Sen 1915 için ne yapacaksın baba?



Fotoğraf: Öğretmen Margarit öğrencileri ile... (MUŞ)

Kimi liberal tarihçiler, 1915’te yaşanan olgunun bir soykırım olduğu noktasına geldiler sonunda. Ama bir çeşit, insanlığa karşı işlenen suçu Osmanlının üstüne yıkarak, bu suçun sorumluluğunu mümkün olduğunca, modern cumhuriyeti bu “kirli” işten arındırmak diye de anlayabiliriz bunu. Bu konuya, Özgür Gündem’de yeni çıkan yazımda, Ali Kemal’in asıl linç edilme nedeninin, Ermeni soykırımının faillerinin tutuklanması emrini vermesi olduğunu belirtirken değinmiştim.

Şimdi de, 1915’te başlatılan soykırımcı politikaların, Cumhuriyete giden yolda da izlendiğini göstermek istiyorum. Dr. Mark H. Ward’ın 1922 yılında yayınlanan “The Deportations in Asia Minor. 1921-22” başlıklı raporu Anadolu’da 1921 ve 1922 yıllarında yapılan tehcir’in dökümünü yapar.

Örneğin 29 Mayıs 1921’de Bilecik’ten yola çıkarılan 300 kişiden, yalnızca 30 Ermeni ve 110 Rum Mezre’ye ulaşabilir, geri kalanlar yolda ölür. Ertesi gün Dr. Ward’ın oradaki hastanesine, korkunç bir halde başvururlar yakalandıkları tifüs nedeniyle, çoğu ölür.

3 Haziran’da Eskişehir ve Kütahya’dan 320 kişi ulaşır. Yolda soyuldukları için ot yiyerek hayatta kalabilmişlerdir. 25 gün karantinada tutulurlar, salgının Elazığ bölgesine yayılmaması için. Hükümet yiyecek sağlamadığı için, yerli Hıristiyanların onlara yiyecek götürmesine izin verilir. Bunlar 125’i Rum, 187’si Ermenidir.

13 Haziran’da ise, 574 kişi getirilir Kütahya, Afyon, Bilecik, Eskişehir, Sivrihisar’dan. Bunların 200’ü Rum, 374’ü ise Ermenidir. 35 gün karantinadan sonra, Harput çevresindeki köylere dağıtılırlar. Yolda soyuldukları için 5 kuruşları bile yoktur. Hastane onların konuldukları kamplara ekmek yollar.

20 Haziran’da Hastaneye Konya’dan bu kez seçkin bir grup getirilir. Grup içinde bir Rum din ruhani, zengin bir tüccar ile eşi, ve de ünlü Profesör Haygazyan bulunmaktadır. Bu satırları okurken 2010 Eylül’ünde Beyrut’ta sunum yaptığım, onun anısına kurulmuş olan Haygazyan Üniversitesi'ni hatırladım. Kütüphanesinde hayranlıkla dolaşıp, Konya’daki Amerikan Kolejinin kurucusunun Prof Haygazyan olduğunu öğrenmiş ve binanın ve öğrencilerinin resimlerine bakmıştım.

Daha sonra Konya’daki Kolejin tehcir sırasında Polis Kolejine dönüştürüldüğünü; daha sonra kolejin 1922 yılında, daha büyük olan Rum Okuluna taşındığını öğrenecektim.

Prof. Haygazyan Columbia Üniversitesi mezunu idi, doktorasını ise Yale Üniversitesinde yapmıştı. 1915 tehcirinden sağ dönen az sayıda aydınlardan biriydi, Mütarekeden sonra. Dr. Ward onun kamptaki sağlık durumunun çok kötü olduğunu görür, ama Hastaneye gelmesi için izin almayı başaramaz. Ancak 15 pound altın verdikten sonra izin alabilir. Ama bu arada zayıf bedeni tifüse yakalanmıştır. 7 Temmuz’da ölür. Onu gömmesi için Hastane yöneticilerine izin verilir. Dr. Ward, bizzat kendi tanık olduğu, sadece Elazığ/Mezre’ye getirilen tehcir’e tabi tutulan Rum ve Ermenilerin toplam sayısını 1921 Mayıs- 1922 Şubat ayları arasında, 20 bin 526 kişi olarak veriyor.

Birinci tehcirden sağ kurtulan ve memleketlerine dönen az sayıda insan, 6 yıl sonra yeniden, tehcir, salgın, kırım sarmalı ile yüz yüze kalmışlardır. Fransız emperyalizminin teminatına güvenme gafletinde bulunup memleketlerine dönenler, Adana, Urfa ve Maraş yöresinde yeniden kıyımla yüz yüze kalırken, kısmen 1915 borasını ucuz atlatan İzmir Rumları ve Ermenileri bu acı sürecin son şahikası olmuşlardır.

Kolej dendiğinde bugün lise gibi bir şey algılanıyor, ama aynı Robert Kolej gibi, Konya, Merzifon Anadolu, Talas vb. kolejler Üniversite eğitimi de veriyordu.

Bunların öğretim kadrosunda yer alan birçok Profesör, Dr. ve benzeri kıyımdan üzerlerine düşen payı alacaklardı, 1915 vahşetinden. Hatta Harput’taki Üniversite/Kolej’in binaları, izleri bile bırakılmadan yakılıp yerle bir edilecekti.

Umarım bir gün, Türkiyeli akademisyenler, suikastlerde yaşamını yitiren ve katilleri asla bulun(a)mayan Tütengil, Aksoy, Cömert, Kışlalı, Üçok, Karafakioğlu gibi bilim insanlarının listesine ırk ve din ayrımı yapmadan, 1915’de katledilen akademisyenleri de eklerler.

1915 yılında katledilen 2 Ermeni gazeteciye Basın Müzesinde yer vererek, TGC önemli bir ilk adıma imzasını atmıştır. Dileriz ileride doktorlar, matbaacılar, eczacılar, yayıncılar, tüccarlar, sendikalar, akademisyenler vb. de 1915’te yaşamını yitiren meslektaşlarını anar ve onlara yayınlarında yer verirler.

En başta, katledilen milletvekillerine ayrımsız bir yer vermek, anıt yapmak, TBMM’nin üstüne düşen vicdani bir görevdir.

Peki ya sosyalistler, anarşistler, sendikacılar, bu coğrafyadaki farklı soy ve dinden öncülerini ne zaman anmaya başlayacaklar, araştıracaklar. Bu yıl, Türkiyeli ve Ermeni sosyalistlerin 16 Haziran 1915’de Beyazıd Meydanında asılan Ermeni Sosyal Demokratları birlikte anmaları, geç ve mütevazi olsa bile önemli bir başlangıçtır.

Ya resimi, müziği, tiyatrosu, mimarisi vb. ile sanat erbabı, 100. Yıl için ne düşünüyor, ne hissediyorsunuz?

Ya din adamları?

Neyse o bahsi şimdilik açmayalım.

Ama inanıyorum ki, bu coğrafya nasıl antikapitalist Müslümanları doğurduysa, tehcir türkülerinde anıldığı gibi, “dini uğruna” ölüme yürüyen ruhanileri anma vicdanının da önünü açacaktır...

Ragıp Zarakolu, 28 Ekim 2013