Hessen'de yapılan yerel seçimlerde SPD'nin Yeşiller ile olan koalisyonu, Yeşilerin de CDU ile oluşturduğu koalisyon ve ortaklık, AfD'nin aldığı oy sonucu geleneksel partilerin koalisyonu sona ermiş oldu.

Oysa bir yıl önce yapılan anketlerde, SPD yüzde 15 – 20 bandında, Yeşiller ise
yüzde 10'nun üzerinde bir oy potansiyeline sahip oldukları tahmin ediliyordu. Ancak AfD'nin yüzde 10'nun üzerinde aldığı oy ile hem yerelde hem de eyaletlerde bilinen koalisyonları hüsrana uğrattı.


Halbuki yakın zaman kadar yapılan yerel ve eyalet seçimlerinde koalisyon için iki parti yeterliyken, 6 Mart da yapılan yerel ve 13 Mart ise eyalet seçimlerinin sonuçları itibarıyla eyalet hükümetinin kurulması için parti sayısı üçe çıktı. Üç parti bir araya gelmedikçe herhangi bir koalisyonun kurulması ve ortaklığında oluşması mümkün gözükmüyor.

Böyle bir durumun oluşması her şeyden önce dikkate değer bir gelişme olarak görülmeli, taşıdığı siyasi içerik bakımından önümüzdeki dönem çok fazla siyasi krizlere gebe olduğu söylenebilinir. Ve düzenin  yerlesik, geleneksel partilerinin çok fazla zorlanacağı bir dönemece girdiklerinin habercisi olarak görülebilinir.

AfD'nin yerel ve eyalet perlamentolarına girmeyi başarmış olması, aslında yabancılara karşı da daha dıştalayıcı ve saldırgan politikaların gündeme geleceği asla unutulmamalı hatta bu poltikaların ayak seslerinin duyulduğu bir döneme girildiği söylenebilir. Bu seçim kampanyası da, geleneksel partilerin her hangi bir alternatif sunamamaları hatta dile getirememeleri, yalnızca AfD'nin hareket alanını genişletmemiş, reaksiyoner ırkçı bu kalabalığın önünü açmakla kamamış, aynı zamanda bu geleneksel partilerin açtıkları alanlara, AfD tüm gücü ile çok açık bir retorikle yabancı karşıtlığı temelinde gerici ve ırkçı fikirleriyle girmesini sağladılar.

Seçime katılım oranlarında bir artış olmasına rağmen, bu artışta aslan payını alanda yalnızca AfD olmuştur. AfD mülteciler üzerinden yürüttüğü propaganda ile yıllardır seçime katılmayan seçmenlerden önemli oranda oy almıştır. Bu sonuçlara göre varlıklarını koruyan, sürekliliği olan partiler ne halk partileri oldukları ne de kalıcı, sabit parti taraftar ve üyelerinde söz edilebilinir.

Sachsen Anhalt eyaletinde, Magdeburg ve Halle arasında kalan bölgede ve yerleşim birimlerinde, Nazi Almanyası öncesi dönemde, bu kentler sosyal demokratların kaleleri olarak bilinir. Şimdi bu eyaletde sağ saldırgan milliyetçi grup ve partilerin kitlesel güç gösterisi yaptığı bögelerin başında geliyor.

SPD, Schsen Anhalt da yüzde 10,6 Baden-Württemberg ise oyların ancak yüzde 12,7 sini alabilmiştir. SPD'nin bu başarısızlığı ve yenilgisi büyük ölçüde programatik tutarsızlığına borçludur. Öte yandan ise sağ ile sağlanan uyum, SPD'ye yıllardir oy veren üye ve seçmenlerin eleştirilerini dikkate almamasından kaynaklanmaktadır.

Agenda 2010 ile çalışan emekçi ve işçilerin ekonomik sosyal haklarıda önemli kesintiler yapılması hem SPD içinde hem SPD dışında, Sendikaların ve sosyal kuruluşların yoğun eleştirileriyle karşılaşmıştı. Bu tartışmalar yüzünden, yapılamak istenen iyileştirmeler ve beklentiler karşılamayınca, SPD'nin sosyal demokrat görüntüsü de bu arada kayıp olmuştur.

