Geçtiğimiz ay Avrupa Postası'na konuşan yazar Aslı Erdoğan için, Türkiye'den ve Avrupa'dan çok sayıda yorum ve dayanışma mesajları geldi. Birçok okur dünyaca tanınan yazar Erdoğan'ın yaşadıklarına üzülürken, bunun yansıması olan tepkiler de farklı oldu. Sürgündeki yazar Aslı Hanım'la yeniden buluşma ve tepkileri başkent Berlin'de değerlendirme imkânı bulduk.

Avrupa Postası- Aslı Hanım merhabalar. Çeşitli kurumlardan size ulaşan herhangi bir bilgi oldu mu? Örneğin sağlık sigortanız önümüzdeki Ekim ayında sona eriyor. Yine önümüzdeki yılın Mart ayında oturma izniniz bitiyor. Türkiye'de değil tüm dünyada tanınan, onlarca ciddi ödül alan bir yazarsınız. Yaşadığınız sorunlara yönelik yeni gelişmeler oldu mu. Bu konuda ne dersiniz? 

Aslı Erdoğan - Şimdi ben açıkçası o ilk söyleşiyi hastaneden yeni çıktığımda vermiştim. Son derece ağrılar içinde zor oturuyordum. Fazla duygusal bir söyleşi olduğunu düşünüyorum. Şu an daha sakin, konuşma kararındayım. Bazı yanlış anlamaları da düzeltmek açısından daha yapıcı eleştirilere ihtiyacımız var. Ama sonuçta bir ölçüde de şaşırdım. Oradaki birkaç hafta önce konuşan kadının şimdiki Aslı'dan da hasta olduğu, acıdan düz dümdüz duramadığı gerçekten, zor bir durumda olduğunu görenler de çok olmuş ama görmeyenler ve bu röportaja kızanlar da oldu. 

ELEŞTİRİ OLUMLU BİR ŞEYDİR

Biraz yanlış anlayanlar da olmuş. Özellikle bu yanlış anlamadan alınanlar, 'sen bizi mi eleştirdiğin' diye ortaya çıkanlar. Yani biraz şaşırdım. Nasıl böyle anlaşıldı, bizi mi eleştirdin? Herkes böyle mi dinliyor bir başkasını, 'beni mi eleştiriyor' diyor. Belki de öyle belki de. Ben biraz çocuk ruhlu muyum neyim? Karşımdaki beni mi eleştiriyor, bana mı laf atıyor diye dinlemem ama eleştiriyorsa da ha ben acaba hak ettim mi bu eleştiriyi, bu eleştiriyle biraz büyür müyüm diye düşünürüm. Bu tepkisel yaklaşım özellikle internette çok yaygın olan benim yaklaşımım değil. Eleştiri olumlu bir şeydir sonuçta eleştirerek, tartışarak öğreniriz. Ama biz Aslı için şunu da yaptık gibi tepkiler beni incitti. Öyle diyeyim. Elbette Aslı Erdoğan için çok şey yapan çok kişi oldu. Cezaevinden çıkmamı, özellikle Uluslararası PEN'in, Fransa PEN'in, İsveç PEN'in pek çok PEN merkezinin... Türkiye PEN'i de dahil aktif çabalarına borçluyuz. 

YAPILMAYANLARI ANLATMAK BENİM HAKKIM

Yazarlar arası bu dayanışma ağı beni cezaevinden çekti çıkardı. Ama sadece yazarlar da değildi. Gazeteciler, basın, lise arkadaşlarım. Benim için çok şey yapıldı. Almanya'ya gelmemin de arkasında. Ben başaramadım. Benim böyle bir planım bile yoktu. Başkalarının emeği var. Ama sonuçta benim için yapılmayanlardan da söz açmak benim hakkım. Eleştiriler resmi de sunmaktır. Ki bu kurumlar kendilerini birazcık daha düzeltebilsinler, daha insani bir boyuta taşıyabilsinler. Yani sonuçta benim için yapılanları da ben kişisel olarak almıyorum. Ben bir simgeydim. Düşünce özgürlüğü adına elbette her siyasi mahpusun yanında ve arkasında durmakla yükümlüyüz. Ben de başkalarının yanında ve arkasında durdum yıllarca. Ama bunu onlar için, A için B için yapmadık. Kendi ideallerim için yaptım. 

KIRICI MUAMELE GÖRDÜYSEM NEDEN SUSAYIM?

Onların hiçbirinin de bana minnet borçlu olmasını beklemeden haklarını savundum. Hiçbir grubun, insanın, bireyin bana minnet borçlu olmasını beklemedim. Ben kendi idealllerim için yaptım. Ama benim içimde biri bir şey yapacaksa kendi idealleri için yapsın. Ve de elbette ki bazı insani boyutta yaşadığım travmalar oldu. Bunları da çok net, ilgili kurumlara da anlattım, detaylandırdım, belgeledim ve benim de bu travmalardan söz etmek en doğal hakkım elbette. Yani bana yanlış davranıldı ise bir sürgün olarak onur kırıcı muamele gördüğüme inanıyorsan niye susayım ki?

İNSANLAR TÜRKİYE'DEN KAÇMAK İSTİYOR AMA..

Avrupa Postası- Bunu ifade etmek en doğal hakkınız.

