Bu yazıda; ülkenin sosyal-siyasi analizi ışığında, yaşanan deneylerin sonuçlarıyla da birleştirerek, emperyalizmin 2000’lerin başından beri ısrarla ve kararlılıkla hayata geçirdiği Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) ülkemizdeki muhtemel adımlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ülkemizde ve bölgede Kürt Çözüm Süreci, emperyalistler ve işbirlikçilerinin kontrolünde sürdürülüyor. Hatta kendine Marksist diyen aktörler bile bu paradigmanın peşinden dörtnala topuklamış gidiyor. Fakat Kürt Çözüm Süreci’nin dışında, bölgede ve ülkemizde bir başka açılım daha derinden ve sinsice sürdürülüyor. Bu da Alevi Açılımı’dır.
Haklı olarak soracaksınız: “Alevi Çözüm Süreci de nereden çıktı?”
Bu proje, aslında ABD Elçisi T. Barrack’ın, “Türkiye için en iyi sistem Osmanlı millet sistemidir” demesiyle açıkça ilan edilmişti. Akabinde Erdoğan, “Siyasi yapılanmada Araplar, Türkler ve Kürtler artık bir arada olacak” diyerek bu Osmanlı tipi sisteme gönderme yapmış ve patronlarına destek olmuştu. Tabii BOP’u, artık tümüyle benimsediğini bildiğimiz Bahçeli de onlardan aşağıda kalır mıydı? Bu tespitlere: “Başkanın bir Kürt bir de Alevi yardımcısı olmalıdır” diye bir açıklama ekleyerek, Alevi açılımını tümden deşifre etmişti.
ÖNCE KÜRT AÇILIMI
Kürt halkının, A. Öcalan vasıtasıyla BOP’un bir parçası haline getirilmeye çalışıldığını bilmeyen kalmadı. Bu konu, Türkiye-Suriye ve Kandil’i de içine alan bölgesel bir paradigma. Gözden kaçan iki önemli gelişmeden bahsetmeliyim.
Birincisi:
Kürt halkı, feodal ekonomik ve sosyal ilişkilerin derinden etkilediği parçalanmışlığın ve bölünmüşlüğün pençesinde, emperyalistlerin de müdahalesiyle yüzyıllardır çırpınıp duruyor. Bugün APO, BOP projesinin en etkin unsuru olarak, Bahçeli’nin “Kürt Başkan Yardımcısı” dediği kişidir veya bu kişiyi belirleyecek olan siyasi otoritenin kendisidir. Bu sonuç, ABD, Erdoğan ve Bahçeli tarafından kabul edilmiş ve onaylanmıştır dersem yanılmış olmayız.
İkincisi:
Suriye’de 2010 yılındaki Kürt burjuva devrimi, ABD tarafından IŞİD vasıtasıyla boğdurulmaya çalışılmıştı. Fakat bu taktik, Kürtlerin ABD’ye yanaşması nedeniyle IŞİD’e verilen saldırma göreviyle ilgiliydi. Kürtlerin direnişi tam kırılacakken, güya ABD ve Türkiye onlara yardımda bulundu. (İlginçtir, tam bu yardım yapılırken Türkiye’nin ırkçı devlet aklı unutulmuştu!) Bu tarihten itibaren Türkiye ve ABD, aynı oyunu Türkiye’nin üstlenmesi için anlaştılar.
Çünkü Suriye’deki Kürtler, demokratik siyaset anlayışlarıyla ABD için ciddi bir risk taşıyordu. Bu nedenle ABD ve Türkiye egemenleri, Türkiye’nin tekçi devlet anlayışından faydalanmak için harekete geçtiler: Daha önce kırmızı halılarla karşıladıkları Kürtlere karşı aniden düşman kesildiler. Ve sonuçta stratejik iki ortak, daha önce IŞİD’e verilen görevin Türkiye tarafından yerine getirilmesine karar kıldılar. Yani ne zaman Kürtler, Esad iktidarıyla ciddi görüşmeler yapmaya çalışıyor veya bağımsız tavırlar sergiliyorlarsa, akabinde hemen Türkiye işgal ve saldırı adımlarını atmaya başlıyordu. Kürtler çaresizdi. Dolayısıyla her Türkiye saldırısı, onları ABD’ye biraz daha yaklaştırdı. İstenen de buydu zaten! IŞİD ile savaş ise bu işin görünen reklam kısmıydı sadece.
ALEVİ AÇILIMI
Bu konuda daha önce RTE iktidarı, Alevi Açılımı adıyla, CEM Vakfı vb. birçok Alevi dönekleriyle geniş bir çalışma yapmış fakat başarılı olamamıştı. Sanırım Alevi toplumunu, kapitalizmin oldukça törpüleyip yıpratmasına rağmen tanımıyorlardı. Yani onların “Biz de Müslümanız elhamdülillah” türünden açıklamalarından bir sonuç çıkartacaklarını umuyorlardı. Bilmiyorlardı ki bu söylem, onların yüzyıllardır yapılan vahşi katliamların sonucunda geliştirdikleri biricik zırhlarıydı. Bu stratejik zırh, onları şimdilik korumaya devam ediyor olsa da, İslamcı egemenler onların bu zırhını delecek yeni taktik adımlar geliştirmeye başladılar. Baykal’ın kaset yayınıyla oyun dışına düşürülmesi ve Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye başkan yapılması tüm egemen İslamcıların stratejik bir hamlesiydi sadece! Çünkü istenen şey, toplumun gerginlik üzerinden yönetilmesi ve Alevilerin devletine sadık biri tarafından kontrol altında tutulması taktiğinden başka bir şey değildi. Çünkü Gezi olayları bir tür Alevi isyanıydı! Bu plandan Kılıçdaroğlu’nun haberi olup olmadığını bilemem. Fakat bu siyasi taktik, Erdoğan’ın deyimiyle “kindar ve dindar” vatandaşların diri halde ayakta tutulmasına hizmet ediyordu.
