11 Mayıs akşamı Kulturbunker'da önce genç bir kadının parmakları bir piyanonun tuşlarında gezmeye başladı. Sonra bir adam -tam da gözümüzün önünde kahır ve acı içinde kıvrandı, o yetmedi bir de küfredip durdu. Kadının parmaklarındaki ses, adamın dilindeki kelimelere değdi. Adam kelimeleri estetik bir incelikle üzerinde gezindiği sahneye serdi. Hatta birara biz de öyle etkilendik ki; -hızımızı alamayıp cümleten sahnedeki adamla birlikte küfrettik...! Estetik bir şekilde ama... Şimdi diyeceksiniz ki, "Küfrün de mi estetiği olur?" Ben de diyeceğim ki; "Elbette olur...! Can Yücel küfrederse olur."

CAN en son Köln-Mülheim'da "Can'ın canı cehenneme !" diyerek 250. kez sahneye çıktı. Genco Erkal'ın Can Yücel'in şiirlerini derleyerek hazırladığı oyuna Mehmet Güleryüz'ün çizgileri eşlik etti. Tek kişilik oyunu sahneleyen Kemal Kocatürk, müziği ve ışıklandırmayı yapansa eşi Ayça hanımdı. Oyun öncesi her ikisiyle Türkiye'de devlet şiddetinin tiyatroya etkileri hakkında sohpet etme şansımız oldu.

Tiyatro Kumpanyası

Kemal bey, 1989´da üniversiteden mezun olmuşsunuz. Hemen ardından ilk şiir kitabınız yayınlanmış. Oyun metinleri yazmışsınız, oyunlarda, sinema ve dizilerde rol almışsınız, rejisörlük yapmışsınız. Şimdi de eşinizle birlikte kurduğunuz Tiyatro Kumpanyası adlı bir ekibiniz var. Oyunlarınız tamamen Türkçe ve Türkiye odaklı olduğu halde geçen yazdan beri(Ağustos 2017) Berlin´de ikamet ediyorsunuz. Sizi buraya hangi rüzgar attı? Berlin´e yerleşme sebebiniz nedir?

Kemal Kocatürk: Kısaca Türkiye'deki politik gelişmeler diyebilirim.

Türkiye´deki politik gelişmeler aslında pek de yeni değil. Askeri darbeler, anti-demokratik uygulamalar..-vs. Bunlar hep bildiğimiz şeyler. Sizin şahsınıza yönelik gelişen bazı şeyler de oldu. Biraz bunlar üzerine konuşabilir miyiz?

Kemal Kocatürk: Elbette. 2016´da OHAL kapsamıda benimle birlikte altı arkadaşım hakkında önce soruşturma açılmıştı. Sonra ben açığa alındım.

Gerekçe?

Kemal Kocatürk: Gerekçe yok. Şimdiye kadar hala doğru dürüst bir açıklama yapılmadı. Ama bunun sebebi zaten malum. Şöyle söyleyeyim; ben ilk olarak 1980´de gözaltına alınmıştım. Lisedeydim o zamanlar. Daha o gün başlayan serüven hala bitmedi. 1986´da konservatuarda öğrenciydim. Yine kendi yazdığım tek kişilik bir oyun yüzünden Komünistlik yaptığım gerekçesiyle DGM´de 15 yılla yargılandım ve beraat ettim. Dediğiniz gibi 1989´da mezun oldum, ancak 1990´lı yıllar sert yıllardı. Sağ terör gelişmişti. Hizbullah vardı. Tansu Çiller gibi bir "Demir Leydi"´miz vardı. Şimdi biliyorsunuz Meral Akşener gibi bir "yiğidimiz" var. Doğu ve Güneydoğu'da hatta Türkiye'nin pek çok yerinde faili meçhul olaylar arttı. Bugün olduğu gibi dün de bu olaylar karşısında bildiğimi söylemekten çekinmedim. Her söyledigimin arkasında da durdum.

Bilip söylemekten çekinmediğiniz, devleti rahatsız eden şey ya da şeyler ne(ler)dir?

Kemal Kocatürk: Ben sosyalistim. Özgürlüklerden ve eşitliklerden yanayım. Hakların kültürlerin özgürlüğünden bahsediyorum. Özellikle emperyalizmin baskılamış olduğu cografyalarda özgürlüklerden yana olmak son derece doğal bir tepki.

