40 yıldır sürgün hayatı yaşayan Şivani Perwer, sosyal medya hesabından “Toplumumuzda hangi dinden olursa olsun bir genç kızımızın başka dinden birini sevip ona kaçması, bundan dolayı taşlanarak öldürülmesini kabul etmiyorum, faşizan buluyorum” şeklinde bir paylaşım yaptığı için de birtakım Kürt çevrelerince adeta lince maruz kalmıştı.

Artıgerçek'ten Mehmet Korkmaz'a konuşan ünlü Kürt Ozan Şivan Perwer birçok siyasi konuda çarpıçı açıklamalarda bulundu.

Şivan Perwer, Erdoğan'ı dişleri sökülmüş bir aslana benzetiyorum dedi. Öte yandan  Perwer, Demirtaş'ın "Seni başkan yaptırmayacağız" sözü Kürtler için hayırlı olmadı dedi. 

"Şimdilik Erdoğan ırkçı, faşist güçlerin kucağında ve aslında kuşatmasında. Bundan kolay kurtulabileceğini de sanmıyorum. Erdoğan’ı dişleri sökülüp güçten düşürülmüş ve her tarafı vahşi kurtlar ile çevrilmiş bir aslana benzetiyorum."

"O dönemde Kürd siyasi hareketi de Erdoğan’dan yana tavır koyamadı, “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü Kürdler için siyasetten hiç de hayırlı olmadı. Aksine Erdoğan’ın giderek otoriterleşmesine vesile oldu ve Türkiye bu şekilde tarihi barış umudunu kaybetti."

İşte "Feodalizm biz Kürdleri bölüp parçalıyor" başlıklı o söyleşi:

Doğudan batıya, güneyden kuzeye kadar Kürdlerin yaşadığı her ülkede tanınan, her Kürdün gönlünde özel yeri olan biridir o. 12 Eylül darbesi sırasında kasetleri uğruna binlerce insan işkence gördü, hapislerde yattı, sürgün edildi. 

Aynı zamanda Kürd devlet adamlarının, siyasetçilerinin, aydınlarının, gençlerinin saygı duyduğu bir kişiliktir. Şarkılarında halkının ezilmişliğini, çektiği acıları dile getirdiği için tam 40 yıldır ülkesinden uzak, sürgün hayatı yaşıyor.

Ünlü Kürd Ozan Şivan Perwer’den söz ediyorum. Perwer, geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında “Şeyhlik, ağalık, seyidlik, beylik ve aşiretlerle ulus devlet kurulamaz” dediği için ve sosyal medya hesabından “Toplumumuzda hangi dinden olursa olsun bir genç kızımızın başka dinden birini sevip ona kaçması, bundan dolayı taşlanarak öldürülmesini kabul etmiyorum, faşizan buluyorum” şeklinde bir paylaşım yaptığı için adeta topa tutuldu.

Özellikle Kürdlerin feodal ve Ezidilerin muhafazakar kesimleri tarafından linç edilen Şivan Perver’le aslında ne demek istediğini, aldığı tepkiler karşısında ne hissettiğini, açılım sürecinde Diyarbakır’a gelerek AKP’nin propagandasına alet olduğuyla ilgili suçlamaları, ulusal devlet tartışmalarını, PYD-YPG’nin Suriye’de elde ettiği kazanımları, HDP’li belediye başkanlarının görevden alınmaları karşısında ne hissettiğini, hendek çatışmalarındaki yıkımlara yol açan siyaseti, Kürd müziğini Türkçeleştiren Kürd sanatçılar hakkındaki düşüncelerini, Selahattin Demirtaş’ın siyasetçi ve sanatçı yönleri hakkında konuştuk. Sonuçta uzun süre konuşulacak ve tartışılacak bir söyleşi ortaya çıktı.

“Şeyhlik, ağalık, seyidlik, beylik ve aşiretlerle ulus devlet kurulamaz” dediniz diye adeta linç edildiniz. Tam olarak ne demek istediniz ve nasıl anlaşıldınız?

