RTE, Kılıçdaroğlu ve Demirtaş'ın buluştuğu yer

Konumuz 31 Mart seçimleri. Fakat bunu salt seçim olarak görmek ve buna göre hareket etmek, demokrasi güçleri açısından apolitik olmanın da bir ifadesi. Tüm bu vb. gerçekleri, ülkenin tarihsel-siyasi-sosyal arka planına bakarak ancak ortaya çıkartabiliriz diye düşünüyorum..  

Birincisi; ülkemizin, 1915 yılı ve sonrasındaki katliamlar ve bu soykırımı ret etmeyen aksine azınlık halklar ve Kürtler üzerinde şiddet uygulayan ve ekonomik gelişme sağlayamamış bir CHP iktidar dönemi var. Egemen sağ ise, bu gerçeklerden kalkarak, CHP üzerinden yoksulları, sol-komünist düşmanı haline getirmeyi başarmıştır. Halkın büyük bir kesiminin fanatik SOL düşmanı olmasının arkasında bu gerçekler yatmaktadır. İlk anti-devrimci barikat budur.   

İkincisi; ülkemizde, milliyetçilik-ırkçılık, din-İslamiyet üzerinden sürdürülen yüz yıllık bir kampanya var. Darbeler, tekçi devlet anlayışı, mevcut laik sistem ve Ak Parti iktidarı, bu kampanyanın asli unsurlarıdır. Ayrıca bunu, CIA’nın ‘yeşil kuşak’ kuramıyla bağlantılı olarak da okumalıyız. 1961-1974 yılları arasında, bu dönemde Şeriatçı ve ırkçı anlayışı savunanların oy potansiyeli %3-5- civarındayken, bu oran 1980 darbesi sonrası bugün % 20’leri aşmıştır. Bu da ikinci karşı devrim hattıdır.

Üçüncü arka plan yancılıktır. Yancılık, Özal iktidarıyla resmileşmiş ve RTE rejiminde en kusursuz biçimini almıştır. Üç biçimde kendini ortaya koymaktadır. 1- hırsızlık ve soygunlardan pay almayı (ihaleler almak-vergi affından yararlanmak vb.lerini)kendine ilke edinen yaltakçı zenginler. 2- devletin ve iktidarın etkin olduğu kurumlarda 3-10 veya daha fazla maaşla ve imkânlarla çalışan onursuzlar. 3- bu kurumlardan yararlanmaya, yardımlarla geçinmeye mahkûm edilmiş milyonlarca yoksul ve çaresizlerden oluşmaktadır. Evet, bunlar da karşı devrim kampını oluşturuyorlar.

Dördüncü arka plan ise; Kürt halkının sorunlarının çözümüyle ilgilidir. Yöneticiler açık bir programa sahip değiller. Örneğin RTE ile Kürt sorunun çözümünü düşünmek, tüm masumiyetine rağmen öküz altında buzağı aramaktan başka bir şey değildir. Bu da bunda ısrar eden Kürt liderlerin çaresizliğini bize söylemektedir. Bıraktık AKP’nin yaptıklarını, MHP ortaklı bir iktidardan sizce hangi çözüm beklenebilir ki? Bu tür düşünen Kürt liderler, öncelikle devleti ve onun kırmızı Anayasasını incelemeliler! İşte bu anlayış, karşı devrim kampını oluşturmaktadır!   

Yukarıdaki dört (4) örneklemeye, önem sırasına göre: a-) devletin şiddet içeren korkutucu (suikastlar-katliamlar vb.) gücünü, b-) ekonomik yıkım ve ahlaki çöküşü, c-) devrim cephesinin inanılmaz dağınıklığını vb. birçok arka planı da ekleyebiliriz elbette! Ama sonuçta bunlar bize; bugün emperyalizme ait volontarizmin-algı yönetmenin-komploların-siyasi iradenin, toplumların doğal gelişim sürecini nasıl etkilediğini, hatta geçici de olsa nasıl belirleyip çürüttüğünü göstermektedir. Onun içindir ki sosyalistler veya solcular, ağızlarıyla kuş bile tutsalar, yukarıda ki barikatları aşamamaktadırlar. Bu nedenledir ki bu kadar yoksulluğa-soyguna- şiddet ve istismarlara rağmen iktidar ve adayları, %40-50 oranlarında oy almaktadır. Bu sebepledir ki bunca olumsuzluklara-intihar edecek noktalara gelmiş olmalarına-korkunç yoksulluğa ve de kadınların ve çocukların istismarına rağmen, kitlesel hiçbir kımıldama ve isyan gözükmemektedir.  

Bu arka plan, bize, üç önemli siyasi kişiliğin (isteyerek ve ya istemeyerek), aynı noktada nasıl buluştuklarının da hikâyesini anlatmaktadır.   

ÜÇ (3) KİŞİNİN BULUŞMA NOKTASI VE İMAMOĞLU

İmamoğlu’nun önemi nereden geliyor? Onu, hem kendi kampında hem de karşı kampta öne çıkartan faktör, nelerdir?

O, emperyalizmin politikasını ve de ülkenin sosyal dokusunu içselleştirmiş, İlerici-Müslüman-Milliyetçi-Sermayeden ama aynı zamanda sosyal politikalardan yana, egemen ‘sol’un bir lideridir. Sonuçta Ecevit’in ‘Karaoğlan dönemini’ yaşamaktadır. Ona bu fırsatı veren faktör ise; yukarıda sıraladığım barikatlara karşı ( ki Ecevit zamanında bu engeller, çocuk oyuncağı gibi kolaydı) bir siyasi strateji izlemeden gelişemeyeceğini görmüş olmasında saklıdır. Yani anti CHP’liler-Müslüman ve Milliyetçiler ve Yancıların en alt tabakası ve de Kürt halkının önemli bir kesimi vb.leri, önlerine özenle konmuş barikatlara rağmen ona yönelmektedirler. Bunun hem nesnel koşulları( ekonomik ve manevi çöküş-Tek adam rejimi vs.) hem de öznel şartları( kitleleri doğrudan muhatap alan taktik-anti diktacı ajitasyon, belediye imkanları vs.) bulunuyor. İşte bu gelişmeler, ister istemez üç siyasi figürü bir araya getiriyor. Peki, nasıl?

