'in çabasıyla Almanya´da da gösterilmekte. 26 Ocak pazar günü Karagöz Hacivat oyununun 25. yılını kutlayan Hayali Ali Köken şponsorluğunu Solibund e.V.´nın üstlendiği etkinliğini Friedrich Wilmelm Lisesi´nde gerçekleştirdi.

Almanca Türkçe dilinde gösterilen gölge oyununda dikkat çeken, Ali Köken'in oğlu Erhan'ın da en az babası kadar kendini Karagöz ve Hacivat'la özdeşleştirmesiydi. Bu alanda Hayali Ali Köken olarak isim yapmış olan Ali beyin müsadesiyle, ilk kez oğlu Erhan'a da sorularımızı yönelttik.

Merhaba Erhan, program öncesinde ve sonrasında baban seni Karagöz ustası olarak izleyiciye tanıttı. Seni bir de senden dinleyebilir miyiz? Kimsin? Neler yapıyorsun?

Erhan Köken: Tabi, adım Erhan Köken, 29 yaşındayım, hukuk okuyorum. Bitirme sınavlarına hazırlanıyorum. Hukuk eğitimimde ağırlık noktam ceza hukuğu ve ilerde bu alanda çalışmak istiyorum. Ancak bunun yanında tiyatroyla da ilgileniyorum. Şimdiye kadar zaman buldukça gençlik tiyatrolarına oyun metinleri yazdım. Geleneksel gençlik tiyatrolarında oynadım. Alman Amatör Genç Tiyatrolar Birliği´nde "Gölge Oyunu" hakkında danışmanlık yaptım. Ama esas olarak babam sayesinde Karagöz ve Hacivat´ta kendimi geliştirdiğim için bu alanda uzmanlaşmak istiyorum.

Karagöz Ustası ne demek? Nasıl Karagöz ustası olunur?

Erhan Köken: Karagöz Hacivat bildiğiniz gibi oyantal kültürde bilinen, orada oynanan bir gölge oyunu. Dolayısıyla Karagöz Ustası olmak da burada Avrupa'da olduğu gibi bir meslek eğitimi gerektirmiyor. Daha çok pratiğe dayalı işler üzerinden... Pratik yaptıkça ustalaşıyorsunuz. Mesela figürlerin kalıplarını hazırlıyorsunuz. Metinler yazıyorsunuz. Figürleri canlandırıp konuşturuyorsunuz. Sahneyi kurmak, toplamak da Karagöz Ustası'nın işi. Yani bir Karagöz Ustası A´dan Z´ye tüm oyunun sorumluluğunu üstlenmek zorunda. Bu bakımdan Karagöz -Hacivat oyununu Avrupa'daki tiyatro geleneğiyle karşılaştırmak mümkün değil. Bir Usta kendini Usta olarak tanımladığı anda kuşak da taşıyor. İzleyiciyi o beline bağladığı kuşakla selamlıyor. Geleneksel bir kıyafeti de var. Ayrıca ben şu anda Karagöz'ü Almanca oynayan tek Karagöz Ustası'yım.

29 yaşında olduğunu söyledin. Baban da 25 seneden beri bu işle meşgul. Şimdi aklıma geldiği için soruyorum; Karagöz ile Hacivat´ı ne zamandan beri tanıyorsun?

(gülüyor) 

Erhan Köken: Evet, babam bugün burada 25. yılı kutladığına göre, bu ikisi çocukluğumdan beri benim de hayatımda. Onlarla birlikte büyüdüğümü söyleyebilirim. Sürekli etrafımdaydılar. Ben de birgün babam gibi Karagöz oynatmayı kafama koymuştum. Bu yüzden de yaptım zaten, amacıma ulaştım. Tabi bunu yapmadan önce tiyatro eğitimi almam gerekiyordu. Tiyatro eğitimi aldım. Karagöz-Hacivat gençlik dönemimi de çok etkilediler. Çocukken kendimi Karagöz´le özdeşleştirirdim. Yaşım ilerledikçe Hacivat´ın söylediklerini daha iyi anlamaya başladım. Karagöz çok saf, komik, ama baskın bir karakter olmasına rağmen, Hacivat soğukkanlı, hesaplı ve bilgiliydi. Zamanla bunu farkettim. Çocukken doğrusu Karagöz'ün daha akıllı olduğunu sanıyordum. Şimdi ikisi arasında kıyaslama yapacak olrusam Hacivat daha akıllı ve bilge. Ama bence bir yerde ikisi yine birleşiyor. Çünkü bir insanda var olan olumlu ve olumsuz her şey ikisinde var. Yani bir insanın iyi-kötü, aydınlık-karanlık ya da siyah ve beyaz yanlarını iki karaktere paylaştırılmış şekilde görüyoruz.

Ne zamandan beri bu karakter özelliklerinin farkındasın?

Erhan Köken: Aslında çocukluğumdan beri... Çocukken tabi ki böyle ayrıntılı değerlendiremiyordum. Biri çok komik diğeri de akıllıydı sadece. Bu arada şunu eklemem gerekir ki, bu figürler dört yaşımdan beri hayatımda. Yaklaşık on yıldan beri de sahnede aktif bir şekilde onlarla meşgulüm. Farkettiğim şey bir Karagöz Ustası ne kadar kendini tanırsa o kadar da iyi Karagöz oynatıyor.