Aslı Erdoğan - Bunu ifade etmek en doğal hakkım ve bu diğer sürgünlerin de belki hayatını bir ölçüde kolaylaştırır. Elbette gayet farkındayım. Binlerce insan kaçmak istiyor Türkiye'den, Afganistan'dan, Suriye'den elbette. Yani yeter ki çıkalım. Ben de belki öyleydim ama buraya geldikten sonra da her şey güllük gülistanlık olmayacak. Mültecilere, göçmenlere karşı giderek sertleşen bir dünyada yaşıyoruz. Şu ya da bu kurumun ya da bireyin kişisel suçu, sorumluluğu değil. Dünya değişiyor. 70'lerde değiliz, giderek aşırı sağın her ülkede güçlendiği bir dünyadayız ve bu dünyanın da elbette ki politik mültecilere tavrı farklı olacak. Göçmenlere, politik göçmenlere siyasi nedenlerle ülkesinden ayrılmak zorunda kalanlar belli ayrımcılıklar, ırkçılıklar, sertlikler, hoyratlıklar yaşayacaklar yani. Bu işin doğası. Ben sadece bunları anlatmaya çalıştım. Yani bir de kurumlar arası iç çekişmeler şudur budur. Böyle şeylere, kurumlara da zarar veriyor. Bireylere yansıtmamalı demeye çalıştım. Sonuçta bir dayanışma ağı için kurulmuş kurumlar. İç çekişmeler böyle, bu kadar vahşi şeylere gelmemeli demeye çalıştım ama tam da yapmak istemediğim şeyi yapmış oldum. Basın önünde tartışmalar çıktı. Türkiye PEN'i alındı. Bizi mi kastettin? Yok, sizi kastetmedim. Bu hiç aklımın ucundan geçmeyen yerlere çekildi. Ne alınganmış insanlar. Benim vermeye çalıştığım mesajlar gene işitilmedi.

 KAMERA KARŞISINDA DURMA CESARETİ GÖSTERDİM

Avrupa Postası - Aslında çok olumlu mesajlar alındı okurlardan. Belki buradan başladınız ama.

Aslı Erdoğan - Olumsuzluklara takılan biriyim. Öyle bir zaafım var yani. Sonuçta benim yaptığım da kolay değil. Şunu da söylemeliyim. Zayıflıktan söz etmek zordur. Hastalıktan söz etmek zordur. Özellikle de ünlü bir yazarsanız 22 dile çevrilmiş eserleriniz Operaya uyarlanmış 30'un üstünde ödül almışsanız. Böyle bir ego gelişiyor, özellikle erkek yazarlarda. Ben bir zayıf ve hasta bir kadın olarak kameraların karşısında durma cesaretini gösterdim. 

GECELERİ POLİS KORKUSU DUYMADAN UYUMAK..

Avrupa Postası - Örnek bir davranış gösteriyorsunuz, hala buna devam ediyorsunuz. Gerçekten gurur duyucu bir olay. 

Aslı Erdoğan - Ben hakikatın bu kısmı da görülsün istedim. Yani belki Türkiye'den bakınca benim hayatım cennet gibi görünüyor olabilir. Özellikle Türkiye'den sanıyoruz ki Avrupa'da her şey güllük gülistanlık. Ben uzun zaman yurt dışında yaşadım. Siz de biliyorsunuz ki böyle değil. Elbette görece bir özgürlüğümüz ve bir refahımız var. Yani geceleri polis korkusu duymadan uyumak büyük bir lüks.

Frankfurt'ta Karayel'den tek kişilik komedi: "Erkek Aklı" Frankfurt'ta Karayel'den tek kişilik komedi: "Erkek Aklı"

SÜRGÜN KADIN BİR YAZAR İÇİN DAHA ZOR BİR DENEYİM

Ama kaybettiklerimiz de var demek istedim. Yani sürgün de o kadar kolay bir deneyim değil. Bir yazar için de hiç kolay bir deneyim değil. Bir kadın yazar için daha da zor bir deneyim bence. Bu da kadınlık erkeklik meselesiyle bir noktada giriyor devreye. Bu deneyimin güçlüklerinden bahsetmek istedim, özellikle benim de kişisel durumda belki benim şanssızlığım yalnızlığım. Bazı şeyler trajik boyutlara ulaştı. Yani ben Almanya'ya gelmeden önce hep böyle ufak tefek hastalıkları olan herkesin hastalık hastası gördüğü biriydim. Cezaevinde etkisi olmuş olabilir. Almanya'ya geldiğimden beri çok ağır hastalıklar yaşayan, hayata güçlükle tutunan birine dönüştüm.

ASLI ERDOĞAN KİTAP FUARI'NA DAVET EDİLMEDİ

Avrupa Postası - Geçen 8 Temmuz'da Frankfurt söyleşisinde bir sözünüz var. Cezaevinden çıktıktan sonra yaşadığım hastalık durumu, içinde bulunduğum koşulları daha da kötüleştirdi demiştiniz. Hastalığınızı kast ettiniz. Yani aslında sizin hastanızı tetiklediğini belirtiniz. PEN ile son dönemdeki yaşanan birtakım problemler de yaşamış olduğunuz, veya şu an  içinde bulunduğunuz ağır sağlık sorunlarını olumsuz olarak etkilemiş olabilir mi?

Aslı Erdoğan -  Herhangi bir kurumu suçlamak yok ama şöyle diyeyim. Benim burslarım önce 2, yıllıktı sonra 3 yıl oldu. PEN bursun 3 buçuk yıl olduğunu iddia ediyor ama son 6 ayı vermediler. Onun da bir bir buçuk altı aylık bölümler halinde verilen burslar var. Benim yaşadığım ağır olaylar hep burs bitiminde oldu. Yani ilk iki yılın sonunda bağırsağım durdu. Frankfurt'tan Berlin'e geçmek zorundaydım, geçemedim. Üst üste iki ameliyat oldum. Bağırsak pili takıldı. Mutlaka o gerginliğin bir etkisi var. "Eyvah bursum bitiyor. Ben şimdi ne yapacağım?". Ondan sonra Berlin'e geldim işte. Sistemik Skleroz Press teşhisi kondu. Ondan sonra tekrar bursun bitimine yakın beyin kanaması geçirdim. Şimdi tekrar burs bitiyor. Bağırsağımdan bir metre alındı. Yani evet, bu stresin "Ya ben şimdi ne yapacağım? Bundan sonra ne olacak?" ağır bir etkisi olduğu açık. Ama burada şu kurum, bu kurumdan dolayı değil.. Yani bu yaşadığım sürgün durumundan. Ben bir otoimmün hastasıyım. Otoimmün hastalıkları stresten çok etkilenirler ve çok büyük olasılıkla, çok ağır ve ölümcül bir hastalık. Ama 50 yaşına kadar çok büyük izler vermiyorlar. Yani 50 yaşıma kadar yumuşacaık yumuşacık gitmiş birkaç iz dışında, küçük, ufak tefek sağlık sorunu. Ama cezaevine girip çıktıktan sonra artık çok büyük işaretler vermeye başlar. Öyle teşhis edilir ve bağırsağım durdu, yani hastalık aşama yani evre atlattı, bu da büyük olasılıkla cezaevi ve sonra yaşadığım sorunlardan kaynaklı.

