Sri Lanka Modelinin Türk Devleti Versiyonu Uygulanıyor

Erdoğan, yaklaşan referandumda baskılar ve zorbalıklarla istediğini elde etmeye çalışmaktadır. Eğer istediği sonucu elde ederse baskı ve katliamlar daha sistemli ve kanlı olarak devam edecektir.

Baskı ve katliamlar konusunda dünya devletlerine ilham kaynağı olan Türk devletinin, her hangi bir devletin örneğine ihtiyaç duymayacağı açıktır. Bununla birlikte devletlerin birbirlerinin tecrübelerinden yararlandıkları da bilinmektedir. Bu kapsamda Türk devletinin son dönem politikaları ve buna bağlı olarak tartışılan Sri Lanka modeline bakmak faydalı olacaktır.

Hindistan'ın güney doğusunda bir ada olan Sri Lanka'da Tamiller 60 yıldır özgürlük mücadelesi vermekteydiler. Zaman zaman başlayan ve devam eden barış görüşmelerine ve yapılan bazı düzenlemelere rağmen sorunu çözmek istemeyen devlet, 2009 da Tamil Kaplanlarına ve halkına karşı giriştiği kanlı yok etme saldırılarının sonucunda, 40 bin Tamil halkı ve onbinlerce Tamil gerillası katledilmiştir. Görüldüğü gibi modelin özü, hile ve katletme üzerine kurulmuştur.

Türkiye ve Kürdistan'dan, 7. Haziran'dan bu yana olanların çetelesi halkların hafızalarında kaydedilmiştir.Hiç bir şey unutulmadı, unutulamayacak. Sadece yaşadığımız acıların yürek dağlayan yakıcılığı ve takip edilemeyen yoğunluğu bir hesap yapmamızı zorlaştırmaktadır. Bu nedenle 7 Haziran 2015 ten beri yapılan katliamları, siyasal baskı ve zorbalıkları tek kalemde saymaya kalksak bunun kolay olmadığını göreceğiz.

Bu kısacık tarihe ne zulümler, ne direnişler sığdırılmadı ki? Bu bir buçuk yıl içinde onlarca katliam yapıldı, onlarca şehir yerle bir edildi, köyler yakıldı, onbinlerce insan tutuklandı, yüzbinlerce insan gözaltına alındı. OHAL'den bu yana, HDP'nin eşbaşkanları Selahattin Dmirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere onlarca üst düzey yöneticisi ve milletvekili tutuklandı, eşbaşkan Figen Yüksekdağ'ın vekilliği gasp edildi. Yüzden fazla DBP belediyesinin yetmişine el konularak halkın iradesi zorla gasp edilmiştir. Aynı politikalar, ısrarla ve şiddetlendirilerek devam ettirilmektedir.

Daha vahim olanı bu süre boyunca halklara dayatılan korku iklimiyle, toplumların geleceğe olan inancı kırılmaya, umudu gasp edilmeye ve yaşama sevinci yok edilmeye çalışılmaktadır. Böylece direnen güçlerle ezilen halklar ve toplumlar arasındaki bağ kopartılarak, toplum köleleştirilmek istenmektedir.

7 Haziran'dan sonra olanların her birisi netameli zamanlarda olabilecek türdendir. Gerek baskıların şiddeti, çeşidi ve yoğunluğu ve gerekse de bu sürecin sistemli, uzun bir zaman dilimine ve bütün coğrafyaya yayılmış olması yönleriyle, bu süreç, bütün benzer süreçlerden ayrılmaktadır. Bugün yapılan baskının düzeyi, 12 Eylül'de yapılanlarla ve daha önce veya daha sonra yapılanlarla kıyaslanamayacak kadar ağır, kapsamlı, sürekli, sistemli ve yaygın bir durumdadır. Daha basit bir kıyaslama yapılabilinirse bugün yapılanlar, 12. Eylül ve doksanlı yıllarda yapılanların yüz katı ağırlıktadır. O dönem yapılanlardan daha sistemli ve daha çeşitlidir.

Bugün izlenen baskıcı ve katliamcı politika sadece bir bölgeyi kapsayan lokal bir politika değildir. Bilindiği gibi doksanlı yıllarda özellikle Kürdistan veya bağlantılı olan alanlar, bu tür katliamcı ve baskıcı politikaların uygulandığı özel bir coğrafya olarak belirlenmişti.