Tabi... Bu bildiğiniz ve söylemekten çekinmediğiniz şeyler aslında milyonlarca insanın talebi de değil mi ?... Dile getirdiğiniz ifadeler tamamen insan haklarıyla ilgili diyebilir miyiz?

Kemal Kocatürk: Aynen. Bu yanlış bir şey değil zaten. İşte bunun için diyorum, bunu söylemekten neden çekinelim ki?!

- Ama bunları söylemekten çekinenler, hatta biat edip kabul edenler de var.

Kemal Kocatürk: Evet. Biat olmasa bile susanlar var. Bu da aslında bazı durumlarda suça ortak olmak anlamına geliyor.

Son yıllarda sadece tiyatrocular değil, örneğin barış akademisyenleri ve hatta Türk Tabipler Birliği de birtakım engellemeler, tehditler ve baskılarla karşılaştı.

Kemal Kocatürk: Elbette orada da fikrini dile getirenlerin başına neler geldiğini hep birlikte gördük. KHK ile işlerine son verildi. Bu aslında bir yöntem. Devlet sizi açlığa mahkum ederek boyun eğmeye zorluyor.

Kemal bey siz yıllardan beri tiyatro-sinema sektörü içerisinde olan bir kültür insanısınız. Yaptığınız iş gerek yazarak, gerek oynayarak gerekse yöneterek toplumu sahneye ya da ekrana taşımak. Eğer toplumda sorunlar varsa bunu dile getirmeniz de çok doğal değil mi? Yani siz aslında "bildiğinizi söylemek" le işinizi-görevinizi yapıyorsunuz, devletse işinizi yapmanızı engelliyor diyebilir miyiz?

Kemal Kocatürk: Evet, kesinlikle...! Devletle ilgili bu resim hiç değişmemiş Türkiye'de. Hangi parti iktidarda olursa olsun, resim aynı. Hadi CHP'yi "sol" görecek olsak bile, 45-50´li yıllarda iktidardayken, onun da demir bir yumruğu vardi. Yani bazen sağ, bazan sol ama demir yumruk(devlet) aynı kalıyor. Değişen bir şey yok.

Şu an iktidardaki parti ile ilgili ne diyeceksiniz? Diğerlerinden farkı nedir?

Kemal Kocatürk: AKP'nin yaptığı son derece kurnazca bir çalışma. "yetmez ama evet" döneminde yaptığı resmen, kaşıkla verip kepçeyle almaktı. Özgürlüklerin nasıl dağıtılacağını tarif eden bir hükümetle karşılaştık. Ve bu özgürlüklerin de kontrollü bir şekilde, kısmen de olsa verildiğini gördük. Bazı dostlar-arkadaşlar o dönem, "yetmez ama evet" diyerek yanılgıya düştüler. İşte o zaman açılan gedik zamanla büyüdü. Bütün kazanımlar tersine dönmeye başladı. Bilimin sesi kısıldı. Liyakat yok oldu. TÜBİTAK gibi önemli bir kurumun başına bile, yetkin olmayan insanlar getirildi. Rektör seçimlerinde de aynı şekilde. En az oy alan, ama devlet-hükümet anlayışına yakın olanlar rektörlüğe getirildi. Demokrasi yok edildi. Hiç edildi?!

Peki var mıydı demokrasi? Yani kısa bir süre içinde eğitim-bilim kurumlarındaki tek tek kişiler değil, seçim sistemi tamamen değiştirilebiliyorsa; bu bize var olan yapıyı koruyacak bir aygıtın -yani aslında demokrasinin de olmadığını göstermez mi?

Kemal Kocatürk: Hiç olmazsa seçim yapılıyordu. Seçimlerde yetkinliği olan, liyakat sahibi insanlar yönetime geliyordu.

Gündemde şu sıralar cumhurbaşkanlığı seçimi var.

Kemal Kocatürk: Tabi, orda da göreceğiz şimdi...! Sol bir muhalefet yok. Sağın sağla çekişmesine tanıklık edeceğiz. Yani şimdi açık konuşursak şunu söyleyebilirim, önümüze iki tane şişe koyuyorlar. Bizi ikisinden birinin üzerine oturmaya zorluyorlar.

Bu metafar çok kötü oldu. Değiştirip ayakkabıya çevirsek olur mu?