Bazen söyleşilerde zamanın kısıtlı olmasından dolayı yüzeysel bir söylem öne çıkıyor olabilir, ama şunu net olarak vurgulamak isterim ki, asla Kürd davasına hizmet eden şahsiyetleri aşağılamak gibi bir pozisyona girmem. Şeyh Said, Seyid Rıza, İhsan Nuri Paşa, Qazi Muhammed, Mele Mustafa Barzani, Bedirxanî mirleri, Qasimlo, Şerefkendi gibi şahsiyetler Kürd davası için büyük dava adamları ve ömürlerinin sonuna kadar Kürdistan mücadelesi vermiş, birçoğu bu yolda şehit düşmüşlerdir.Feodalizmde halkın öncüleri olan şeyhlik, ağalık, beylik, mirlik makamlarını eleştirmek, benim için gerçekten de büyük ve çok değerli şahsiyetlerin toplumsal sıfatlarından dolayı adeta onları aşağılamak ile eşdeğer bir yargıya neden varılıyor ki? Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. 

Bizler tipik bir Doğu toplumuyuz. Görüşlerimden dolayı yapılan manipülatif tartışmaların arkasında iyi niyet görmüyorum. Bu kadar tahammülsüzlüğün, çarpıtmanın ve büyük hakaretlere varan saldırıların toplumumuzda bu kadar yoğunlukta olması ve aydınlarımızın yanı sıra, yine siyasi hareketlerimizin suskunluğu büyük acı. Bunu aşmadığımız, birbirimiz ile seviyeli tartışmaları yapamadığımız, karşılıklı tolerans ve tahammül olmadığı sürece bizleri devletsiz bırakan kalıplarımızda kalacağız ve 100 yıldır aradığımız ve uğrunda büyük mücadeleler verdiğimiz özgürlüğe maalesef ulaşamayacağız.

‘ŞİVAN PERWER OLARAK DA GÖRDÜĞÜM GERÇEKLERDEN SAPMAM’

Ben Kürdistan’da var olan toplumsal gerçekliğimizden bahsediyorum. Feodalizmi ve kurumlarını günümüz itibari ile Kürd toplumu içerisinde eleştirip bunun ile ulusal bir devlet yapılanmasına gidemeyeceğimizi savunuyorum. Bu toplumsal yapı bizleri Sünni-Alevi-Ezidi, Yine Kurmanç-Zaza, Soran-Bahdinan misali bölüp parçalıyor. Nasıl ki Galileo dünya yuvarlaktır ve etrafında dönüyor dediyse ve bundan ölümüne geri adım atmadıysa, Şivan Perwer olarak da gördüğüm gerçeklerden sapmam. Ulusal düşünüp, birlik ve beraberliğimizi sağlayamadığımız ve bunun kurumlarını oluşturmadığımız müddetçe daha birçok Halepçe ve Şengal katliamı, Afrin, Serêkaniye ve Girê Sipî işgali yaşarız. Halkımız Kuzey’de giderek asimilasyon ve zulüm cenderesinde yaşar, Rojhılat’ta sürekli gençlerimiz darağacına asılıp hiçbir parçada huzur ve refah görmeyiz. 

‘EZİDİLER İLE İLGİLİ SÖZLERİM MANİPÜLE EDİLDİ’

Başta Ezidiler olmak üzere, çeşitli Kürd kesimlerinden aldığınız tepkileri nasıl yorumluyorsunuz?

Özelikle Ezidiler ile ilgili sözlerim tamamı ile manipüle edildi, çarpıtıldı ve bazı cahil Ezidi şeyhleri, kurumları tarafından hedef gösterildim. Açıklamamda gayet açık ve net olarak toplumumuzda hangi dinden olursa olsun bir genç kızımızın başka dinden birini sevip ona kaçması ve bundan dolayı taşlanarak öldürülmesini kabul etmediğimi ve böyle eylemlerin faşizan olduğunu söyledim. Yukarıda bahsettiğim çevreler ise Ezidileri faşist olarak nitelendirdiğim yalan ve propagandasını yaydılar. Bundan dolayı özelikle sosyal medya üzerinden çok seviyesiz saldırılarla karşılaştım ve gerek siyasi, gerekse sanatçı-aydın çevreler bu duruma karşı da ses çıkarmadılar.

Toplumumuzda dinleri fark etmeksizin kadınlara baskıları kabul etmediğimi ifade ederken, her gün kadın cinayetlerine karşı çıkanlar dahil, birçok kesimin eleştirisine maruz kaldım. Bana karşı yapılan propaganda ve manipülatif-yalan kampanyası üzerinden eleştiren çapsız sanatçı ve aydıncıkların tutumu açıkçası beni çok üzdü ve şaşırttı. 

Kürd yazar Yahya Munis’in sizi Bersisa olayı ile karşılaştırması ve “Şivan Perwer bir projedir” demesine bir yanıtınız olacak mı?