SENİ CEZAEVİNDE Mİ ZEHİRLEDİLER DİYE SORULUYOR

Avrupa Postası - Sorunlardan kaynaklı diyebiliriz.

Aslı Erdoğan - Ama hastalığı da tabii buna bağlamak istemiyorum belki de cezaevine girmeseydim, -ki böyle teoriler de var- cezaevinde seni zehirlediler, hastalandın mı falan? Umarım değildir. Herhalde daha eskiden beri vardı bu hastalık. Ama son yıllarda yaşadığım stres tabii ki bu hastalık için en kötü şey. Durduk yerde beyin kanaması geçiridim. PEN toplantısı varken. Almanya toplantısının ertesi günü beyin kanaması geçirdim. Bunları söyleyince de suçlama gibi alınıyor, bizi mi suçladın? "Biz senin için herşeyi yaptık" deniliyor. Suçlama değil ama, bu stres, bu gerginlik, bu sürgün hali, bu belirsizlik hiç kimseye iyi gelmez.  1 ay sonra nerede olacağını bilememek çok zor.  Ama 20 yaşında, 30 yaşında taşırsın. Ama ağır bir hastalığın varsa, ameliyat olmuşsan, bağırsağın kalmamışsa bu stresi taşıyamazsın. Bir de hastalık da insana ek bir stres, ek bir travma ve ek bir anksiyete yaratıyor. Yani sizin için üç günde hallederim dediğiniz şey, sağlıklı biri olarak, bana ben bunu asla başaramam hissi yaratıyor. Hasta insan bir çaresizliğe kapılıyor, korkuya kapılıyor. .

BANA NE KADAR BURS VERDİKLERİNİ BİLE BİLMİYORLAR

Avrupa Postası - Şimdi Türkiye PEN'in açıklamasını okudum. Her konuda size destek ve yardımcı olmaya devam edecekleri yazılı, basına yansıdı. Ben de şunu soruyorum; 18 ile 22 Ekim arasında Frankfurt'ta biliyorsunuz kitap fuarı yapılacak. Kitap Fuarı'na sizi davet ettiler mi? Yani herhangi bir davetiye size ulaştı mı? Öyle bir şeyler var mı? Yani bu destek nasıl bir destek acaba?

Aslı Erdoğan - Herhalde duygusal bir destek ve bunun için de minnettarım. Türkiye PEN'in emeğine çok teşekkürlerimle.. Ama mesele burada. O röportajda yanlış anladıkları şey tam da bu. Ben Türkiye PEN ile ilgili teşekkür dışında tek cümle kurmadım. 20 yıldır Türkiye PEN'in üyesiyim galiba. Pek çok PEN'in de uluslararası üyesiyim. Her ödül töreninde defalarca teşekkür ettim. Benim yaşadığım somut sorun çok somut bir sorun Alman PEN ile. Almanya ile ve onların da yanıtı sanırım Uluslararası PEN'in yanıtında beni doğrular nitelikte. Ya da ben öyle yorumladım. Aslı Erdoğan'a Almanya PEN'i üç buçuk yıl burs vermiştir. Sağlık sorunu nedeniyle onu desteklemiştir. Ben de yazdım yani kusura bakmayın. Çok teşekkür ederim ama ben üç yıl burs aldım. Altı ay bursumun uzatıldığı bilgisi bana Deniz Yücel tarafından verildi. Beyin kanaması geçirdikten bir ay sonra sonra Deniz Yücel istifa etti. Ben bu bursla ilgili bir daha hiçbir şey duymadım. Demek ki resmi kayıtlarda da öyle. Bu onur kırıcı bir durum. Ben ne paranın peşindeyim, ne bursun peşindeyim, ne Türkiye PEN'den ne Uluslararası PEN'den hiçbir maddi destek talep etmedim, etmiyorum. Duygusal olarak yanımda olduklarını bilmek onore edici. Hiçbir somut talebim yok. Ama sana burs verdik de yok, vermedik de, şuydu da, buydu da bu ve bunlar olmamalı. Veriyorsanız verin, vermiyorsanız vermeyin. O başkan verdi, değişti başkan bursu geri aldık. O kadar da özensizler ki bana ne kadar burs verdiklerini bile bilmiyorlar.

ÇOK MAÇO MUYUM NEYİM?

Avrupa Postası -  Alman PEN'i susuyor, merkez yanlış bilgi veriyor, Türkiye destekliyor. Yani öyle de bir çelişki var. 

Aslı Erdoğan - Kendi prestijini öne koydu ve bu prestiji inanın ben de sarsmak istemiyordum. PEN, üyesi olmaktan onur duyduğum bir kuruluş. Ben dahil pek çok yazara destek oldu. Olmaya da devam etmesini dilerim. PEN'in bir dayanışma içinde çalışabilmesi çok önemli. Bunun için her şeyi ben de yapmak isterim. Ama elbette ki iç çekişmeler şunlar bunlar her kurumu olduğu gibi bizi de zedeledi. Hani bilmiyorum, benim de bir zayıf noktam vardır sanırım. Sağlık, hayat memat meselesi. İnsanlar istedikleri kadar kapışsınlar, kavga etsinler ben çok sevmem polemiği. Ama bir hayat söz konusuysa. Bu kadın beyin kanaması geçirmiş, sab klorid kanama geçirmiş. Aslı Erdoğan'ı, sev sevme, yok onun arkadaşıyla kavgalı ol şu bu kadına yardım edersin. Yani şurada biri trafik kazası geçirse, biz ona etik olarak yardımla yükümlüyüz. Onun kimliğinden, onunla ilişkimizden bağımsız olarak. Bu benim için kural. Bu kuralı ihlal eden hiçbir birey ve kurumu da samimi bulmuyorum. Aslı ya da Ahmet ya da Mehmet kim olursa olsun, hayati tehlike içindeyse, her şeyi bir kenara itilip o kişiye o an yardım edilir, onla olan hesabın öfken de o tehlike geçtikten sonra hallolur. Belki de çok maço mıyım neyim?