1-     RTE’nin İstanbul aşkı ve İmamoğlu nefreti!

Erdoğan’ın İstanbul sevdası esas olarak rant aşkından geliyor elbette ki! Fakat bunu, ‘Erdoğan kaybetmez’ algısını yeniden kazanmak isteyen kariyer hırsı takip etmektedir. Ama esas dürtü, RTE rejiminin yani iktidarın yıkılacağı korkusudur. Bu korkunun kısa vadeli nedeni ise; rejimi daha da İslamlaştıracağı Anayasa değişikliğini yapamaması-İstanbul Kanalı denen trilyonluk rant kapısını açamaması gelmektedir. Ayrıca bu korkuyu besleyen önemli bir nokta daha bulunmaktadır: bir zamanlar kendisine yönelik OLAN emperyalistlerin ilgisinin, şimdi İmamoğlu’na döndüğünü görmesidir.

Sonuçta Erdoğan, ‘İstanbul’u almak için ne gerekiyorsa yapacağız’ diyerek rant ve kariyer temalı aşkı için; algı yönetme, komplo kurma ve hileli yönlendirme düğmelerine hırsla basmış bulunuyor.

2-     Kılıçdaroğlu ’nu İmamoğlu’yla karşı karşıya getiren sebep!

Medyada bu konuda çıkan ‘ Kılıçdaroğlu, İmamoğlu’na karşı yönlendirme yapıyor’ türden haberlere itibar edecek değilim. Fakat bu konuda bir gerçek var. Kılıçdaroğlu’nun yenilgisi, Alevi bazı kesimler tarafından çıkar edinme aracı haline getirilmiştir: aday gösterilmedikleri için istifa edenler, bağımsız aday olarak çıkanlar ve de Alevilere yönelik bir komplodan bahsedenler, demokrasi mücadelesini yani büyük resmi göremeyen ve RTE’nin rejimine su taşımaktan öte bir şey yapmayanlardır.

Fakat Kılıçdaroğlu’nu RTE ile buluşturan nokta, çok daha farklı bir yerde bulunuyor.

Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun siyasi stratejisini hatırlayalım: sağcı hatta ülkücü parti ve kesimlerle iktidara yürümek. Ekmelettin gibi gerici birisinin Cumhurbaşkanı adaylığı- MHP gibi ırkçı bir partiyle ortaklık-sağcı partilerle Millet İttifakı vs. Yani toplumda, devlet tarafından kurulmuş olan barikatları (ki kendi partisinin de bunda payı var), muhalif sağ partiler ile aşıp iktidar olmayı hedefleyen bir strateji bu!

Peki, bugün CHP’nin yeni yönetimi ve İmamoğlu, biraz da pratiğin dayatmasıyla olsa gerek, ne yapıyor? Hiçbir sağcı parti ile ittifakı olmadan, tabanda birlik için ciddi bir çalışma yapıyor. Yani, konan barikatları zorlayan ve yıkmaya çalışan bir propagandayı içeren bir strateji izliyor. Bu durumda; eğer bu strateji özelikle de İstanbul’da başarılı olursa (ki olacak gibi gözüküyor)bu sonuç, Kılıçdaroğlu’nun tabanda değil tavanda ittifak stratejisinin çöpe atılması anlamına gelecektir.

3-     Demirtaş, RTE ile nerede buluşuyor?

Demirtaş’ın son genel seçim öncesi ve sonrası tavrını karşılaştırdığımızda, ciddi çelişki ve zıtlıklar içinde olduğunu görüyoruz. Demokrasi mücadelesinde ki lider gitmiş, yerine pratik siyasetten çekildiğini söyleyen fakat aksi davranışlar içine giren bir siyasi figürün ortaya çıktığına şahit oluyoruz: ‘seni başkan yaptırmayacağız’ diyen Demirtaş, esas olarak başkan yaptırmayacağı kişiyi ‘çözümün adresi’ olarak göstermektedir. Ayrıca;

a-) Eşi Başak Demirtaş’ı İstanbul’a aday göstermek istemesi,

b-) Yine aynı şekilde önümüzdeki günlerde Demirtaş’ın, İstanbul seçimleri için İmamoğlu aleyhinde sonuçlanacak bir açıklama yapacağının dile getirilmesi (ki şahsen tanıdığım Demirtaş’ın bu oyuna geleceğini sanmıyorum), RTE ile buluşmanın bir ifadesi olacaktır.  

Demokrasi güçlerinin temel stratejisi, RTE rejiminin düşmesi ve değişmesi yönünde olmalıdır. Yani Kürtler dâhil tüm ezilenlerin, bir anlık ta olsa boğulmaktan kurtulmak için başlarını sudan çıkartacakları ortama ihtiyaçları var. Bu ihtiyaç, AKP-MHP’li tek adam rejiminin şu veya bu şekilde devrilmesiyle gelecektir. Ezilenlerin ve emekçilerin örgütsüz ve bilinçsiz olduğu bu aşamada ki beklentisi; her şeyin güllük gülistanlık olacağı değil, sadece birazcık da olsa soluk alabilecekleri bir ortamın gelmesini sağlamak olmalıdır.