Yazar Murat Çakır, Yılmaz Güney'i Anma Gecesi'nde günümüz dünyasında yaşanan savaşları, egemen güçlerin politikalarını, uluslararası bir uzman gözlemci birikimiyle değerlendiren bir konuşma yaptı. İşte o konuşmanın tam metni:


İNADINA İSYAN, İNADINA DEVRİM VE İNADINA SOSYALİZM!

Yılmaz Güney'in en önemli yanı, önce kendi kişiliğine karşı devrimci mücadele vermiş olmasıdır.

Bugün kendisine devrimciyim, sosyalistim, diyen kim var ise, devrimi önce kendi içerisinde yapması gerekmektedir. Öyle zanediyorum ki, bu Yılmaz Güney'den bize kalan en önemli öğretidir. Hafızamızı her zaman tazeleyen anısı önünde saygıyla eğildiğimi belirtmek isterim.


Hafızamızı tazelememiz gereken noktalardan bir tanesi de yine bugünle ilgilidir. Bugün 6-7 Eylül 1955 yılında İstanbul'da yaşayan başta Rumlar olmak üzere azınlıklara yönelik tahrip ve yağma hareketinin yıldönümüdür. Bu, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasını sadece Denizler, Mahirler İbrahimler, Mazlumlar, Sakineler gibi yiğit insanları çıkardığı bir coğrafya olmadığı, aynı zamanda katliamların, soykırımların, yerinden etmelerin de bir coğrafyası olduğunun da bir kanıtıdır.

DÜNYANIN NERESİNDE BİR ZULÜM VARSA KENDİ İÇİMİZDE HİSSETMELİYİZ!

Ve bugün Rojava'ya, Şengal'e baktığımızda, 1915'te Asuri, Süryani ve Ermeni halkının başına neler geldiğini, ne acıları çektiklerini, hangi trajedilerden geçtiklerini, ufakta olsa anlayabiliyoruz. Ve kalbimiz Şengal'den kaçan bir Tavuz kuşu gibi masum Ezidilerde, Türkmenlerde, şiilerde ve Işid çetesi tarafından katledilen tüm diğer insanlardan... Hafizamızı bu yönden tazelemek zorundayız ama şunu da unutmamamız gerekiyor. Her kim ki, imtiyazlı coğrafyada, Avrupa'da, dünya'nın kaymağını yiyen coğrafyadan, ''buraya gelmez burada bana bir şey yapamaz'' diye düşünüyorsa, fena halde yanılıyor. Çünkü, bugün emperyalistlerin dünya çapında gerçekleştirdikleri bu stratejileri, bize hemen buradan, bugün, dün, yarın doğrudan etkisi var. Emperyalist saldırılar bize ırkçılıkla, yabancı duşmanlığıyla, Neofaşizmiyle, ayrımcılıkla, işçi ücretlerindeki düşmelerle, sosyal devlet standartlarını geriletmekle, yaşadığımz ülkenin militaristleşmesine neden olmaktadır. Toplumun militaristleşmesine neden olmaktadır. O nedenle dünyanın neresinde bir zulüm varsa, bu zulmü kendi içimizde hissetmeli, bu zulmü bize karşı yapılmış bir haksızlık olarak görmek zorundayız ve buna karşı da pozisyon almak, kapitalist, emperyalist sisteme karşı bulunduğumuz her yerde mücadele etmemiz gerekmektedir. Bu bizim en önemli görevlerimizden birisidir.

YENİ DÜNYA SAVAŞI YAŞANMAKTA

Karl Marx, “Filozoflar, yalnızca çeşitli biçimlerde dünyayı yorumladılar; oysa asıl olan, onu değiştirmektir.” demişti. İçinde yer aldığımız ve geldiğimiz gelenekten olan siyasi örgütler, yapılar, dünyayı değiştirmek için uğraştılar ve ama bugün bir noktaya geldik, Dünya'yı yeniden anlamamız gerekiyor. Dünya'ya baktığımızda, Almanya'ya , Fransa'ya,İngiltere'ye, çekirdek ülkelere, bombalar yağmadığı için, dünya savaşı olarak nitelendirilmeyen bir Dünya savaşı da yaşadığımızı unutmamamiz gerekiyor. Afganistan'a baktığımızda, Srilanka'da daha önce yüzellibin insan öldürüldü, Somali'de, iki milyon insan öldürüldü, Irak'ta milyonlarca insan öldürüldü ve halen öldürülmekte, Süriye'de, insanlığın en önemli hazineleri yok edilmekte, Gazze'de insanlar bombalanmakta, çoluk çocuk öldürülmekte, bu bir dünya savaşı değilde nedir? Bu dünya savaşının arkasındaki nedenler neledir, bunu hafızamıza getirelim. Bir çoğumuz bunu biliyor ama bir kez daha bunu tekrarlamakta zarar yok. Kanımca, Emperyalist stratejiler için belirleyici olan üç temel nokta var;

ABD'NİN YENİ POLİTİKASI: BİR DAHA SOVYETLERE İZİN VERİLMEMELİDİR

Bunlardan bir tanesi, iki kutuplu Dünya'nın bitişinde, yani Devlet sosyalizm deneyinin hüsranla sonuçlandığı 1990 sonrasında, ABD'nin Wall Vomit doktrini olarak tanınan bir doktrin ve bugün ABD'nin devlet akli haline geldi. Savunma ve planlama tatbikatı şunu öngörmektedir; Bir daha Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, benzeri veya o çerçevede olan stratejik bir gücün ortaya çıkması engellenmelidir. Doktrinin temel özelliği bu.

