AB’nin Erasmus+ fonları, Türkiye’de Batı kültürüne savaş açan Erdoğan'ın himayesindeki vakıflara milyonlarca Euro sağlıyor.

Mumay’ın yazısına göre; Avrupa kültürünü “yozlaşma” diye niteleyen, Batı değerlerini hedef alan ve yönetiminde Erdoğan’ın kızının olduğu TÜRGEV, oğlunun yönettiği TÜGVA gibi örgütlere, son dört yılda 1,5 milyon Euro’nun üzerinde AB desteği aktarıldı.

Yazar, “İslamcı ideolojilerini, sizlerin de vergileriyle yayıyorlar” diyerek çarpıcı bir tablo çizdi.

Diyanet de fon alıyor

Mumay ayrıca, Diyanet’in vakfının da AB fonlarından yaklaşık 50 bin Euro aldığına dikkat çekti. Kadınların kocalarına itaat etmesi gerektiğini savunan, küçük yaşta evlilikleri meşrulaştıran yayınlara imza atan bu vakfın, Batı’dan fon almasının büyük bir çelişki olduğunu vurguladı.

“Türkiye’de sivil toplum baskı altında”

Makalede, Türkiye’de bağımsız sivil toplum örgütlerinin baskılarla susturulduğu, kaynaklarının kesildiği ve gönüllü sayısının giderek azaldığına da yer verildi. Buna karşın iktidara yakın vakıfların devlet desteğiyle büyüdüğü ve Avrupa’dan ek kaynak sağladığı belirtildi.

Kardeşi tarafından öldürülen Hatun Sürücü’nün oğlu, 20 yıl sonra sessizliğini bozdu
Kardeşi tarafından öldürülen Hatun Sürücü’nün oğlu, 20 yıl sonra sessizliğini bozdu
İçeriği Görüntüle

Ekonomik kriz ve toplumsal umutsuzluk

Mumay, Erdoğan’ın ekonomi politikalarının Türkiye’de ciddi bir yoksulluğa yol açtığını da hatırlatarak, artan iflaslar, işsizlik ve geçim sıkıntısının toplumu derin bir umutsuzluğa sürüklediğini kaydetti.

İşte 'Vergilerinizle Türkiye’de kimlerin finanse edildiğini biliyor musunuz?' başlıklı o makale:

"Türkiye’ye “ileri demokrasi” getirme vaadiyle 2002’de iktidara gelen Erdoğan’ın Türkiye demokrasisini ne hale getirdiğini biliyorsunuz. Ülkeyi temsili demokrasiye hapsetti, katılımcı demokrasiye dair tüm araçları bir bir yok etti. 4-5 yılda bir oy verdikten sonra vatandaşın yönetime herhangi bir şekilde etkide bulunmasının yolu tıkandı. Protesto, örgütlenme, grev gibi haklar fiili olarak ortadan kalktı. AKP’nin 23 yıllık iktidarında, en az muhalefet partileri kadar baskılananlar; ülkedeki sivil toplum örgütleri oldu. Gerçekten “sivil” olanlardan söz ediyorum, hükümetin aparatı olanlardan değil…

Alman okurlar için çevrilip düzenlenmiş versiyonu için tıklayın

Sivil toplum örgütlerini ilgilendiren yasalar sürekli değiştirildi, denetimler artırıldı, katı kurallar kondu. 2016’ta binlerce dernek ve vakıf Erdoğan’ın tek bir imzasıyla kapatıldı. Hükümet istediği örgüte “kayyım” atayabiliyor mesela. Güvenlikçi iktidarımız, hak savunucularını soruşturma, gözaltı ve tutuklamalarla susturuyor. Bu yılki Goethe Madalyası’na layık görülen, ülkenin en önemli filantropisti Osman Kavala müebbet hapse çarptırıldı mesela… 9 yıldır hapiste. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına rağmen serbest bırakılmıyor. Toplantı ve gösteri hakkı da orantısız polis şiddetiyle kısıtlanınca, sivil toplum örgütlerinin sokakta görünürlüğü zorlaştı. Bu gözdağı niteliğindeki adımlar, sivil topluma katılımı da zorlaştırdı. Gönüllü sayısı da, toplumsal katılım da azaldı.

Sivil toplum örgütlerinin AKP iktidarında büyüyen bir başka sorunu ise finansal kaynaklara ulaşmak. Saray rejiminin baskıları nedeniyle iş dünyası, hükümetten bağımsız olarak faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerine mali destek vermeyi büyük ölçüde kesti. Ekonomik krizle boğuşan sıradan vatandaşlar da, evlerine ekmek götürmek ile sivil topluma destek vermek arasında sıkışınca, doğal seçimlerini yapmak zorunda kaldı. Erdoğan, yarattığı baskı rejimi, yine kendi eseri olan ekonomik kriz sayesinde sivil toplumun sesini kısmayı başardı.

İktidarın sevdiği sivil toplum örgütleri de var elbette. Yönetiminde Erdoğan’ın kızının olduğu TÜRGEV, oğlunun yönettiği TÜGVA gibi örgütler… Çocuk ve gençleri daha muhafazakar hale getirmek için yaptıkları etkinlikler ve devlet bütçesinden aldıkları yardımlarla biliniyorlar. Yeni nesillerin seküler bir sistem yerine İslamcı bir ideolojiyle yetişmesi için Türk eğitim bakanlığı ile protokoller imzalıyorlar. Devlet imkanlarıyla kurdukları yaz okullarıyla her yıl yüzbinlerce çocuğu Erdoğan’ın çizgisinde endoktrine etmeye çalışıyorlar.