ÜÇ AYRI YERDEN ÖLÜM KUŞATTI BENİ

Benim durumumda hayati tehlike çok açık. Hem de üç yerden. Crest hastasıyım, beyin kanaması geçirdim şimdi bağırsağım alındı. Üç ayrı yerden böyle ölüm kuşattı beni. Aman şunu mu dedin, buna mı alındık yok şöyleydi, böyleydi falan filan tirajı-komik kalıyor. "Aman sus onu eleştirme, aman bu üstüne alınmasın" bir de öyle tepkiler var. Ne diyebilirim bilmiyorum. Hiçbir kurumun her yaptığı şeyi karalıyor falan değilim. Her kuruma saygımı defalarca belirttim. PEN'in üyesiyim, onursal üyesiyim pek çok ülkenin. Elbetteki PEN'i eleştirmedim, burada ben PEN Almanya ile PEN Berlin çekişmesinde olup bana da yansıtılan bir hoyratlıktan bahsettim. O kadar. Bunun da üstünün örtülmesi gerektiğine inanabilirsiniz. Ben de zaten epey bir süre sustuktan sonra konuştum. Belki de örtülmemeli ki böyle hoyratliklar bir daha yapılmasın. Bunda alınacak, kızacak, krizlere girecek hiç bir durum yok diye düşünüyorum. 

POLİTİKACILAR BENİ UNUTTU 

Avrupa Postası - Peki hükümet çevresinden Almanya'daki şu andaki hükümet SPD, Yeşiller ve FDP'den oluşuyor. Berlin'deki yakın zamana kadar da üçlü koalisyon hükümeti vardı Berlin'de. Sol Parti, Yeşiller ve SPD. Hükümet çevrelerinden size herhangi bir destek mesajı ulaştı mı? Arayan soranlar oldu mu? Bizzat Kültür ve Medya'dan sorumlu Bakan ile oturup yemek yeme sohbetiniz de var. Claudia Roth, Yeşiller'den çok tanınmış bir sima. Kısacası hükümet çevresinden size bir destek oldu mu? Görüşme ve herhangi bir davetiye, bir teklif söz konusu mu? Veya Sol Parti'den?

Aslı Erdoğan - Yok hayır. Politikacılar beni unuttu, unuttu gibi duruyor yani. Evet, o da şaşırtıcı.

İNSAN İŞKENCEYE DAYANIR DA ÜNE DAYANAMAZ

Avrupa Postası - Şaşırtıcı değil mi?

Aslı Erdoğan -  Şaşırtıcı bir sessizlik ağı var etrafımda, öyle diyeyim. Hatta Fransa'da bile var ki Fransa'da bir ara inanılmaz meşhurdum. Bir kitabım 70 bin sattı. Sokaklarda insanlar beni tanıyordu. Sokakta yürürken insanların beni tanıdığı tek ülke diyebilirim Fransa için. Türkiye'de de tabii ama orada da biraz negatif tanırlar. Orada da bir unutulma sürecine girdim tabii bu da doğal. Bunu bekliyordum açıkçası. Medya böyle bir şey. Çağımız böyle bir şey. Hepimizin 15 dakikalık bir ünümüz oluyor. Belli sembolleri üstlenip, belli rolleri şey yapıp sonra sizi bir kenara atıyorlar. Böyle bir unutuş sürecini bekliyordum. Hatta tercih ediyordum diyebilirim. Ben çok böyle kamera önünde olmayı seven biri zaten olmadım. Hatta bir edebiyatçının bir ölçüde bunlardan uzak durması gerektiğine inanıyorum ki, bir şekilde kendini koruması. Ün kadar bir yazarı mahveden bir şey yoktur bence. İç dünyasını öyle diyeyim. İnsan işkenceye dayanır da üne dayanamaz. O nedenle doğal da karşıladım bu unutuş sürecini. Benim tahmin edemeyeceğim boyutlara vardı yani. Yaş ve oturum gerekiyor, şu gerekiyor, bu gerekiyor. Küçük bir yazı gerekiyor. Bir yayıncıdan ya da bir kitabıma yasaklama kararı çıktı mesela. Onda da PEN büyük destek oldu. Uluslararası PEN de, PEN Almanya da destek oldu. Türkiye PEN'ini bilmiyorum mesela. Onda da yayıncılarından çıt çıkmadı. Şaşırıyorum yani bir cümlelik bir destek çok kolay. Benim içimi kavuran ne oldu biliyor musunuz? Parmaklarının ucuyla yapabilecekleri şeyi yapmadılar. Çünkü benim durumum hakikaten özel bir durumdu. Bana öyle çok büyük destekler de gerekmiyordu.

ALMANYA BENİ NASIL DEĞİŞTİRDİ?

Avrupa Postası - Buna Türkiye kökenli kurumlar da dahil mi? Avrupa'da çok yoğun kurumlarımız var.

Aslı Erdoğan - Yani bu konuyu aslında bilmiyorum. Yani Türkiye kökenli, özellikle Almanya'da yaşayan Türkiye kökenliler. Bence dünyanın en karmaşık konusu. Kendim de dahilim buna. Almanya beni nasıl değiştirdi? Bununla ben de hesaplaşıyorum. Şimdi Almanya'da yaşayan Türkiye kökenlilerin büyük çoğunluğunun AKP'li olduğu gerçeği var. Buraya gelen özellikle Can Dündar gibi arkadaşlar bununla daha sert yüzleştiler. Ama ben de ilk iki sene, inanır mısınız Türkçe konuşmadım Türklerle. Öyle bir korku içindeydim ki, bir de aman dayak mı yerim? olmadı.