Bu benzetme ile niyetleri ne olursa olsun beni daha yaşarken cehenneme gönderiyorlar. Güya yanlış yola saptığımı dillendirip adeta tükürdüğümü yalamaya zorluyorlar. Feodalizmi eleştirmek, bunun yerine Kürd ulusal birliğinin modern dünya düşünce ve örgütlenme yapısını esas alarak başarıya gitmesini önermek maalesef birileri tarafından proje olarak algılandı. Beni Kürdistan davası için bu kadar emek ve hizmetten sonra güya Türk ulusalcıları ulusal kurtuluş mücadelesine karşı bir proje olarak öne sürüyorlarmış. Yine açıklamalarım ile tarihteki çok değerli Kürd şahsiyetlerini küçük düşürdüğüm, rencide ettiğim gibi söylemler, Şivan Perwer’in sanatı ile yoğurduğu Kürdistani ruhu hiç anlamamaktır.

'HİÇBİR PAYE BENİM KÜRDİSTANİ HİZMET AŞKI VE DURUŞUMUN ÖNÜNE GEÇEMEZ’

Ya bunlar kendilerini ne sanıyor, ne yazdıklarının farkındalar mı? Sanatım ile etkilenip şehadete ulaşanlar için vicdani sorumluluğumu nasıl unutabilirim? Herkes şunu bilmeli ki, dünyadaki hiçbir kişisel maddi çıkar ve manevi paye benim Kürdistani hizmet aşkı ve duruşumun önüne geçemez. Şivan Perwer ancak bağımsız, demokratik ve özgür bir Kurdistan projesi olur. Bunu birçok şarkımda dillendirmişim, halkımın ozanı, özgürlük mücadelesinin hizmetkarıyım, ama aynı zamanda toplumumuz içinde de özgür düşüncelerimi ifade etmekten ne korkar nede vazgeçerim. Görüşlerime karşı eleştiri olması gayet normal, ancak bunlar vicdanlı ve seviyeli yapılmalı!

Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında bölünmüş, toplam nüfusları 50 milyonu bulan Kürdlerin bir ulus devlet kuramamış olmalarını neye bağlıyorsunuz?

Yukarıda bu konu ile ilgili eleştiri ve düşüncelerimi kısmen ifade ettim ve burada şöyle tamamlamak istiyorum. Kürd halkı dört parçaya bölünmüş, yüz yıldır katliamlara maruz kalmaktadır. Dili, kültürü yasaklanmış, halen de büyük tehdit ve baskılarla karşı karşıyadır. Bunun yanında kendi içimizde siyasi, toplumsal, yöresel, dinsel, mezhepsel olarak parçalanmışız ve bir türlü bir araya gelemiyoruz. Bağımsız bir Kürdistan’ın olmamasının da asıl sebebi bu. Bölgesel değişimler, uluslararası fırsatlar eğer bu seferde siyasi bağnazlıkların kurbanı olursa, tümden ve her parçada bir kaybediş ortaya çıkar ki, tarih ve torunlarımız bizi affetmez.

BİR KÜRT DEVLETİ KURMAYA ÇALIŞSAK, TÜRK DEVLETİ ENGELLEMEYE ÇALIŞIR’

Bir de Türk devletinin yüz yıldır anti Kürd pozisyonu var. Kuzey kutbunda ya da Antartika’da bir Kürt devleti kurmaya çalışsak, Türk devleti bütün imkanlarını seferber ederek engellemeye çalışır. Türk toplumu muazzam bir şekilde ırkçı ve faşizan bir eğitim ile terbiye edilmiş! Bakınız Afrin ve Serêkaniyê işgali, Rojava’da Kürtlere tecavüz ve ağır saldırılarda toplumun büyük çoğunluğu hükümeti destekledi. Bütün dünya alem bu zorbalık ve tecavüze karşı çıkarken Türkiye’de tek bir rejim partisi veya oluşum buna aykırı ses çıkardı mı? Başur’da yapılan referandum döneminde Türk devletinin tehdit ve faaliyetlerini açıkça görmedik mi? Bütün bu saldırıların amacı neydi? Kürdün bir statüye kavuşmaması içindi. Bana göre “Halkların kardeşliği” söylemi Türkiye’de hükmünü kaybetmiştir. Benim için bu safhadan sonra dürüst ve insani değerlere sahip Türk varsa, o da bağımsız bir Kürdistan için mücadele eden ve Kürd kardeşinin yanında olandır. Bunun ötesi din kardeşliği, aynı toprakların insanıyız söylemi Kürdlerin köle kalmasını istemektir. Benim dostum olacaksan ve halklar kardeş ise, bağımsız bir Kürdistanı savunacaksın. Bu Kürdler ve onların adına Ankara’da, Diyarbakır’da, Hewler’de, Kandil'de siyaset yapanlar için kırmızı çizgi olmalı!

