TUTUNAMAYANLARIN FERYADI ARABESK[*]

“Sen mutsuz memleketim gibisin.”[1]

Arabesk şarkıların en muteber söz yazarlarından Ali Tekintüre, 2 Eylül 2012’de ‘Radikal’deki röportajında “Bugünkü müziğin temeli arabesk… Arabesk kültürü ölmez,” demişti. Galiba haklı!

Popüler kültürün önemli unsurlarından biri olan arabesk, arabeskleşmiş şeylerin toplamıdır.

Theodor W. Adorno’nun, “Kültür endüstrisi müziği tamamen kendi denetimine sokmayı başardı,”[2] vurgusuyla müsemma arabeskin müzik dışında, başka alanlarda da tezahürleri olduğunu biliyoruz. O, bir müzik türü olmaktan öte, hayata bakış açısı ve kültürüdür.

Unutmayın: Müzik tarzı sizin ruh hâliniz ve yaşam tarzınız hakkında bilgi verirken; Coğrafyamızın her parçasında arabeski bulmak mümkündür. İnsan davranışlarında, yemeklerde, konuşmalarda ve müzikte…

Abartmıyorum: O, Coğrafyamızın nabzını gösteren bir ruhtur. Toplumsal bir ruh; bir çöküşün ruhu. Ya da çürüyen hayatı(mızı)n gittiği istikamettir...

Bu bağlamda herkesin, her şeyin biraz arabesk olduğu coğrafyamızda onun “dönüşen form ve biçimlerde hayat bulduğu”[3] gerçeğini görmezden gelemeyiz.

‘Spotify’ verilerine göre arabeske ilgi son üç yılda dört kat artmış. Rapçiler arasındaki arabesk rap kavgası da gösteriyor ki, arabesk kendi kabuğundan çıkıp diğer müzik alanlarını da dönüştürmüş. Peki neden vazgeçemiyoruz? Kulak alışkanlığı mı, kültürel kodlar mı? Yoksa daha derinlerde, müziğin bilimsel tarafında ve yaşam kültüründe bizi arabeske bağlayan bir şeyler mi var?

Yalnız bir müzik türü değil. Aynı zamanda bir yaşam tarzı: Arabesk! 60’lı yıllarda, “alt kültürlerin müziği” olarak ülke gündemine gelen, köyden kente göçle “kültür bunalımı yaşayan kitlelerin avuntusu” olarak anlatılan, sırf tınısıyla değil, geleneği, alışkanlıkları, yemekleri, görsel imgeleriyle kentleri saran bir kültür.

Adı üstünde, arabesk. Fransızcadan dilimize geçen ve “Arap tarzı” anlamına gelen bu sözcük, özünde ithal bir kültürü tanımlıyor. Tıpkı “hafif Batı müziği” gibi. Ancak iş özdeşleşmeye gelince arabesk, kitleler tarafından “daha çok kabul gören” durumuna geliyor. Elbette bunun dini, siyasal nedenleri var. Osmanlı’nın nüfuz coğrafyasının ağırlıklı olarak Ortadoğu’ya genişlemesi, Türk kültürünün İslâmiyet etkisi altında kalmasından sonra Arap ve Fars kültürleriyle yüzyıllara uzanan bağlar...

Her ne kadar “müzik evrenseldir” çok kullanılan bir söylem olsa da kültürlerin yerel kodları müziğin anlatısı ve bağlamı için çok önemli birer gereç. Arabesk söz konusu olunca kültürel etkileşimin nasıl işlediği ve Arap coğrafyasına ait olan bu müziğin nasıl Anadolu’yu ve Türkiye’yi kapladığı ilginç bir soru olarak ortaya çıkıyorken; Etnomüzikolog Dr. Şener’e kulak verelim:

“Kadercilik, arabeske atfediliyor ama -literatürde de birkaç noktada vurgulanmıştır- geleneksel müziğimizde böyle bir karşılığı zaten var. Dolayısıyla arabesk müzik bunu yeniden icat etmiş değil. Sahadan yaptığım araştırmanın etkisiyle söylüyorum, arabesk bir devrin modasıdır. Burada Türkiye’de her zaman olduğu gibi bir sentez anlayışı var. Fakat sentezin referans noktaları farklı. Aranjmanlar dünya popüler müziğinden esinlenirken arabesk Doğu’dan, hatta Orhan Gencebay’ın tabiriyle “serbest çalışmalar” gözüyle bakacak olursak Mısır, Arap dünyası, tür olarak caz hatta rock’tan esin kaynağı alabilen bir tür. Bence arabeskin içinde karamsarlık kadar başka şeyler de var. Meral Özbek’in, Orhan Gencebay’ın arabeskiyle ilgili kitabında Gencebay’ın şarkı sözlerinizdeki ilk tema “aşk”tır. Aşkı yaşayış biçimi bakımından bize özgüdür. Daha karamsar yaşandığı söylenebilir. Zaten bir müzik türünün popülariteye, ticari başarıya ulaşabilmesi için toplumun ihtiyaçlarına cevap vermesi gerekir. Demek ki arabesk müzik toplumunuzu yansıtan bir özelliğe sahip. Türkiye’deki herkesin içinde arabesk müzikte bir şeyler bulabilecek bir yan var.”

“Öyle görünüyor ki, arabesk çok güçlü bir söylem oluşturmuş ve geniş bir toplulukta karşılık bulmuş. Dolayısıyla, bu artık bir şekilde kalıcı olduğu anlamına geliyor. Hayatımız boyunca arabesk müzik repertuvarı içerisinden şarkılarla yoğrulduğumuz için estetiğimiz de o çerçevede gelişti. Çünkü bu kültürün içerisinde birtakım kodlara karşılık geliyor.”

Şener’in sözünü ettiği kodlar, kolay silinecek gibi değil. Spotify verilerine göre türün dinlenmesinin son üç yılda dört kat artmasını, toplumdaki genel huzursuzluğa ve alım gücünün azalmasının getirdiği moral bozukluğuna bağlayabiliriz.[4]

* * * * *

Arabesk sosyolojik olarak alt kültüre bir örnek iken; asla karşı kültür değildir.[5]

Çünkü o, “İçinden çıktığı kültürel ve toplumsal çevreye göre biçimlenmiş, tutarlı bir kuramsal dayanaktan yoksun, ezgi yönünden arap müziğinden, çalgı yönünden batı müziğinden etkilenen, önceleri taşradan başlamakla birlikte zamanla toplumun tüm kesimlerini etkisi altına alan ve dolayısıyla yaygın bir dinleyici kitlesine sahip toplumuza özgü bir müzik türüdür.”[6]

Ya da “Geleneğin, bütünlüğü olan bir kültürün ya da bir sentezin ürünü olmadığından, farklı zamanların ve farklı kültürlerin simgelerine açık, anakronik bir müzik”tir.[7]

“Jilet Âlemleri”nin köşe taşı olan arbesk yaşamı acılar, başarısızlıklar, hayal kırıklıkları ile dolu tutunamayanların feryadıdır. Suçlusunun kim olduğu bilinemeyedir; tüm dünyaya ver yansın edendir!

İtilmiş-kakılmışlık duygusunun, ezikliğin, hiçleşmişliğin hasılı yabancılaşmanın ürünüdür.

Arabesk kültürü nihai kertede modernleşme eğrisinde bir sapma değil, doğal bir sonuçken; dışlayıcı otoriter Türk modernleşmesini çok güzel yansıtan bir örnektir de.

Coğrafyamızda -öncesiyle bağıntılı olarak- 80’li yılların varoş çocuğudur; yaşamı taşralı, ama hayalleri kentli itirazdır; hayaller ile yaşam biçimi arasında devasa uçurumu “doldurur” arabesk.

Eskiyle yeninin, modernle muhafazakârın arasına sıkışıp kalmış; hangisine ait olduğunu bilemeyip; her ikisini de benimseyip, aynı zamanda yadırgayan; böylece ikisine de adapte olamayıp tutunamayanları tanımlayan sıfattır.

Modern ile gelenekselin kurduğu ilişkinin bir biçimidir; hayal ettikleriyle yaşadıkları arasında dağlar kadar fark olanların müziğidir.

Acılı aşk ezgileri, karşılık bulunamayan sevdalar, vuslata ermeyen platonik aşklar, mutsuzluğa batmış aşk maceraları, ellerinde olan her şeyi kaybetmişlerin bir çeşit uyuşturucusudur…

Ya da algıların, yargıların bozuk olduğu zamanların müziği olarak arabesk kişinin sadece kendini haklı görmesidir.

Acının pornografisi olarak da nitelenmesi mümkün olan ruhani işkencedir, teslimiyettir.

Demiştim: Bir ruh hâlidir. Depresyon, bunalım, melankoli denilen şeyler arabeskten çok da uzak değiller.