Şimdi diyeceksiniz bunun ne alakası var. Bunun en yakın örneklerini Ukranya'da görmekteyiz, eğer Ukranya'da Faşistler iktidara gelebildiyse, Ukranya'nın bölünmesi söz konusuysa, bu gelişmelerin arkasından bu sözünü ettiğim dokrinin yattığını bilmeniz gerekiyor. Bu daha öncede yaşandı, 2008 Kafkasya savaşında, Gürcistan'ın NATO'ya üye edilme tartışmaları veya ''portakal devrimi'' olarak adlandırılan ve ABD'deki Rand Corporation tarafından icat edilen devrimlerde olduğu gibi bunun temel hedefi Rusya'yı NATO üyesi ülkelerle çevirmek ve aynı zamanda Çin'i Pasifik'te kuşatma altına alma çalışmalarıdır.

NATO DÜNYA BARIŞINI TEHDİT EDİYOR

İkinci temel Nokta ise, Batılı ülkelerin enerji güvenliği ve serbest dünya ticaretininin sağlanması yani fosil enerji kaynaklarına uluşım, hammadde kaynaklarına ulaşımı sağlamak, dünya piyasalarını girmesini sağlamak ve bunu ekonomik, siyasi ve askeri açıdan güvence altına almaktır. Bu açıdan baktığımızda BM hukukuna aykırı, mudahale savaşlarının, işgal ve rejim değişikliklerini istila çetelerinin, İşid gibi vahşi, barbar, terörist cinayet çetelerinin insanlığını üzerine salınmasının nedenleri burada yatmaktadır. Bu çerçevede Nato'nun, dönüşümünü düşünmemiz gerekmeketdir. Daha iki gün önce, 4-5 Eylül'de İngiltere'de zirvesini yapan Nato, bundan sonra doğu Avrupa'ya askerler yerleştirerek, dünya barışını yeniden tehdit altına almaya çalışmaktadır.

GÜNÜMÜZDE NEO-NAZİLERE DOĞRUDAN İHTİYAÇ KALMADI

Üçüncü temel noktaysa; Emperyalist güçler arasındaki çelişkilerin azaltılması için işbirliğinin geliştirillmesi, görev, masraf, risk paylaşımının sağlanmasıdır. Bugün ABD'nin geriye çekiliyoruz (Örneğin Irak'ta v.b) politikasının arkasında, Türkiye, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Brezilya ve buna benzer ülkelerin emperyalist stratejilere koordine edilmesiyle bir bağlantısı vardır. Onun ötesinde G-20 zirveleri olarak adlandırılan anlaşmalar, Trans Atlant anlaşmalar, AB'nin inisiyatifsizleştirilmesi, AB, Almanya'nın, ABD'nin geri çekileceği yerlerde görev alması, bütün bunların temel noktalardan birisiyle bağlantısı vardır. Bunun sonucunda da Avrupa'da şunu görmekteyiz, hemen hemen bütün Avrupa ülkelerinde sağ popülizm iktidar olmaktadır. Sağ popülizm bütün partileri, Sosyal Demokratları, bir zamanların pasifist, insani, hümanist partisi olan Yeşillerin, ama bugünün liberal olan Yeşillerin politikalarını belirler duruma gelmiştir. Artık Neo-Nazilere doğrudan ihtiyaçları yoktur ve onun için küçük tutulmaktadırlar. Ama diğer tarafta sağ popülizmle birlikte çoğunluk toplumundaki refah sorunları körüklenmekte ve göçmenlere ve mültecilere karşı politikalarla iç politikada sertleşmeler yapılmaktadır.

İşte bu üç temel noktayı gözönünde tutmak zorundayız. Pekala buradan ne çıkarmamız gereken sonuç nedir?

YILMAZ GÜNEY DEVRİMİ KENDİ KİŞİLİĞİNDE BAŞLATTI

Buradan Yılmaz Güney'e gelmek istiyorum, Yılmaz Güney, devrimi önce kendi kişiliğinde başlattı. Kendisine karşı mücadele verdi. Devrimciliğin, sosyalizmin bir başka ülkede veya fi tarihinde yaşayacağını düşünerek değil, bugün ve burada sosyalizmi yaşayabilmek, paylaşım yapabilmek, bu çerçevede görevleri üstlenebilmek, işçi sınfı içinde, işçi sınıfıyla birlikte, diğer uluslardan ve kökenlerden komünistlerle, devrimcilerle işbirliği içerisinden ortak mücadele vererek. Öyle zannediyorum ki, İbrahim Kaypakkaya ve diğerleri gibi bir ağaç gibi ayakta ölebilen ender insanlardandır. Onların ardından bizim söyleyeceğimiz sözü, Nazım Hikmet söylemiştir. Ölenler düşerek öldüler, güneşe gömüldüler! Akın var güneşe akın! Güneşi Zaptedeceğiz, güneşin zaptı yakın! Bunun için hepinize tekrar selamlar ve son olarak, İnadına isyan, inadına devrim inadına sosyalizm.