YPG-PYD’nin Suriye’de elde ettiği kazanımları ve Suriye’deki Kürdlerin geleceği konusunda ne düşünüyorsunuz?

YPG askeri olarak Kobane‘den başlamak üzere DAİŞ'e karşı dünyada eşi-benzeri olmayan büyük bir direniş ve kahramanlık göstererek dünyada Kürdlere büyük bir hayranlık ve saygı kazandırdı. Direnen Kürd kadınını özgürlük sembolü olarak batı dünyasının medyasında çok sık gördük. Türk devleti bunu hazmedemedi ve başta Afrin olmak üzere Rojava Kurdistanı'na ölçüsüz bir şekilde büyük güç ile saldırdı. Buna karşı da ölçüsüz güç denklemine rağmen özelikle Afrin’de büyük bir kahramanlık gösterildi. Türkiye’nin desteklediği cihatçı güçler, Putin ve Rusların büyük desteği sayesinde Afrin’i işgal ve akabinde talan etti. Şu anda işgal edilen bütün bölgelerde dünyanın gözü önünde etnik soykırım uygulanmaktadır.

‘YPG’NİN BAŞARISI SİYASİ VE DİPLOMATİK OLARAK İYİ KULLANILMADI’

Askeri anlamda YPG’nin büyük bir başarısı var, ancak bu durum siyasi ve diplomatik olarak iyi kullanılmadı. Rojava’da PYD siyasi olarak oradaki bütün Kürdistani güçler ile kucaklaşmadı, siyasi bir birlik oluşturamadı, diplomatik ortak bir akıl ve temsiliyet sağlayamadı. Bunu başta Cenevre olmak üzere uluslararası görüşmelerde de görmek mümkün.

Rojava’nın geleceği ve oradaki Kürdlerin bir statüye kavuşması için Kürd partileri arasında görüşmelerin yoğunlaştırılması ve ortak hareket etme noktasında yapılan müzakereler umut verici. Orada halkımızın birliği ve siyasi partilerin ortak hareketinden başka yol yoktur. Umarım yakında bu konuda iyi sonuçlar görürüz.

Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) yöneticilerinin Irak Kürdistanı’na sığınmış bazı İranlı Kürd siyasetçileri idam edileceklerini bile bile İran’a iade etmeleri karşısında neler hissettiniz?

Bu konuda bazı iddiaları duydum. Kurdistan Bölgesel Hükümeti araştırma komisyonu kuracağını ve sonuçlarını açıklayacağını ilan etti. Bunu bekleyip görmek gerek. Ancak böyle bir şey olmuşsa kesinlikle kabul etmiyorum ve bunu yapanları kınıyorum. Bu hem Kürd halkına, hem de insanlığa karşı bir suçtur ve sorumlularının yargı önünde hesap vermesi gerekiyor.

2013 yılında Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine Irak Kürdistanı Federe Devlet Başkanı Mesud Barzani ile birlikte Diyarbakır’a gelmiş ve İbrahim Tatlıses’le sahneye çıkıp “Megri” şarkısını seslendirmiştiniz. Hatta Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan, gördüğü bu manzara karşısında duygulanıp ağlamıştı. Erdoğan’ın davetini kabul ettiğiniz için bazı kesimler tarafından AKP’nin propagandasına alet olmakla suçlanmıştınız. Daveti hangi duygu ve düşüncelerle kabul ettiğinizi sorabilir miyim?

O dönem devlet ile PKK arasında barış görüşmeleri, çözüm süreci ve açılımdan bahsediliyordu. Oraya gitmeden çok önceleri Sayın Erdoğan’ın temsilcileri defalarca beni ziyaret etmiş ve dönmem için ne gerekiyorsa yapılacağını söylemişlerdi. Ben de bu davetleri nazikçe geri çeviriyordum. Çünkü tek tarafla geri dönmeyi uygun bulmuyordum. Daha çok halkımın daveti ve isteği üzerine geri dönmek istiyordum. Bütün taraflarla görüşmemize rağmen bir türlü ortak bir noktaya ulaşamıyorduk. Vatanıma dönüş için görüşmelerimizde gerçekten siyasi bir bağnazlık durumu ile karşılaştım ve proje böylece sekteye uğradı.