SÜRGÜN KİMSE İÇİN KOLAY DEĞİL

Avrupa Postası - Ben daha çok kurumları kastetmiştim. Antifaşist, Türkiye kökenli kurumlar, yazarlar, belli bir takım demokratik yapılar. Onları kastetmiştim daha çok.

Aslı Erdoğan - Elbette onlarla birebir ilişkim, daha fazla, entellektüel ilişkim ve politik duruşum da daha yakın. Ama bu kurumlar da elbette kendi içlerinde pek çok görüş farklılığı olan kurumlar. Tek bir görüşü siz bilirsiniz. Soldan, sol çevrelerden geliyorsunuz. Beş kişi bir araya geldi mi, beşe bölünür. Herkesin hayatı zor. Onun çok iyi farkındayım özellikle iltica geçmişinden gelenler çok büyük zorluklar yaşadılar. Hiç kimse için sürgün kolay olmuyor. Ve bu zorluklar her zaman dayanışmaya dönüşür mü? Bu bir soru işareti. Keşke dönüşse. Cezaevinde dönüştüğünü gördüm. Dönüştüğü durumları da gördüm. Ama ileri kapitalist bir toplumda var olma mücadelesi veren bireyleriz. Elbette ister istemez bu topluma göre bireyleşeceğiz, bireyleşiyoruz.

Avrupa Postası - Toplum bizi etkiliyor, dönüştürüyor. Elbette toplum... 

Aslı Erdoğan - Neo liberal çağdayız. Sağın güçlendiği bir çağdayız. Almanya'dayız. Avrupa'nın en zengin ülkesi içindeyiz. Bizi etkilememesi mümkün değil. Yani herkes elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ona inanıyorum. Hepimiz içimizdeki o ruhu korumaya çalışıyoruz. 

Avrupa Postası - Buna ek olarak yurt dışında Avrupa'da yaşayan bizim sürgün sanatçılar, yazarlar, gazeteciler arasında çifte kategori  demeyelim de farklı kategori var diyebilir miyiz?

Aslı Erdoğan- Şöyle diyeyim. Kimse için hayat kolay değil. Kimilerinin tabi belki ben de o gruptayım. Kimimizin ünlü olmak gibi bir avantajı oldu.

Kimi ülkeler kimilerini ön plana çıkardı. Maddi koşulu daha iyi olanlar var, olmayanlar var. O çok önemli.

Benim durumumda şey yazarlık bir ölçüde bana destek oldu. Tabii ki yazarlık kurslarıyla 6 yıldır yurt dışında kaldım ama onun da bir sonu var bu bursların da. Çok da kolay değil. Yazı, söylediğim yazarlar için bile kolay değilmiş.

PEK ÇOK YAZAR YALNIZLIK İÇİNDE ÖLÜYOR

Avrupa Postası -  Bunu niçin sordum Aslı Hanım biliyor musunuz? 20 Temmuz'da Almanya'nın Köln kentinde yaşayan idam mahkumu bir dostumuz, yazar arkadaşımız, Türkiye'den, İstanbul'dan tedavi görme sırasında Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde iken arkadaşları tarafından kaçırılmıştı. Almanya'ya gelmişti. Abdülkadir Konuk çok değerli bir yazardı. 32 - 33 tane kitabı olması gerekiyor. O son yıllarda yalnızlık ve sessizlik içindeydi. Amansız bir hastalığa yakalanarak vefat etti. Yakın çevresine söylediği, ölümü sonrası herhangi bir cenaze töreninin yapılmaması vasiyeti. Aslında küskün dargın gitti diyebiliriz. Yani Abdülkadir Konuk, demokratik çevrelere küskün ve dargın gitti. Kendi değerlerimize sahip çıkamıyor muyuz, ne dersiniz?

Aslı Erdoğan - O anlamda edebiyat dünyası hiçbir zaman adil bir dünya olmadı. Elbette ki her nerede var ki bu adaletten kimi yazarlar göklere çıkarıldı. Ama şöyle bir az çok şiirsel adalete ben hep inandım. Kafka'da öldüğünde doktoru ilk adını bilmiyormuş. Ama bugün Kafka. Bir yazar öldükten 40 yıl sonra asıl değeri de çıkıyor bazen. Ha bir de keşfedilmeyen ve asıl değeri bilinmeyen o kadar çok var ki.

Yani Kitabın giderek metalaştığı star sisteminin etkili olduğu starlar etrafında dönen bir dönemdeyiz. Zaman zaman benim de edebiyattan, hatta kitaplardan soğuduğum zamanlar oluyor. Bütün bu ödüller, şunlar bunlar bana da batıyor ve çok değerli, çok iyi pek çok yazar unutuldu, unutuluyor, yalnızlık içinde ölüyor. Sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada bu böyle. Edebiyat dünyası da adil bir dünya hiçbir zaman olmadı. Star sistemine dayanan..  giderek de star sisteminin neredeyse dışına çıkmanın imkansız olduğu kitapların metaya dönüştüğü, ajanslar, reklamlar ve kitap pazarlanan bir ürün. Artık yazar da pazarlanan bir ürün. Böyle bir sistemde edebiyat ne oluyor? Hepimizi meşgul eden bir soru. Hani Kafka öldüğünde yapayalnızdı. Bugün Kafka. Bir umudumuz o. Yani gerçekten de edebi değeri olan bir kitabın eninde sonunda keşfedileceğine dair romantik bir umudu hep sürdürmeye çalışıyoruz.

Avrupa Postası - Bugünkü yalnızlık bizi şaşırtmasın diyorsunuz. Öyle anlaýabilir miyiz?