Kemal Kocatürk: Hayır kesinlikle...!! Bu ayakkabıyla falan geçiştirilecek bir şey değil çünkü. Gerçekten değil...!! İnsanlar ciddi bir baskı altında seçime gitmeye zorlanıyor. "Hiçbirini seçmiyorum" dediğinde, diyorlar ki; "Boykot etmek mi istiyorsun? Demek ki var olan düzenin devamından yanasın." Sınırlı imkanlarla en zor şartlar altında kendi alternatifini yarattığında da seçim sistemini değiştirip, baraj uygulaması getiriyor. Devlet aygıtının insanlara dayattığı "demokrasi-seçim" anlayışı bu. Kendi iktidarına aykırı olana hak tanır mı? Tanımaz. O halde bu hakkı alabilmek için mücadele etmek lazım.

Anahtar kelimeyi söylediniz Kemal bey. Orayı müsadenizle biraz açmak istiyorum. Hak aramak dediğinizde, devlet tam da bu noktada başka bir anlayışta değil mi?... Hak arayanı "terörist", hatta mevcut hükümetten yana olmayan herkesi potansiyel terörist olarak lanse etmiyor mu? Sanırım toplumun büyük bir çoğunluğu da bu konuda suskun kalıp kabulleniyor. Bizde "hak aramak" neden meşru değil?

Kemal Kocatürk: Orada neye karşı hak aradığınız meselesi devreye giriyor. Mesela devlet işverenlerle yaptığı bir toplantıda dedi ki; "OHAL ile birlikte işçiler de grev yapmıyor. Artık daha ne istiyorsunuz?" Bu ifadeye karşı ne işçilerden ne de işçi sendikalrından hiçbir tepkinin gelmemesi enteresan değil mi? 1970´li yıllarda böyle bir cümlenin sarfedilmesi mümkün müydü? Bu bir bilinçtir. Bugün o bilinç yok edilmiş durumda. Nasıl yok edilmiş? Sendikalaşmanın ve örgütlenmemin önüne geçilerek.

Hak arayabilmek için hakların da ne olduğunu bilmek gerekiyor galiba.

Kemal Kocatürk: Ya bir kere birlikte huzur-barış içinde yaşayabilmek için ortak bir metnimiz olaması gerkir değil mi? Anayasa. Anayasa kuralları çerçevesinde Yurttaş olarak haklar ve görevlerimizle birlikte yaşamak. Eskiden okullarda yurttaşlık dersi vardı. Artık böyle bir ders yok. Anayasa da yok. OHAL Anayasa´yı, Anayasa Mahkemesi´nin aldığı kararları falan tanımıyor. Böyle olunca da insanlar üst pozisyondakilerin kendisine tanıdığı kadar bir hakka ve özgürlüğe sahip olduğunu sanıyor. Faşizmi içselleştirmiş bir toplumuz.

Bu da sanat-kültür-bilim-eğitim ve basın emekçilerinin işini yapmalarının önünde bir engel.

Kemal Kocatürk: Tabi. Bu zor şartlara rağmen ayakta kalabilmek, geçinebilmek için eşimle birlikte yedi yıl önce Tiyatro Kumpanyası adlı kendi özel ekibimizi kurduk. Türlü zorluklarla karşılaştık. Kurumlar çok basit işlerle önümüzü kesmeye çalıştı. Bir süre sonra salon da vermiyorlar zaten. Ya da salon bulsak bile kapıya polis dikiliyor. Kapıda polisin beklediği bir etkinliğe - hele bu şartlarda kim cesaret edip gelebilir ki... Öteyandan hakkımda açılan irili ufaklı bir sürü dava da beni germeye başladı. İnsanlar sosyal medyadaki herhangi bir paylaşım yüzünden bile sabaha karşı evlerinden alınıyor. Bu halde işimizi yapamayacak duruma da gelince ister istemez başka çareler aramaya başladık. Yurtdışı bir alternatifti. Birçok akademisyen, sanatcı arkadaşımız da aynı şekilde kendi şartlarını terkedip yurtdışına yerleşmek zorunda kaldı. Yani bir bakıma biz kendimizi sürgün ettik. Gönüllü bir sürgüne çıktık.

Gönüllü ama yine de sürgün.

Kemal Kocatürk: Evet sürgün...

İstanbul'u hiç özlemiyorum.“

Peki bu konuyla ilgili biraz da Ayça hanımın fikrini almak istiyorum. Ayça hanım buradan bakıldığında genç-modern bir kadın olarak Türkiye´de yaşamak çok zor görünüyor, ne dersiniz?