‘KEK MESUD’U KIRMADIM VE BİR ŞEKİLDE 40 YILLIK ÖZLEMİMİ FEDA ETTİM’

2013 sonlarına doğru kek Mesud, Türkiye başbakanı Erdoğan tarafından Diyarbakır‘a davet edilmişti. Beni de aradılar, kabul etmedim. Kek Mesud çok acil bir görüşme için beni Hewler’e davet etti. O zamana kadar Diyarbakır’a dönmek aklımın ucundan bile geçmiyordu. Hewler’e kek Mesud‘un yanına gittim ve bana konuyu ilk sefer geniş bir şekilde açtı, “Kürdler ve Türkiye arasında barış görüşmeleri var. Erdoğan beni davet etmiş ve Diyarbakır’da önemli mesajlar verecek. Senin de orada olmanı istiyor. Gel beraber benim misafirim olarak Diyarbakır’da barışa destek vermeye ve kutlamaya gidelim” dedi. Kek Mesud‘u kırmadım ve gerçekten Kürd-Türk barışını desteklemek adına kendisine eşlik edip bir şekilde 40 yıllık özlemimi feda ettim. Yoksa benim dönüş şeklim kesinlikle böyle değildi. 40 yıllık sürgün Şivan Perwer olarak tek başıma dönmek ve halkımla kucaklaşmak istiyordum.

Daha sonra deyim yerindeyse köprünün altından çok sular geçti, Sur’da, Silvan’da, Cizre’de, Nusaybin’de, Şırnak’ta hendek çatışmaları yaşandı, şehirler abluka altına alınarak harap edildi. Bütün bu olup bitenler için ne düşünüyorsunuz? O gün barışa yönelik olarak duyduğunuz umutlarınızı koruyor musunuz?

Hendek meselesini o dönemde eleştirmiştim, Kürd hareketinin yerel olarak çok güçlü olduğu Kürd şehir merkezlerinde böyle bir kararın verilmesinin akıl ve mantık ile izahı yok. Türk devletinin Kürd karşıtlığını, baskı ve zulmünü, katliamcı geçmişini bilmeden ve onu hesaplamadan nasıl böyle bir eylemliliğe girebilirsin? Yurtsever Kürd insanlarını orantısız ve tarihinde gaddarlığı ile tanınan bir güç karşısında hedef durumuna getirmek, evinin-barkının harap olmasına sebebiyet vermek, göç ve sürgüne sebebiyet vermek sorumlu düşünen ve siyasetten anlayan bir hareketin kararı olmamalı ve olamaz! Türk devleti birçok Kürd şehrinde güya terör ve PKK’ye karşı mücadele kisvesi altında Esad’ın 1982’de Humus ve Hama katliamlarının daha beterini yaptı. Hani Erdoğan Hafız Esad’ı Hama ve Humus’tan dolayı yerden yere vuruyordu ya, kendisinin hendeklere karşı mücadelesi ve yaptığı bundan farklı olmadı.

‘ERDOĞAN’I DİŞLERİ SÖKÜLMÜŞ BİR ASLANA BENZETİYORUM’

Her zaman için barış umudunu koruyorum, çünkü nihai sonuç başka türlü olamaz. Şimdilik Erdoğan ırkçı, faşist güçlerin kucağında ve aslında kuşatmasında. Bundan kolay kurtulabileceğini de sanmıyorum. Erdoğan’ı dişleri sökülüp güçten düşürülmüş ve her tarafı vahşi kurtlar ile çevrilmiş bir aslana benzetiyorum. Türkiye ekonomik olarak çok zor durumda. Dünyanın her tarafındaki Kürd karşıtlığı bütün kaynaklarını tüketiyor ve bu çıkmaz bir yol. Şiddet ve Kürd düşmanlığı ile Kürdleri bitireceği bir hayalden ibaret. Bu Enver Paşa'nın Sarıkamış seferi ve büyük Türkistan hayallerinin peşinden koşmasına benzer!

Türkiye’de aslı-astarı belli olmayan, orada geçmişi ve yerleşmesi yaklaşık 100 yılı bulan Türkleştirilmiş muhacir bir kesimin devlet yönetiminde egemenliği söz konusu ve bunlar kraldan daha kralcı. Yüz yıldır başta Kürdler ile sunni ve Türk olmayan azınlıklara yaşamı zindana çevirmişler. Birçok kesim tasfiye ve asimile olurken, Kürd halkı bu baskılara çok ağır bedeller ödeyerek yüz yıldır baş kaldırıyor!