Ataerkil bir kültür aynı zamanda; acı çekmeye, kavuşamamaya, parasızlığa, hasrete, hastalığa, ölüme sevdalı, yaşamdan çok ölümü ve hazdan çok da acıyı işaret etmesi ile mazoşistiktir.

Bu yüzden de acı çekmek ve bunu kanırta kanırta yapmak, “göstermek”, vitrinlerde pazarlamak, yazmak, çizmek de bunun bir uzantısıdır.

Arabesk plakta durduğu gibi durmaz. Arabeskte yoğun bir acı çekme hâlini görülür. Çekilen acıyı herkese duyurma isteği vardır.

Öte yandan obsesif kompulsif bozukluktur da; acının kaynağı olan hâdisenin ya da durumun kendisinin etkisi artık kalmasa bile o acının varlığını devam ettirir. Çünkü tek sermayesi budur; çektiği acı eğer sonlanırsa elinde hiçbir şey kalmayacak, acı bile çekmeyen bir kişi olacaktır.

Orhan Gencabay, Müslüm Gürses, Emrah, Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses, Bergen, Gülden Karaböcek, Ferdi Özbeğen, Cengiz Kurtoğlu ve daha niceleriyle insan(lar)a sistematik olarak dayatılan mağdur edebiyatının müzikli filmli hâlidir.

Mazoşistik çile kültür(süzlüğ)üdür. Umutsuzlukla beslenip, acıya mahkûm edip; acıya bağımlı hâle getirir, çürütür.

Hayata küsmüş, pes etmiş zihniyetiyle bol salya, sümüklüdür. Müzik kitlesi abartılıdır, umutsuzdur, içe dönüktür. Milyonlarca insanın yaşam tarzıdır!

İnsan(lık)ı eylemsizliğe iten içe dönük bir itirazın müzik türüdür. Vasatın zaferidir; zayıfları, daha da zayıflatandır; hüzün dozunu arttırması hâlidir.

Haykırıştır; sıkıntısını, hasretini dile getirir; alkol ve gözyaşı olarak özetlenebilir...

Yokluktan, çaresizlikten, pişmanlıktan vb. kederli hâllerinden haz almayı başarabilen milletimin özüdür ya da bir güzel dayak yedikten sonra, “Ohhh, valla iyi geldi, hiç stresim kalmadı” demenin diğer adıdır; cehaletin milli marşıdır.

Arabesk müziğin ortaya çıkışı tarihsel-yapısal koşullarla doğrudan alâkâlıdır. Çünkü o, hayata karşı kaybedilen mücadelelerin, bir başına kalmanın, en acımasız şekilde terk edilişin müzik ile birleşip dile gelmesidir.

Bir kara delik olarak, insanın bilinçaltını “melankoli” ile dizayn eden arabesk, temelde bir kurban-mağdur mentalitesidir. Dünyada birçok farklı formda icrası var olmakla beraber bir alt kültürdür. Örneğin Yunanistan’da ‘Rempetiko’, Portekiz’de ‘Fado’ vb’lerine karşılık gelir.

Acının estetize edildiği müzik türüdür; kitlelerin yaşadığı imkânsızlığın, fakirliğin, itilmişliğin, reddedilmişliğin ifadesidir; acılarının dışarı vurum şeklidir.

Bu hâliyle de hayatı yer kaplayan boşluktur; “ben zaten her acının tiryakisi olmuşum,/ ömür boyu bitmeyen derdimle yoğrulmuşum,” ifadesindeki üzere Orhan Gencebay’ın...

Sakın ola unutulmasın: Arabesk toplumsal bir gerçekliktir; sadece bir müzik türü değil hayat tarzıdır da. Arabesk müziği sadece bir müzik olmaktan çıktı; geniş kitlelerce benimsenen bir alt kültür oldu. Yani mesele müzik ile sınırlandırılamayacak kadar geniştir…

Ve birçok şeyi içeren arabeskte eksik olan tek şey politikadır! Yoksulluğun, yokluğun, ezilmenin de-politizasyonudur…

* * * * *

Toparlarsak: Kapitalistleşme süreciyle eş zamanlı olarak askeri darbelerin coğrafyamızın siyasal tarihini politik, ekonomik ve kültürel alanı biçimlendirdiği 1980’lerde neo-liberal politikalar hayata geçirilirken karşımıza çıkan arabesk müzik metalaşan, metalaştıran bir kültürel müdahaledir.

Değişim değeri kullanım değerinin önüne geçen arabesk müzik standartlaşmayla birlikte geniş kitlelere ulaşırken hâkim müzik türü olarak belirmiş; arabesk-pop müzik karışımı yeni eğilimlerin de önünü açmıştır. 