Peki sahneye çıkmak senin fikrin miydi, yoksa baban mı seni "zorladı”. "Hadi bakalım, baba mesleğini ele almanın zamanı geldi." diye...

(gülüyor)

Erhan Köken: Hayır, kesinlikle öyle bir şey demedi. Tam tersi... Babam bana başka şeyler yapmamı tavsiye etti. Bu yüzden üniversiteye de başladım tabi. Ama Karagöz-Hacivat yine de merkezdeydi benim için. Mutlaka bir şeyler yapmam gerekiyordu.

Çocukken ne oynardın?

Erhan Köken: Çocukken oynadığım oyun az önce izlediğiniz oyun! "Herr Nichts Verstehen"... Bu aynı zamanda sahnelediğim ilk oyundu. Karagöz-Hacivat´ta oyun eskimiyor. Zamanla küçük değişiklikler yapıyorsunuz. Sözler, hareketler, müzik ...vs. Hatta bir oyunun tam olarak bittiğini söyleyemem. Zamana, imkanlara göre sürekli eklemeler çıkarmalar yapıyorsunuz. Belki de bu yüzden eskimiyor oyun.

Harika bir şey! Yani her oynandığında oyun yenileniyor. Karagöz-Hacivat´ı Almanca konuşturarak babana eşlik ediyorsun. İzleyicinin tepkisi nasıl? Sence oyun Almanca ya da Türkçe izlendiğinde bir fark oluyor mu?

Erhan Köken: Her zaman olumlu tepki alıyoruz. Türkçe bilen izleyici tiyatro kültürüne daha farklı yaklaşıyor. Bunlar eskiden hep birlikte bir yere otururlardı. Oyunu izledikten sonra tekrar hep birlikte giderlerdi. Almanlar'daysa daha farklı. Kişi kendisi, bilinçli olarak oyuna gitmeye karar veriyor. Oyuna gitmeden önce hakkında okuyor ya da bilgi ediniyor. Oyun sırasında da sessizce izliyor. Yani Almanlar'da tek taraflı bir aksiyon var. Bu yüzden Alman izleyiciye hitap etmek daha kolay. Türkçe konuşanlar biraz daha hareketli. Onların dikkatini toplamak kolay olmuyor. Tabi arada kültürel bağ olduğu için bunu anlamak da gerek. Bazı izleyiciler bugün de söyledi; Karagöz´ü kendi çocukluklarıyla birleştiriyorlar. 50 yıl sonra ilk kez Karagöz ile Hacivat´ı canlı olarak karşılarında görenler var. Böyle bir fonksiyonumuz da oluyor. Bir kuşağa yeniden çocukluğunu hatırlatırken, başka bir kuşağa da Hacivat ve Karagöz´ün ne olduğunu anlatıyoruz. Ki bu kuşak Karagöz-Hacivat ile büyüyen bir kuşak değil. Babam bu işi yaptığı için ben şanslı sayılırım. Özetle ister Almanca ister Türkçe olsun, izleyicilerin ilgisi aynı. İki taraf da seviyor, beğenerek izliyor.

Peki Karagöz-Hacivat'ı sahnede oynatmaya başladıktan sonra figürlerle ilişkin nasıl değişti? Araya mesafe mi koydun, yoksa daha çok mu yaklaştın?

Erhan Köken: Şimdi sorduğunuz için düşünüyorum... Duruma göre değişiyor aslında. Bazı günlerde büyük bir hevesle oynatıyorum. Bazan oyundan sonra "yeterli miydi?" diye soruyorum kendime. Ama hiçbir zaman oynatmaktan bıkmadım. Zaman zaman "Nasıl değişiklikler yapabilirim?" diye düşündüğüm oldu tabi. Bu değişiklikleri yaptım da... Sanat nefes alan gelişen bir şey. Sanat küçülüp büyüyebilir. Renklenebilir... Hatta kararıp, beyazlayabilir ya da grileşebilir. İnsan da yaptığı sanatla birlikte değişiyor sanki. Öte yandan gelişirken o gelişimi sanatına da yansıtıyor. Böyle olunca, tabi figürlere yakınlaşıp uzaklaşmak da mümkün. Karagöz oyununa olan tutkum her zaman var. Bazen başka şeyler yapmayı düşündüğüm, yaptığım da oldu. Ama Karagöz-Hacivat´ı bırakmayı hiç düşünmedim.

Baban 25. yılında. Peki sen daha ne kadar Karagöz-Hacivat oynatmayı düşünüyorsun?

(gülüyor) 

Erhan Köken: Bilmiyorum... Gerçekten bilmiyorum... Başka şeylerle ilgilensem bile sanırım yine de bırakamam. Karagöz ile Hacivat´ı yaptığım her işe bir biçimde eklerim galiba. Herhalde ilerde kendi çocuklarım olursa, onlar için de evde bir sahne kurup Karagöz-Hacivat oynatırım diye düşünüyorum.

O halde sana da baban gibi uzun yıllar Karagöz-Hacivat oynattığın başarılı bir sanat ve zanaat hayatı dileyelim.

(gülüyor)

Erhan Köken: Teşekkürler.

Soné Gülyan

Köln, 29.01.2020