Mesela Afrin’de vuku bulan, esasında Osmanlı’nın İslami motiflerle fetih adı altında yağma, talan, katliam ve soykırımın bir tekrarıdır. Bence oldubittiler ile yine baskı, tehcir ve zorla göçertme siyaseti ile oradaki Kürt nüfusu değiştirip sonradan oraya yerleştirilen işbirlikçileri eliyle belki de ileride halkoylaması oyunları ile egemenliklerine bağlamak istemekteler. Şunu bilsinler ki bu çağda Kürd milleti buna ne pahasına olursa olsun izin vermeyecek ve bir gün gelecek ki uluslararası hukuki çerçevede bunun hesabını soracaktır!

Bu cumhuriyet çatısı altında barışın olacağına inanmak, ortak ve eşit bir yaşamı hedeflemek, demokratik bir dönüşüm sağlamak gerçekten yaşam olan herhangi bir gezegende bağımsız bir Kürdistan kurmaktan daha zordur.

Sizce AKP’nin başlattığı açılım süreci neden barışla sonuçlanmadı? Tarafların hangi yanlışları süreci akamete uğrattı, ya da eksik olan neydi?

“SENİ BAŞKAN YAPTIRMAYACAĞIZ” SÖZÜ, KÜRTLER İÇİN HAYIRLI OLMADI’

Esasında Türkiye’de ilk sefer barışın olacağı yönünde büyük umutlarım oluşmuştu. Sayın Erdoğan’ın o dönemki yaklaşımı bana samimi görünüyordu. Hatta o dönem Diyarbakır ziyaretimiz akabinde bir şey dikkatimi çekmişti. Bütün Türk ve dünya basını bu buluşmayı büyük gösterirken, o dönem Fethullah Gülen’e yakın basın (Zaman, Bugün v.d.) küçük bir haber olarak geçiştirmişti. Birkaç hafta sonra da Gülen’e yakın yargı ve güvenlik birimleri eliyle Erdoğan’ı hedef alan operasyonlar başlamıştı. Bu olaylar sonrası Erdoğan esasında Gülen örgütü tarafından Ergenekon’un kucağına itildi. O dönemde Kürd siyasi hareketi de Erdoğan’dan yana tavır koyamadı, “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü Kürdler için siyasetten hiç de hayırlı olmadı. Aksine Erdoğan’ın giderek otoriterleşmesine vesile oldu ve Türkiye bu şekilde tarihi barış umudunu kaybetti.

Kürdler sabır ve stratejik hedefler çerçevesinde derin siyaset yapmayı bilmiyor. Ateşe körükle gitmenin ağır sonuçlarını görüyoruz. Binlerce ölüm, on binlerce tutsak ve büyük tahribatları önleyecek bir siyaset gerçekten yapıldı mı? Tarihi barbarlık ve katliamlarla dolu olan ve gerçekten de bölgemizde askeri olarak büyük bir güç ve bunu destekleyen şovenist bir toplumla mücadelenin marifeti günübirlik, duygusal olarak hareket etmek değil, ince eleyip sık dokumak ve büyük zayiat vermeden sonuca ulaşmak olmalıydı.

Gerginlik ve şiddetin sonuçları Türkiye toplumu için de çok ağır oldu ve halen de olacak. Kendi içlerinde toplumsal bir kamplaşma olurken Kürd toplumu da Türkler ile beraber yaşama hevesini bu kadar düşmanlıktan sonra nasıl devam ettirebilsin ki?

Bütün olayları değerlendirdiğimde esasında o süreçte uluslararası güçlerin de barışı istemediği sonucunu çıkarabiliyorum.

Size görev düşerse, taraflar arasında arabuluculuk yaparak barışa hizmet etmek ister misiniz? Hem Türkiye devletine, hem de PKK yönetimine bir mesaj vermeniz istenseydi ne derdiniz?

Keşke tekrar barış tartışılsa ve bu konuda bir ortam oluşsa! Barışa her zaman destek veririm, ama arabuluculuk yapmam gerçekçi değil. Bunu alanında uzmanlaşmış itibarlı, sözünü dinletebilen uluslararası şahsiyet ve barış kurumlarının yapması daha uygun olur. Böyle bir irade çıkarsa Orta Doğu’da barışın sağlanmasını da beraberinde getirir.