“Arabeskin sosyolojisine dair yapılan çalışmalarda köyden kente göç eden, kentin kültürel dokusuna uyum sağlayamayan gecekondu mahallerinde yaşayan emekçilerde karşılık bulduğuna dikkat çekilmiştir. 2000’lere gelindiğinde ise arabesk daha çok küçük burjuva kesimlere seslenen bir kültürel form hâline geldi.”[8] Kendi yaşamlarına hükmedemeyen, hayatın yönet ilmesi konusunda irade sahibi olmaktan ala konulmuş insanların yakınmaları…

Arabesk yaşam tarzını besleyip, tabanı genişleten arabesk, umutsuzluktan beslenirken; şehre küsmüşlüğün, bu yeni yerde hayallerini gerçekleştirememiş olmanın acısını işler.

İstanbul’a, kente yenilmişliğin ilanından ibarettir desek yeridir. En az varoluşçuluk kadar kötümserdir hayata karşı. Her yönüyle kabul görmeyişi, kabul etmeyişi, itirazı şiar edinir kendine.

Ancak Tahsin Özmen’in ifadesindeki üzere, “Hiç bir arabesk çığlık, susturamaz şiirin sesini...”

Şiir umut ve başkaldırı çağrısıyken; Walter Benjamin de ekler: “Umut dediğiniz şey, umutsuzlar adına bir beklentidir aslında.”

O hâlde arabesk(çiler)e anımsatılması gereken, “Ben adaletsizliğe karşı göreceli bir başkaldırı istemiyorum. Yalnızca sonsuz başkaldırıyı kabul ediyorum...”[9] mottosudur.

1 Ağustos 2023, 15:40:08, İstanbul.

N O T L A R

[*] İnsancıl Dergisi, Yıl:33, No:398, Eylül 2023…

[1] Oktay Rifat.

[2] Theodor W. Adorno, Aydınlanmanın Diyalektiği, çev: Nihat Ünler, Kabalacı Yay., 1996.

[3] Orhun Atmış, “Dönüşen Arabesk”, Cumhuriyet, 7 Haziran 2023, s.13.

[4] Deniz Ülkütekin, “Herkesin İçinde Biraz Var: Arabesk”, Cumhuriyet Pazar, 9 Ekim 2022, s.6.

[5] XX. yüzyılda Türk toplumundaki sosyal konuların müziğe yansıması en belirgin şekliyle halk müziğinde ve arabesk kültüründe görülür: Göçebe kültürlerdeki yoksulluk, acılı insanın müziğe yansıttığı şarkıların sözlerinde derin bir hüzünle dile gelmiştir. Arabesk, genellikle çok duygusal şarkı sözleriyle umutsuz aşkları, mecburen sığınılmış yeni ortamların zorluklarını konu eder. Acı dolu sözleri bir yana, bir kısmı da sözsüz, ama hüznü yansıtan çalgısal müziktir. Yaylı sazlardaki kaydırmalar ve dokunaklı titreşimler başlıca özelliklerindendir. Fransızcadan Türkçeye geçen arabesk sözcüğü “Arap tarzı” anlamındadır. Müzik tarihinde “Arabesk” başlığını ilk kez Schumann kullanmış, “Op.18 Arabesk”i 1839’da piyano için yazmış. Minör tonda, lirik ezgilerle süslü, kısacık bir yapıttır. “Arabesk” terimi daha sonra bale yapıtlarında bir figürün adı olmuş. 1900 başlarında Debussy de kimi piyano yapıtına “Arabesk” başlığını vererek Arap dünyasının gizemine göndermeler yapmıştır. Mimaride ise Arap tarzında süsleme öğelerini içerir. (Evin İlyasoğlu, “Batsın Bu Dünya”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2019, s.13.)

[6] Nazife Güngör, Arabesk-Sosyoskültürel Açıdan Arabesk Müzik, Bilgi Yay., 1993.

[7] Nurdan Gürbilek, Vitrinde Yaşamak, Metis Yay., 1991, s.34.

[8] Kadir İncesu, “İsmail Afacan: 2000’li Yıllar Arabeski İçeriksiz Olanı Politikleştirdi”, Cumhuriyet Kitap, No:1637, 1 Temmuz 2021, s.14.

[9] Emil Michel Cioran, Umutsuzluğun Doruklarında, çev: Orçun Türkay, Jaguar Kitap, 2019, s.115.