Aslı Erdoğan - Beni şaşırtmıyor. Şöyle deyim, edebiyat dünyasının eşitsizlikleri üzerine de az çok deneyimliyim. Yirmi küsur yıldır, otuz küsür yıldır bu dünyadayım. Doksan dörtte yayınladığım ilk kitabımı otuzuncu yıl dolmak üzere. Hele Türkiye gibi bir ülkeden geliyorsanız. Birincisi, yani Türkiye'de bir kadın yazarla bir erkek yazar hiçbir zaman eşit muamele görmedi ve görmeyecek.

HERKES BENDEN CEZAEVİ ROMANI BEKLEDİ

Avrupa Postası - Bir yüzyıl, bu kadar uzun mu sürer diyorsunuz?

Aslı Erdoğan - Umarım yüzyılda hallolur. Yani kadınların da erkeklerle aynı saygınlığı kazanması umarım olur, gerçekleşir. Ama Türkiye'de elbette ki bir Batı Avrupa'ya göre yazarlarına çok daha hoyrat davranan bir devlet var. Öyle de bir toplum var. Hatta devletle toplum birbirinin tam zıttı değil, birbirini oluşturan şeylerdir. 200'e yakın yazarını hapsetmiş bir ülkeden söz ediyoruz. Yani ben cezaevine girdiğimde dokuz dile çevrilmiş Sait Faik Ödülü almıştım. Kafka gibi yazarlarla kıyaslanmıştım Norveç'te. Norveç'te dememin nedeni de Türkiye'de asla bu kıyaslamaları yapmayacaklar ve yapmazlar. Avrupa'ya nasıl kızayım? Edebiyatı keşfeden de Avrupa'nın ta kendisi. Burada önemli bir yazar var diyen Fransızlar, Belçikalılar, İsveçliler, Norveçliler. Bende tabi ki minnet duydum. En azından bari edebiyatım keşf edilsin de bana ne olursa olsun çabasındayım. Nasıl diyeyim? Dışarıdan görüldüğü kadar da ışıkların altında olmadı böyle. Benim tabii bu son 6 yılda yeni bir kitap yazmamış olmamın çok büyük payı var. Belki de tepki duydum. Yani herkes benden bir cezaevi romanı bekledi. 20 dile çevrilecek bir garanti romanı ben de yazmadım, yazamadım. Yani bugün geldiğim noktada kendi sorumluluklarımı da tabi görmezden gelmiyorum. Bugünkü yalnızlaşmam da mutlaka benim de payım var. İlişkilerimi iyi koruyamadım, kolayca yapamadım. Kartvizitleri bile saklamadım. Öyle yapmak gerekiyormuş. Ama hastaydım. Hasta biri hakikaten. Hasta biri bencilleşiyor, içine kapanıyor. Bir telefon etmek zulüm geliyor. Hastayım ne yapayım?

SİYASİ MÜLTECİNİN YAŞADIĞI BİR YALNIZLAŞMA DURUMU..

Avrupa Postası - Geçenki Frankfurt söyleşisinde keşke şunu söylemeseydim dediğiniz bir nokta oldu mu? Yahut böyle söyleseydim dediniz mi? Belki şöyle anlaşılırdı biraz daha dikkatli bir şekilde demeyelim de birileri diyorsunuz ya çabuk alındılar, alıngan davrandılar...  Aslında siz çok açık ve doğru bir yerden bakıyosunuz ama. böyle bir durum oldu mu?

Aslı Erdoğan - PEN Almanya'nın o burs meselesini gündeme getirmekle hata mı ettim, etmedim mi? Artık çıktı gündeme geldi. Ama olayın özünde ben haklıyım. Bana tabii, verilen bir burs geri alınmış. Bu da açığa çıktı kesinlikle. Belki de iyi oldu. Ama o röportaj zaten PEN üzerine değil, benim içindi. Yani o cımbızla alıntı aklımın ucundan geçmezdi. Yani böyle bir yanlış anlama ya da çeşitli kuruluşlara. "Biz Aslı'ya destek olduk, bizi mi kast etti?" Yok, sizi kastetmiyorum. Hani bazen genel konuşuyorsunuz ya, yalnız bırakıldım. A suçlu, B suçlu, C suçlu dememek için, bu sefer hayır Z çıkıyor ortaya. Kimseyi suçlamıyorum ama bir yalnız bırakılma durumu bence doğru kondu. Ben olabildiğince anlamaya da çalışıyorum bunun arkasındaki dinamikleri ve kendi rolümü de. Ve sadece bana olmadığını da biliyorum bunun. Kişisel bir durum değil. Bu bir sürgün durumu. Siyasi mültecinin yaşadığı bir yalnızlaşma durumu. Eminim herkes şöyle ya da böyle yaşıyor bunları. Artık kurumsal ırkçılıkdı, şuydu buydu bunlar yok mu? Ben de kendi yaşadığım kısmıyla bahsettim o kadar. Ve hani keşke daha usturuplu ifade etseydim yani. Yani geçtim çekişme oldu arada sanki ben harcandım deseydim daha iyiydi hani. Şimdi bir de geçmiş bir olay. Bir yıl geçmiş üzerinden.

İLTİCADAN BAŞKA SEÇENEK GÖRÜNMÜYOR

Avrupa Postası - Sağlık sigortanız gelecek Ekim ayında, oturma müsadeniz ise herhangi bir değişiklik olmazsa önümüzdeki yılın Mart ayında sona erecek. Peki bu koşullarda iltica etmeyi mi, yoksa yoksa Türkiye'ye dönmeyi mi düşünürsünüz?