Ayça Kocatürk: Evet ya, gerçekten ciddi bir kadın düşmanlığı var. Şimdi başı açık ya da kapalı meselesi oluyor. Başı açık olan dezavantajlı durumda. Halbuki kapalı olan da kapalı gibi değil ki... Modern kapanma diyorlar mesela. Bizi yanyana koysanız bence onlar daha dikkat çekici. Ben şahsen şöyle düşünüyorum. Gerçekten dindar olanların buna içerlemesi lazım. Çünkü kapanmanın esas amacı dikkat çekmemek değil mi? Bir yandan da bizlere(başı açık olan kadınlar) karşı şiddet arttı. Duymuşsunuzdur; mini etek giydi, ya da "gece sokakta ne işi vardı?" diye kadınlar sürekli saldırıya uğruyor. Erkek kadını dövme hakkına sahip, ama kadın kendini ona karşı savunma hakkına sahip değil. Şimdi kadın hakkını nerede arayacak? Hani daha az önce "hak aramak neden meşru değil ?" dediniz ya, burda da öyle bir şey sözkonusu.

Hak aramaya engel olan biraz da korku diyebilir miyiz?

Ayça Kocatürk: Zaten toplum o korkuyla hareket ettiğinden kadın da hakkını aramaya çekiniyor. "O saatte orada ne işi vardı?" ya da "neden mini etek giydi?" diye saldırıya uğrayan kadını kınama var. Şimdi bizim iki kızımız var. Biri 13 diğeri 7 yaşında. Onları nasıl koruyacağım diye düşünürken, aslında ben de aynı toplum gibi korku içinde yaşamaya başlamışım. Onu farkettim. Çünkü şunu giyme, sokağa çıkma, erken gel diyordum.

Çünkü sizi korkutan bir saldırı tehlikesi var.

Ayça Kocatürk: Tabi. Her an herşey olabilir diye aklınızdan geçiyor. Mesela büyük kızım yalnız okuldan eve geliyor. Tek başına artık onu yollayamaz hale gelmiştim. Ya bu çocuk üniversiteye de gidecek. Bırak eteği belki ilerde sadece başı açık diye saldırıya ya da hakarete uğrayacak. Saldıranlar kendilerinde herşeyi yapma hakkını görüyorlar. Ceza da yok. En kötüsü toplumdaki her kesimin bunu onaylamaya başlaması. Buraya itildik galiba.

Yurtdışına ne zaman çıktınız?

Ayça Kocatürk: 15 Ağustos 2017

Daha bir sene olmamış. Sizi sanki daha iyi gördüm.

Ayça Koactürk: (Gülümsüyor) evet çok iyiyim. Yani ailece geldiğimizden beri kendimizi çok iyi hissediyoruz. Nasıl bu kadar rahatladık diye şaşkınlık içindeyiz. Kızımı tek başına tanımadığı bir şehirde yalnız okula gönderebiliyorum mesela. Düşünebiliyor musunuz? İstanbul´da böyle bir şeye cesaret edemezdim. Şimdiye kadar iki kere yolunu kaybetti, ama İngilizce´ye hakim olduğundan yeniden eve gelebildi. Bir de cep telefonları da var tabi ki. Ama en güzeli Türkiye´de yaşadığım korkuları burada duymuyorum. İçim rahat.

Özlüyor musunuz İstanbul'u?

Ayça Kocatürk: (hiç düşünmeden kafasını sağa sola sallayarak cevaplıyor) Hayır. Kesinlikle hiç özlemiyorum. Henüz hiç özlemedim. Tabi ki ailemiz sevdiklerimiz orada. Onların dışında hiç özlemiyorum. Zaten gelince farkettik. Biz uzun zamandan beri İstanbul` u hiç yaşamamışız. Birara bombalar patlıyordu. Eee ordan kaç burdan kaç, oraya git buraya gitme... Sosyal hayat sadece komşulara gitme şeklindeydi.

Burada bir rahatlama oldu diyorsunuz. İş açısından nasıl?

Ayça Kocatürk: Eşimle birlikte çalışıyoruz. Gelir gelmez resmi işlerin yanısıra işimizi de yoluna koymaya çalıştık. Şimdilik herşey iyi gidiyor.

Peki, sanırım oyun başlamak üzere. Çok teşekkür ediyorum söyleşi için. Başarılar diliyorum.

Ayça Kocatürk: Biz teşekkür ederiz.

(11.05.2018 CAN adlı oyunun sahnelenmesinden önce)

Köln, 19.05.2018