Tüm bu etkinlikleri, sadece biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının parasıyla yapmıyorlar. İslamcı ideolojilerini, sizlerin de vergileriyle yayıyorlar. Geçenlerde, Avrupa Birliği’nin Erasmus+ fonundan bu yıl dağıtılan mali yardımlar açıklandı. Yukarıda adını saydığım her iki derneğin, sadece 2025 yılı için toplam 445 bin 985 Euro alacağı ortaya çıktı. Avrupa kültürüne savaş açan, sürekli Batı değerlerini aşağılayan bu derneklere son 4 yıl içinde, 1 milyon 577 bin 434 Euro ödenmiş olacak.

Sizin vergilerinizden fon alan bir “sivil” toplum örgütü daha var. Türkiye’nin resmi din aygıtı olan Diyanet’in vakfı. Yaklaşık 170 milyon Euro’luk bir bağış ve faaliyet geliri olan vakıf, paraya sıkışmış olmalı ki sizden de yardım almış. Diyanet Vakfı’na Avrupa Birliği fonlarından yaklaşık 50 bin Euro ödenmiş… Yayınladığı kitaplarda, “Kadının çalışması aile huzurunu bozabilir”, “Kadınların kocalarına itaat etmesi gerekir” diyen, 9 yaşındaki çocuğun evlenebileceğini söyleyen bir vakıf bu… Batı kültürünü “yozlaşma” ve “ahlaki çöküş”le tanımlayan vakfa, Batı’dan on binlerce Euro yağıyor. Bu arada bu vakfın sahibi olan Diyanet, son haftalarda yayınladığı cuma hutbeleriyle Türkiye’ye şeriat hükümleri tavsiye etmeye başladı. Erdoğan’a bağlı kurum; kadınların giyim özgürlüğünü hedef alıyor, tatil yapmak yerine akrabaların ziyaret edilmesini öneriyor. Son hutbelerinde ise tıpkı İslam hukukunda olduğu gibi, kadınların mirastan tam pay almamasını “tavsiye” ettiler!

İktidarın nimetlerinden faydalanan dar bir kesim dışında herkes yoksullukla tanıştı. Geçen seneki tüketim alışkanlıklarıyla hayata devam etmek hiçbirimiz için mümkün değil. Gallup’un küresel düzeyde yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’de yaşayanların yüzde 66’sı geçinmekte zorlanıyor, 20’si ise ıstırap çekiyor! Belli bir refaha sahip olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 14 sadece. Bu umutsuz tablo, sadece iktidarın “dış güçler” diyerek şeytanlaştırdığı uluslararası şirketlerin anketlerinde çıkmıyor. Erdoğan’ın partisinin kendi yaptığı ankete göre, gelecek yıl ekonominin düzeleceğini söyleyenlerin oranı sadece 27. “Aynı olur” ve “Kötüleşir” diyenlerin toplamı ise yüzde 73. Yani her 4 kişiden 3’ü tablonun değişmeyeceğini düşünüyor.

Bu umutsuzluk sebepsiz değil. Yılın sadece ilk 5 ayında konkordato ilan eden şirket sayısı 2 binden fazla. Geçen yılın neredeyse 3 katı… Aynı 5 ay içinde iflas eden firma sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 100’den fazla artarak 553’e ulaştı. Erdoğan’ın ekonomi politikaları nedeniyle işlerini çeviremeyen şirketlerin büyük çoğunluğu, Türkiye’de ihracat ve istihdamın omurgasını oluşturan sektörlerden… Tekstil, inşaat, mobilya gibi şirketler birer birer kepenk indirince, işsizlik rakamları da aynı hızla artıyor. İşi olmayan ve bulma umudu da kalmayanların oluşturduğu “atıl işgücü” oranı yüzde 32’ye yükseldi. Yani her 3 kişiden 1’imiz işsiz ve umutsuz.

Bu tabloya isyan etmek istemiyor muyuz sanıyorsunuz? Deneyenlerimiz oluyor elbette, ödedikleri fatura da oldukça büyük oluyor… Herhangi bir gazetecinin veya aktivistin başına gelen bir şeyden söz etmeyeceğim. Erdoğan’ın yarattığı ekonomik kriz yüzünden basit bir tepki ortaya koyan bir çiftçinin başına gelenleri anlatacağım. Ülkenin en muhafazakar kentlerinden birinde patates yetiştiren bir çiftçi, artan maliyetler nedeniyle ürünlerine alıcı bulamayınca, tarlasından topladığı patatesleri köy meydanında halka bedava dağıttı. Bu küçük eylemin ulusal basına yansıması üzerine, hükümetimizin iki bakanlığı hemen harekete geçti. Önce yargımız devreye girdi. “Erdoğan’a hakaret” ve “halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek” suçlamalarıyla çiftçi hakkında 2 ayrı soruşturma başlatıldı. Ardından Ticaret Bakanlığı… Patatesleri bedava dağıttığı için çiftçiyi “piyasa dengesini bozmakla” suçladı. Uygulanacak para cezasının üst limiti, yaklaşık 350 bin Euro.

Patatesini satamayan çiftçinin bu cezayı ödemesi imkânsız elbette. Ama ben size imkânsız bir şey daha söyleyeyim. Türkiye’deki en yüksek banknot olan 200 lirayla, bir patates cipsi bile alamıyoruz. Tüm dünyada satılan, Almanya’daki satış fiyatı 2,49 Euro olan bir marka, Türkiye’de 330 liradan (yaklaşık 7 Euro) satılıyor! (Asgari ücretin bu ülkede 460 Euro olduğunu hatırlatayım.)

Oysa bu ülkenin çiftçisi de, patatesi de, çalışıp cips satın alabilecek işgücü de var. Olmayan tek şey, Erdoğan’ın ekonomisi."

Kaynak: FAZ