Aslı Erdoğan - Yani şöyle diyim PEN bursu aldığımız dönemde iltica konusu çok konuşuldu. PEN Almanya diye düzelteyim burada. Sürgündeki yazarlar on iki kişiydik ve yazarların çoğu burslarının bitimini bekliyordu iltica etmek için. Çünkü bazen durum değişiyor. Hani bu iki yılda, üç yılda durum değişirse dönme şansı oluyor. Bir de tabii iltica başvurusunda bulunursanız burs alamıyorsunuz. Ya burs, ya da iltica. İşte o dönem bu sağlık sigortası gündeme geldi. 55 yaşını beklemeyin, 55 yaşınız dolmadan iltica edin denildi. Ben nedense bu uyarıları biraz kulak ardı ettim. İkilem yaşadım. Uzun süre kendi içimde direndim. Yani gerek kalmadıkça etmeyeyim. Korktum da açıkçası iltica sürecinden. O mültecilik, o bir kesim, bir kopuş. Ama şimdi de o burslar, şunlar bunlar bir yere kadar. Bize başka bir seçenek görülmüyor.

Ciddi sağlık sorunları belirdi ve Almanya'da sağlık sigortasının çok zor olduğunu öğreniyorum. Yani çok iyi bir sigortam varmış. Iphone bursiyer iken PEN'e geçince bu sigortadan çıkarılıp başka bir sigortaya konmuşum. Şimdi oraya dönemiyorum. En son sanatçılar kasasına başvurdum. Bana bu 55 yaşın üstündekiler genel sağlık sigortası alamaz kuralını yazılı olarak bildirdiler.

Avrupa Postası - Gayrı insani bir şey.

Aslı Erdoğan - Evet, gayrı insani ve bence ayrımcı bir yasa. Yani orta yaşlıların sağlık hakkı yok mu? Herhalde yabancılar için yapılmış bir yasa. Benim de şu an çok ağır sağlık sorunlarım olduğu için onlara tek lafım yok. Hiçbir özel sağlık sigortası beni kabul etmez. Crest hastası bir kadın. Senede bir yoğun bakımlık oluyorum. Feci sağlık faturalarım var. Bağırsağımdan bir metre alındı daha ilk bir buçuk ay önce. Tabii ki özel sağlık sigortasında şaşırırlar bile. Gidip konuşsam herhalde siz nasıl sağlık sigortası alabileceğimizi düşündünüz denir.

Ameliyattan sonra iki hafta Berlin'e gelemedim. Hala karın kaslarımı kullanamıyorum. Geldikten sonra ikinci gün ısınmayla birlikte tekrar ambulansla acile kaldırdım. Büyük olasılıkla tıkandı. Her an olabilir. Ameliyattan sonraki ilk 1 yıl her an bağırsak yırtılabilir, tıkanabilir. Her gün beyin kanaması geçirebilirim. Bu konumdaki biri sağlık sigortası beni hayatta tutmayacak ama bir de sağlık sigortam güvence, en az sağlık sigortam yoksa benim bu durumda yaşamam mümkün değil. Ben yani açıkçası, Türkiye'de cezaevlerinde belki doktora daha kolay erişiyor bir halde kalacağım. Yani bu da çok patetik bir durum. Yalnız sağlık sigortasını halledemezsem, cezaevi riskine rağmen bu sağlık durumunda Türkiye'ye dönmek zorundayım.

Avrupa Postası -  İltica etmeyi etmeyi düşünmüyor musunuz?

Aslı Erdoğan - Nasıl iltica edeceğimi düşünüyorum. Eğer iltica sağlık sigortası sorunu çözecekse, ki o konuda da net bir bilgi alabilmiş değilim. İltica edersem ve Almanya benim sağlığımı üstlenir ise. Açıkçası geçen haftaya kadar bu kesin böyle sanıyordum ama şimdi beni epeyce şüphelendiren datalar gelmeye başladı. Tabii iltica kararı almıştı, falandı birden ben hiçbir şeyin bildiğim gibi olmadığını yeni yeni öğreniyorum, öyle diyeyim. 

BİR HASTANE KAPISINDA ÖLÜP KURTULURUM

Avrupa Postası - Eksik bilgiler de olabilir.

Aslı Erdoğan - Ben Aslı Erdoğan olarak ne yapabilirim, ne edebilirim yani? Bir de yıllar sürecek bir hukuki süreç sonunda alacağım sağlık sigortasında benim çok işime yaramaz ki. Eninde sonunda alırım ona eminim. Almanya'daki demokratik yapılara ve sezgilere ve kurumlara o konuda güvenim tam. 6 ay uğraş, 1 yıl uğraş. Ben sağlık sigortamı alırım. Ama ya 6 ay bile dayanamayacak kadar hasta biri varsa 55 yaşını da doldurmuş ise ve de yalnız ise? Ne yapıyor Almanya'da ne yapacak? Hakikaten 6 aylık bir mücadeleye bile giremeyecek insanlar var ve sanırım ben onlardan biriyim yani. Ve bu süreçte ben iki kez ölümden döndüm. Hastane beni kabul etmediği için eve geldim ve ikinci beyin kanamasını geçirdim. İkinci hastane anladı, kabul etti. Şansa bu kez Atina'dan doğru doktoru aradım. Doğru doktora yetiştim. 24 saat içinde ameliyata alındım. Şans üçüncü kez işlemeyebilir. Ya ben hakikaten evimde ya da bir hastane kapısında belki de kurtarılabilir olabilecekken ölebilirim. Benim için bir kurtuluş olur inanın, benim için en kolay yoldan çıkış olur.

ŞOVENİZMİ MİLLİYETÇİLİKLE KARIŞTIRIYORUZ

Avrupa Postası - Ağzınızdan yel alsın.