Türk devleti dışarıda Suriye ve Libya gibi çatışmalara müdahil ve para kaynağı aktarıyor, Kürdlere karşı ekonomik bedeli ağır olan bir savaş ve mücadele içinde. Gerginleşme ve kamplaşma Türkiye’de had safhada. Coronavirus hastalığı da buna eklenince ekonomik olarak büyük sıkıntıların olacağını kestirmek zor bir tahmin değil. Tabii bu olaylar birkaç sene sonra yapılacak seçimlerin sonuçlarını da etkiler.

Bütün bunları üst üste koyup gerçekçi olmak gerekirse mevcut konjonktürde demokratik seçimlerle yeni bir yönetim gelmediği müddetçe mevcut yönetimden bir açılım beklemek saflık olur. Bunlar bütün imkanlarını ve mesailerini Kürdlerin imhası, geriletilmesi için harcıyorlar. Dolayısı ile kısa süreli bir barış umudu göremiyorum. Yanılmış olayı isterdim.

1991 yılında Tempo dergisi adına sizinle yaptığım söyleşide, Kürdçe parçaları Türkçe sözlerle okuyan sanatçıları kaynak göstermedikleri için ahlaksızlıkla suçlamıştınız. Bu sanatçılardan biri olan İbrahim Tatlıses ile Diyarbakır’da bir araya geldiğinizde bu konuda sitemde bulundunuz mu?

Tatlises‘in çok güzel bir sesi var. Türk popüler müziğine büyük katkı sunan ve dinlenilmesini sağlayan bir sanatçı. Bununla da maddi olarak bayağı zengin oldu. Tatlıses ve diğer Kürd kökenli birçok sanatçı maalesef kaynağını belirtmeden ve izin almadan Kürd müziğini Türkçeleştirdiler. Bu emek hırsızlığıdır. Bu konuda kendisini dava da ettim. Ancak İbo ağır bir saldırıya uğradı ve sağlığı bozuldu. Bu duruma çok üzüldüm. Diyarbakır’da bu konuyu konuşmadık. Diyarbakır’a gitmeden evvel davanın sulh içinde sonuçlanması için avukatımı görevlendirmiştim.

‘TATLISES’İN AFRİN VE ROJAVA'YA YAPILAN SALDIRILARA DESTEK VERMESİ, İĞRENÇ’

Tatlıses’in Afrin ve Rojava’ya yapılan Türk işgal saldırılarına destek vermesi ve ırkçı marşlara eşlik etmesi çok iğrenç bir durum. Kendi halkından insanların katliama uğramasına alkış tutmak çok aşağılık bir tutum. Bir insan ve bir sanatçı buna nasıl tenezzül edebilir? Bu durum insani duygularını kaybetmekle eşdeğer, çok yazık!

HDP'nin son yerel seçimde kazandığı 65 belediyenin 45'ine İçişleri Bakanlığı tarafından kayyım atandı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sayın Erdoğan belediye başkanı iken o dönem baskın olan Kemalist elit kendisini belediye başkanlığından adaletsiz bir şekilde almış ve cezaevine göndermişti. Kendisi o dönem sürekli halkın iradesine saygı gösterilmesi gerektiğini ve seçimle gelenin tekrar halkın oyu ile gönderilmesini dile getiriyor ve mağduru oynuyordu. Ne hazin ki kendi yönetimi altında son iki dönemde onlarca belediye başkanı görevden alınarak yerlerine kayyumlar atandı. Bu durum Kemalistlerin cumhuriyetin ilk dönemlerinde, milletvekilleri ve belediye başkanlarını atamasına benzer. Anti demokratik ve otoriter bir rejimin kanıtı, buna siyasi diktatörlük de diyebilirsiniz.

Bu belediye başkanlarına yöneltilen suç bölücülük ve teröre destek! Kürd meselesinin çözümü için fikrini açıklayan, herhangi bir etkinlikte konuşan, barışçıl bir protesto eylemine destek veren herkese terör soruşturması açılmaktadır. Bu da halkın büyük çoğunluğunun oyu ile gelmiş birinin belediye başkanlığından uzaklaştırmaya yeterli bir gerekçe! Ne kadar anti demokratik, adaletsiz, halkın iradesini hiçe sayan bir durum değil mi? Aslında bu Kürd halkının iradesini tanımamakla eşdeğer ve bunu isteyen derin bir devlet mekanizması olmakla beraber, bizzat uygulayan Erdoğan’dır! Barış için bu rejimden ve şahsiyetten hala umut beklenebilir mi?

‘HDP NEDEN GANDHİ GİBİ SİVİL İTİATSIZLIK EYLEMLERİ GELİŞTİRİPI DAYATMIYOR?’