Aynı şekilde bugün yapılanlar zamanla da sınırlı değildir. 12 Mart, 12 Eylül ve doksanlar gibi dönemlerde yapılan baskı ve katliamlar, bir dizi nedene bağlı olarak, belli zamanlamalarla sınırlı olarak yapılırdı. Bu nedenle, o yıllarda her MGK toplantısı dikkatle izlenirdi. Çünkü orada çıkan kararlar, bu türden baskıcı ve katliamcı süreçlerin başlaması veya sonlandırılması konusunda ip uçları taşırlardı. Özetle bugün uygulanan katliamcı politikalar, ne lokaldır ve ne de zamanla sınırlıdır. Bu politikaların, özgünlüğünü, geçmişten çok farklı olduğunu belirlemek bugün izlenen katliamcı politikaları anlamak açısında son derece önemlidir.

Bugün Kürtleri, Alevileri ve toplumsal muhalefeti yok etmeyi amaçlayan ve kuralsız zorbalığa dayanan, zamana ve coğrafyaya bağlı olmayan bu politikaların belirtilen özellikleri yaşadığımız sürecin temel özellikleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türk devletinin bu dönem izlediği politikaların ayıredici özelliği,´kadim Kürt sorununu, kendi politik ihtiyacına uygun olarak, şiddetle ve 'kökten'çözmeye endekslenmiş olması olarak belirtilebilinir. Kürt sorununu demokratik yolda çözmeye yanaşmayan Türk devleti, 7 Haziran'dan sonra, tarih boyunca yaptığı gibi bir defa daha, Kürtleri bastırarak bu sorundan kurtulmayı denemektedir. Türk devletinin yabancısı olmadığı bu politikanın güncellenmesi son dönemde çok konuşulan Sri Lanka modelinin tartışılmasına yol açılmıştır.

Türk devleti, Sri Lanka modelini bütün vahşetiyle uygulamak için can atıyor. Ancak bu amaçla bütün gücünü, imkan ve fırsatlarını yakın-uzak müttefiklerini harekete geçirmesine rağmen bunu yapamamaktadır. Ancak Türk devleti, Sri Lanka modelinden hiçte farklı olmayan benzer bir politikayı gündemleştirmiş bulunmaktadır.

Bu nedenle Türk devletinin bu gün izlediği politikaların, tamı tamına Sri Lanka modeli olmasa bile, o modelin Türk devleti tarafında uygulanan bir versiyonu olduğunu söylemek mümkündür. Herşey heryede ve her zamanda birbirinin benzeri olarak tekrar etmez. Özellikle toplumsal alanda bu gercek daha çok böyledir. O nedenle bu gün Türk devleti, Sri Lanka'da olduğunun bir benzerini yapmayı çok istemesine rağmen bunu yapamıyor, fakat, aynı niyet ve aynı şiddetle yapabileceğinin azamisini yapmaya çalışıyor. Dolayısıyla Srilanka modelinin kendi versiyonunu uyguluyor.

Tam burada şu belirlemenin altını çizmek önemlidir. Türk devleti, Kürtler teslim alınana veya bastırılana kadar bu politikaları sürdürmek istemesine ve bu sürecin büyük acılarına rağmen, sürecin kaybedeni Kürtler ve demokrasi güçleri olmayacaktır. Türk devleti, bir defa daha, Ağrı isyanını bastırdıktan sonra, Ağrı Dağı'nda yaptığı gibi, bir mezar kazarak üzerine 'Hayali Kürdistan burada meftundur' yazısını yazma şansına sahip olamayacaktır.

Erdoğan'ın yapmak istedikleri ile yapabildikleri arasındak fark, bu gerçeğin görülmesi için yeterlidir. Erdoğan, izlediği vahşi ve kuralsız zora dayalı, Sri Lanka modelinin Türk devleti versiyonuna rağmen, kimseyi ortada kaldıramamış, Kürtlere, Alevilere ve tüm demokrasi güçlerine geri adım attıramamış, hiçbir avantajlı konum elde edememiştir.

Katliamcı politikalar açısında kısa olmayan iki yıla yaklaşan bu süre boyunca istediği sonucu elde edemeyen Türk devletinin ve Erdoğan'ın bundan sonra daha zor durumda kalacağını, sorunlarının ve çıkmazlarının gittikçe daha da derinleşeceğini söylemek kehanet olmayacaktır. Yaklaşan referandumun ve sonrasının bu anlamda Erdoğan'ın ve Türk devletinin işini kolaylaştırmayacağını özellikle belirtmek gerekir.