Schröder'den sonra SPD de yönetime gelen Gabriel ve Nahles bu yönden bu ve benzeri konularda yasal değişikliğe gidileceğine dair umut verecek açıklamalarda bulunmalarına rağmen beklenen iyileştirmeler ve reform yapılmamıştır.

Sol parti ise sürekli güç kayıp ederek gittikçe marjinellesiyor. Bu marjinlleşme özellikle eyalet seçimlerinde dikkate değer oranda göze çarpıyor. Bu durum yalnızca Baden-Württemberg, Rheinland–Pfalz ile sınırlı kalmıyor, ayni durum Sachsen Anhalt eyaletinde de görülüyor. Oysa Hessen de yapılan yerel seçimde kısmi bir oranda oy artışı görüldüğü halde, aynı başarı eyalet seçimlernde sağlanmamıştır.

Başbakan Merkel'in AfD'in başarısında hatırı sayılır bir katkısının olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. Başbakan Merkel'ìn ve maliye bakanı Schäuble'nin Yunanistan'a karşı aldıkları olumsuz tavır, yaptıkları açıklamalar, Güney Avrupa ülkeleri karşı geliştrdikleri düşmanca yaklaşım, AfD'ye propaganda alanı açmış, mültecileri davet edici tarzı, bu davete karşı parti içinde sürekli tonu ve dojazı artan tepkiler/itirazlar, AfD eğilimli tepkili görülen sessiz kalabalıklar harekete geçirildi.

Seçim öncesi Erdoğan ile utanç verici dostluk görüntüleri ve yapılan kirli pazarlık bu gelişmelerin adeta tuzu biberi oldu. Bu soğuk havalarda sınırlarda bekletilen binlerce mülteci/sığınmacı tekrar Türkiye'ye gönderilecek, gönderilen bu mülteciler karşılığında belli sayıda bu sayı ise 72.000 şeklinde ifade edilmektedir- Türkiye'de anlaşmaya göre Suriyeli kabul edilecek veya alınacaktır.

Bu durum yurtdışında „at pazarlığı“ olarak yorumlandı, Türkiye'de ise Davutoğlu „Kayseri pazarlığı" olarak kamuoyuna sundu. Bu kirli pazarlıkla iki ülkenin başbakanları, Cenevre mülteciler konvensiyonun prensiplerini hiçe sayarak, yaptıkları kadarıyla, bu konvensiyonun içini boşaltmak olmuştur. Bu durum, Avrupa'ya çok olumsuz yansıyor; hak ihlallerinde ise artışa dönüşüyor.

Siyasi nedenlerle iltica etmiş yabancıların, siyasi faaliyet içinde bulunmaları gözaltı, tutuklama vs. tehditlerle engelleniyor. Bu tip uygulama ve pratiklerle, Avrupa bir bütün olarak fiilen iltica hakkına veda etmiş oluyor. Türkiye ve Almanya arasında süren bu kirli pazarlık, toplumun tüm kesimleri tarafından çok yoğun olarak tartışılırken, Ege de, Akdeniz de boğulan, yaşamını yitiren savaş mağdurları ve sığınmacılar, savaşı körükleyen devletler-başta Türkiye olmak üzere-kendi iktidarlarının ikbali için malzeme yapılmaktadır.

Tam da bu pazarlıklar sırasında, Türkiye de iki intihar saldırısı gerçekleşti. İlkinde Almanlar, diğerinde ise İsrailler hedef alındı. Her ikisinde de hedef alinan siviller yaşamını yitirdiler.

Buna rağmen, Merkel mülteci krizi nedeniyle, kendi vatandaşlarına yönelik bu hunharca saldırıyı dikkate almadan, Türkiye tarafından yapılan açıklamayla yetinmiş olacak ki, bir daha gündeme gelmedi. Aynı duyarsızlık Türkiye yaşanan hak ihlalerine karşı da, Kürt halkına karşı yürüten kirli savaşda sessizliğini korudu.

Bu makele hazırlandığı sırada, SPD genel başkanı Sigmar Gabriel, Oskar Lafontaine yazdığı bir mektupta, 2017 yılında yapılacak federal perlamento seçiminde birlikte hareket etme olasılıkarının görüşülecekti.