Natoculaştırabildiklerimizden misiniz?

Yazının başlığı kimi okur için yabancı veya gülünç gelebilir, ancak emperyalist cephenin son zirvelerinin ardından hayli ciddi ve insanlığın geleceğini tehdit eden bir soru hâline geldiğini vurgulamalıyız. 1989/1990 karşı devriminden sonra burjuva basınında dahi, “artık NATO’ya gerek kalmadı” görüşleri ifade edilirken, bugün savaş aygıtı NATO’nun sadece Kuzey Atlantik İttifakı olarak kalması değil, dünya çapında genişlemesi gerektiği yaygın görüş hâline getirilmeye çalışılıyor. NATO basını kanalıyla ve NATO soluna dönüştürülen reformist akımların desteğiyle neredeyse yaşamın her alanı militarist akıl tarafından esir alınıyor. O açıdan “Natoculaştırabildiklerimizden misiniz” sorusunun, salt ulus devletlere ve egemen sınıflara değil, her insana yönelik bir soru olduğunu söyleyebiliriz.

Madrid’de gerçekleştirilen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi fiilen yürütülen yeni Soğuk Savaşı artık resmen ilân etmiş oldu. Zirvede kabul edilen yeni stratejik konseptle tüm Avrupa’nın militaristleştirilmesi için atılan adımlar hızlandırıldı. NATO’nun Kuzey Avrupa’ya genişlemesiyle – ki “NATO Ankara’yı demokratik adımlara zorlamalı” türünden liberal söylemlerin de içi boş laf salatası olduğu kanıtlanmış oldu – Rusya’nın kuşatılma stratejisine ivme kazandırıldı. Yeni stratejik konsept Rusya’yı “Euro-Atlantik alanındaki barışın ve istikrarın en önemli ve en doğrudan tehdidi” olarak tanımlayarak Batı'nın Avrupa’daki baş düşmanı olarak ilân etti. NATO’nun Doğu Avrupa’ya konuşlandıracağı askeri birliklerin sayısının 40 binden 300 bine yükseltilmesinin yanı sıra, ABD Polonya’da, Belarus sınırı yakınında, yeni bir askeri ana karargâh kuracağını ve buraya daimî birliklerini yerleştireceğini açıklayarak tehdit düzeyini artırdı. Nitekim ABD Başkanı Biden yaptığı bir konuşmada açık bir biçimde Avrupa’nın “Natolaştırıldığını” söyleyerek, yaptığımız tespitleri de teyit etti.

Böylelikle Avrupa’daki emperyalist devletler ve AB bütünüyle ABD politikalarının ardına dizilmiş oldular. Zirve genişleyen NATO’nun nükleer şemsiyesiyle Avrupa’yı “Rusya’dan korumayı” ve “caydırıcılık politikasına ağırlık verileceğini” kararlaştırarak, “Soğuk Savaş 2.0” koşullarını Avrupa halklarına dikte etmiş oldu. Nihayetinde de Rusya’ya yönelik saldırgan tehdit politikasına hız katan emperyalist cephe, Ukrayna’ya devamla ağır silahlar, lojistik, mali ve siyasi destek verme kararıyla Rusya’nın yıllar sürecek çatışmalar batağına saplanarak daha da yıpratılması için adımlar atmış oldu.

Savaş aygıtı NATO üyelerinin kabul ettiği yeni stratejik konsept aynı zamanda Çin Halk Cumhuriyeti’ni de hedef tahtasına yerleştiriyor. Konseptte ÇHC’ni “Kuzey Atlantik İttifakının çıkarlarına, güvenliğine ve değerlerine yönelik en büyük meydan okuma” olarak nitelendirerek, NATO’nun dünya çapında genişlemesinin gerekçesi hazırlanıyor. Zaten zirveye NATO üyesi olmayan Avustralya, Güney Kore, Japonya ve Yeni Zelanda devlet ve hükümet başkanlarının katılması, bir nevi “Pasifik NATO’su” oluşturma planları olarak da okunabilir.

Aslına bakılırsa NATO’nun dünyaya genişlemesi yeni bir düşünce değil. Örneğin dönemin NATO Genel Sekreteri Scheffer 2006 yılında “NATO küresel çapta iş birliği aramalı ve Kuzey Atlantik alanı dışında olan ve NATO sorumluluklarını yerine getirmeyi kabul eden her demokratik ülkeyi üye yapmalıdır” diyordu. Nitekim 2008 yılında gerçekleştirilen Bükreş Zirvesinde Asya, Pasifik ve Latin Amerika’dan dokuz ülke “dünya çapındaki NATO partnerleri” olarak ilân edilmişti.

Tüm bu gelişmeler ABD emperyalizminin dünya hegemonu pozisyonunu koruyabilmek için asıl hedefinin Çin olduğu gerçeğini teyit ediyor. Ancak bu asıl hedeften uzaklaşıldığı görüşünü savunanlar da yok değil. New York Times gazetesinde benzer görüşler ifade edilmiş ve “Küresel NATO” planlarının stratejik aşırı genişlemeye yol açarak, Batı'yı güçlendirmekten ziyade zayıflatacağı belirtilmişti. Benzer yaklaşımları Almanya yaygın medyasında da okumak mümkün. O açıdan Biden yönetiminin zamanı geldiğinde Ukrayna’ya “stratejik olarak elde ettiklerinle yetinmelisin” demesinin pek büyük bir sürpriz olmayacağını da söyleyebiliriz.