Aslı Erdoğan - Yo hayır, bu da gerçekten insani bir trajedi. Hakikaten. Kafka da yalnız öldü, Mozart da yalnız öldü ama her yazar da illaki yapayalnız ölüme terk edilmemeli diye düşünüyorum. Türkiye hoyrat bir ülke. Kendi yazarını sanatçısına hoyrat bir ülke. 200 kadar yazarını hapsetmiş. 163'tü Cumhuriyet Kitap Kulübü'nün verdiği sayı ama, bence daha fazla. Gözünün yaşına bakmıyor yazarsan. Yazarmışsın, sanatçıymışsın, akademisyenmissin? Bunlar bir değerdir, koruyalım. Ve bu maalesef sadece devlete de özgü değil. Bence toplumsal yapımızda da var. Biz de kendi değerimizi, kendi yazarımıza sahip çıkmadık. Asıl sanırım kendimize saygı duymuyoruz. Sözgelimi Polonya son derece milliyetçi bir ülke. Benim yaşadığım ülkeler içinde gördüğüm en milliyetçi ülkelerden biri. Milliyetçi ülkeler yazarlarını, değerlerini Nobel'in de tapar. Her Polonyalı size Madam Cruie bahseder. Belki gerçekten de milliyetçi bir ülke bile olamadığımız için. Yani biz şovenizmi milliyetçilikle karıştırıyoruz. Türkiye'den bir yazar Nobel aldı. Başına gelenleri biliyorsunuz. Nobel'i geri vermesi için kampanya yapıldı. Bu bir hoyratlık. Bu bir değer, kadir kıymet bilinemez hali. Evet ve tabii ki bundan da bir edebiyatçı olarak fazlasıyla mustaribim. Yani bir edebiyatçı olmak bile ciddiye. Bazı çevrelerde aman ya o da ne? Buydu belki ama Fransa'da mesela yazarım dedim mi size? Her konuda her şeyi bilen biri konumuna koyuyorlar. Amerika'da da ne kaç sattığınız ile ölçü alıyorsunuz.

İlk eşitsizlik bence erkeğin kadına duyduğuyla başladı. En derine işlemiş olan en eski milliyetçilikten, ırkçılıktan, sınıflı toplumdan ve hepsinden de daha eski. Bu ayrımcılık onun içinde en mücadele etmesi en uzun sürecek olanı. Bence kadınla erkeğin arasındaki ayrımcılık, edebiyat olsun, bürokrasi olsun, iş dünyası olsun ve hepsi bundan etkileniyor.

Avrupa Postası - Bu sene sizi kitap fuarına göremeyeceğiz anlaşılan. Yoksa yanılıyor muyuz?

Aslı Erdoğan - Sanırım henüz bir davet almadım. Geçen sene kitabım çıkmıştı ya, Almanca'da dördüncü kitabım çıktı. Penguin Dot benim için bir lansmanda tanıttık. Bir de PEN Berlin'in standında küçük bir tanıtım yapmıştık. Ancak bana çok kızdı PEN Almanya. Aslında onlardan bağımsız "Türkiye'den Sesler" diye bir kitap hazırlandı. Can Dündar da var, Zehra Doğan da var. Sekiz yazar, sekiz sürgün. Türkiye üzerine Türkiye'deki özgürlük ortamı komik kalıyor değil mi? Türkiye'deki özgürlük ve oksimoron üzerine bir kitap yazıldı. PEN Berlin standında da tanıtıldı. Burhan Sönmez'in de bir makalesi vardı. Bu sene bilemiyorum. Davet alırsam o zaman gitmek zorundayım. Ve okurların karşısına çıkmak. Şu an mesela İsveç'ten çok önemli bir davet aldım. İlk kez Romanya beni davet etti. Herkese ve size de bunu söyleyeceğim. Sağlığım hiç bir şekilde garanti değil. Yani Eylül sonunda şuraya gelirim, Ekim'de buraya gelirim. Teorik olarak evet diyorum şu an. Sanırım seyahat edebilecek kadar çok ayarlarım ama... Açıkçası ben o kitap fuarı zamanı hala hayatta mıyım değil miyim inanın onu bile bilmiyorum desem abartmış olmam. Ama ben bu hisle her günüme bayılıyorum. Ben kendimi böyle güçlü de hissetmiyorum. Ben bugün Frida Kahlo değilim, 22 ameliyatta hala resim yapıyormuş, ben 6 ameliyatta bittim, Frida Kahlo değilim. Fiziksel acıya dayanmak benim için çok zor. Çok acı çektim bu son süreçte. Yani tahmin bile edemeyeceğiniz fiziksel morfin ilk kez verildi bana ve morfinin bile kesmediği bir acıdan söz ediyoruz. Hayal bile edemezdim böyle acıları. Dünya üzerinde ben çok acı çektim falan sanırdım. Pek çok sağlık sorunu yaşadım, kaza geçirdim, yandım ben iki kez daha acı nedir biz biliriz abi pozundaydım. İnsan bilmiyormuş, bilmiyormuş yani ne acılar varmış. Yani gücümün sınırlarını gördüm ve gördüm.

UMUDA TUTUNMAK ZORUNDAYIZ

Avrupa Postası - Son söz olarak Avrupa Postası okurlarına ve Aslı Erdoğan'ı sevenlere neler söylemek istersiniz?

Aslı Erdoğan - Olumlu bir mesajla bitirmek istiyorum. Hakikaten hiç kimseyi kırmak istemem. İnsanları kırmanın yükü bende ağırdır.

Uğradığım haksızlıkları çok ender dile getirebilirim. Bazen fevri davranıp vermek istediğim mesaj dayanışmanın her zaman en önemli şey olduğunu, cezaevinde bunu öğrendim. Birebir yaşayarak kadınların dayanışması beni ayakta tuttu. Ben hep yalnız ve tekil bir bireydim. Dayanışmanın gücünü gördüm ve bunu bu inancımı da korumak istiyorum. Yani dayanışmaya, insana, edebiyata. İyi ve güzel olana inanmak istiyorum. Ve bizler için tek umut. Kötü bir dönemdeyiz. Türkiye de işler her gün kötüye gidiyor. Bir şekilde umuda tutunmak zorundayız. Bu umudu bir yerlerde bulmak zorundayız. Benim içimde bu umut en çok dayanışmada yatıyor. Hepimiz çok acılar çekiyoruz. Çektik, çekeceğiz ama çekilen acı bir diğerinin acısını anlamaya yaramıyorsa, maalesef boşuna çekilmiştir diyorsunuz. İnsan acısını empatiye dönüştürebilmeyi öğrenebilmeli.