Bu rejimin demokrasi ile bir alakasının kalmadığını, tamamıyla Kürd düşmanlığına dayanan bir siyasetin ürünü olduğunu söyleyebilirim. HDP ve ona yakın kurumların hala ısrarla “Demokratik Türkiye”yi savunmasını anlamakta zorluk çekiyorum. Madem ki HDP Kürd oyları ile seçiliyor, neden bu parti Gandhi gibi barışçıl, sivil itiatsızlık eylemlerini geliştirip bu rejime karşı artık Kürd halkının temel haklarını, kendi kaderini belirleme hakkını talep etmiyor ve kitleleri buna yönlendiremiyor. Tabii bu arada şimdilik Coronavirus nedeni ile yapmaması daha sağlıklı, ama ilerisi için daha tutarlı bir çizgiyi yakalaması önemli. Gözü dönmüş bu rejimin kurumlarını savunup sıkı bağlanacağına bunu onlara dayatabilmeli. Rejimin diğer partilerinden de umut beklemelerine hiç gerek yok. Bunlardan demokrasi cephesi çıkmaz. Zaten bu devlet içinde kimse HDP’nin ismini anmak ve merhabalaşmak bile istemiyor.

Cezaevindeki HDP eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ile haberleştiğiniz anlaşılıyor. Demirtaş'ı bir siyasetçi olarak nasıl buluyorsunuz, hapiste olmasına ne diyeceksiniz? Usta bir müzisyen olarak Selahattin Demirtaş'ın saz çalmasını ve sesini beğeniyor musunuz?

Selahattin Demirtaş dört seneye yakın hukuksuz bir şekilde göstermelik iddialarla cezaevinde ve bana göre bir siyasi rehine. Bu devlette Kürdler için hak ve hukuk kalmamış. Şehirlerini tank ve topla yıkan, her gün uçakları ile yüzlerce sorti yapıp Kürdleri öldüren bir düşman rejim ile karşı karşıyayız. Selahattin gibi on binlerce insanımız Türk devleti tarafından rehine olarak tutulmakta ve dünya devletleri bu duruma karşı sessiz, adeta üç maymunu oynuyor. Esasında bu rejim dünya basını, kamuoyu ve insanlık tarafından teşhir edilmiş, bir şekilde izolasyonu da yaşıyor. Ama Türk rejimi genel olarak büyük siyasi güçlerin Ortadoğu çelişkilerini iyi kullanıp nefes alabiliyor.

‘İÇİMİZDEKİ BAĞNAZ ANLAYIŞLAR DEMİRTAŞ'IN GÜÇLÜ VE SERBEST HAREKET ETMESİNİ ÖNLEDİ’

Selahattin beye selamlarımı göndermiştim, kendisi de sağ olsun bir açıklama yapmış. Bana göre Demirtaş çok akıllı ve dinamik bir siyasetçi. Zihni çok berrak ve siyaset diline hakim. Sanırım içimizde olan bazı bağnaz anlayışlar onun daha güçlü ve serbest hareket etmesini önledi. Ama geleceği açık ve çok beğendiğim aydın bir şahsiyet. Bu özeliklerinden dolayı halkı tarafından çok sevilen, aynı zamanda sanat ve edebi alanda üreten dopdolu bir kişilik. Güzel bir sesi var ve aynı zamanda güzel saz çalıyor. Onun bu yönlerini gerçekten çok beğeniyorum. Umut ediyorum ki esareti daha uzun sürmez ve tekrar halkının arasına geri döner. Bu tehlikeli günlerde kendisine sabır, sağlık ve esenlikler diliyorum. Kendisi ile buluşup dertleşmekten büyük mutluluk duyarım.

-Son olarak Türkiye’de yaşayan hayranlarınıza bir mesajınız olacak mı?

Zor günler yaşıyorsunuz, size karşı büyük baskıların farkındayım. Dünyada büyük teknolojik gelişmeleri iyi takip ediniz. Umudunuzu yitirmeyin, okuyun, anadilinize sahip çıkın, teknolojik imkanlar artık dilinizi öğrenmenize imkan veriyor. Çocuklarınıza mutlaka anadilinizi öğretin, olayları iyi kavrayın, bana karşı yapılan saldırılara lütfen aynı seviyede yanıt vermeyiniz. Birbirimizi anlamaya, tolerans göstermeye çalışalım ve toplumsal farklılıklarımızı kabul edip ulusal birliğimize sahip çıkalım, destek verelim. (Artıgerçek/ Mehmet Korkmaz)