Devletinin mütevazı ve sadık elemanı Kılıçdaroğlu ise, devletin derinlerinden gelen her kararı hayata geçirmeye başlamıştı. Örneğin; kitleyi sokağa çıkartmayacaksın, Kürtlerin dokunulmazlıklarını kaldıracaksın, şeriatçı Ekmelettin’i aday göstereceksin, AKP’nin Unkapanı mitingine katılacaksın, mühürsüz oy pusulalarının iptali için mahkemelere başvurmayacaksın, Ankara merkezli muhalefet yapacaksın vb. Yine mutlak kazanacak olan Mansur Yavaş veya İmamoğlu’nu değil (ki ben aday olmayacağım demesine rağmen) kendisini aday olarak ilan ediyordu. Bugün Erdoğan’ın neden Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin başına geçirmek için mahkeme kararı çıkartmaya çalıştığının gizli kodları kısaca bunlardır.
Tüm bunlar; aslında İslamcı ve mandacı egemenlerin çizdiği sınırlar içinde at oynatan bir muhalefetin varlığına işaret ediyordu. Bu oyunda Kılıçdaroğlu’nun iki güçlü karakteri (1- sade ve hırsız olmayan kişiliği, 2- Alevi olma kimliği) ilerici insanları yani CHP tabanını etkiliyor ve onların oynanan bu oyunun farkına varmalarını engelleyen gerekli perde görevini sağlıyordu. Sonuç ise RTE’nin istediği gibi başarılı bir şekilde gelişiyordu.
Fakat bu oyunu sıradan bir müteahhit bozdu. Avrupa emperyalistleriyle sıcak ilişkisi olan ve Atatürk Türkiye’sini ciddiye alıp, toplumun her kesimine (faşist veya komünist fark etmiyor) eşit biçimde yaklaşmaya çalışan, sıradan biri bu oyunu bilmeden de olsa bozmuş ve pisliklerin ortaya dökülmesinin yolunu açmıştı. Evet, bu kişi E. İmamoğlu’ydu. Yapılan kongrede İmamoğlu üstünlüğünü sağlayarak Kılıçdaroğlu’nu başkanlıktan düşürmüş ve yerine kontrol edeceğini sandığı yumuşak başlı Özgür Özel’i seçtirmişti. Dolayısıyla nasıl ki “Seni başkan yaptırmayacağız” diyen Demirtaş içerideyse, aynı şekilde Kılıçdaroğlu’nu başkanlıktan düşüren İmamoğlu da içeri alınmıştı.
İşte RTE’nin de, ABD’nin de ve *Kılıçdaroğlu’nun da dinmeyen öfkelerinin kaynağı, kongrede çıkan bu sonuçtur. Çünkü bu kurultay, toplumun anti-Alevilik üzerinden kutuplaştırılması için gerekli olan silahı ve Kürt ulusu üzerinde oynanan oyunun benzeri bir Alevi Açılımı’nı, ABD ve RTE merkezli egemenlerin elinden almış oluyordu. Yani “İmamoğlu, Erdoğan’ı dört defa seçimde yendiği ve yapılacak seçimde de yeneceği için içeri alınmıştır” türünden bir nedenle değil; Kılıçdaroğlu, CHP’nin Genel Başkanlık koltuğundan indirildiği için İmamoğlu ve CHP’liler içeri alınmaktadır. Özgür Özel dahil birçok CHP’li topun ağzındadır ve en son kertede işin kanlı bir şekilde bitme ihtimali de bulunmaktadır. Kitleler elini çabuk tutmazsa tabii! Evet, bugüne kadar karakol savaşları verildi fakat önümüzdeki günler meydan savaşına hazırlanıyor.
KAYYUM VEYA MUTLAK BUTLAN
CHP’nin başına kayyum veya mutlak butlan atanmasında 15 Eylül’deki geri adım; 1- muhalefetin kitlesel gösterileri, 2- ekonomik krizin derinliği, 3- bürokrasideki sallantılar ve 4- uluslararası dengelerdeki olumsuz gelişmelerle (Suriye’deki son gelişmeler gibi) yakından ilgili. RTE rejimi, son bürokrasi atama ve düzenlemesiyle ortağı MHP’yi kızdıracak olmasına rağmen devlet mekanizmasındaki dişlileri sıkma gereği duymuştur. Aynı şekilde ekonomik alanda da yeni tedbirler alınarak ilerideki siyasi krize yığınak yapılacaktır. Ve de en önemlisi, muhalefetin kitlesel gösterilerinin provokasyonlarla terörize edilmesi de gündemde olacaktır.
En ilginç ve derslerle dolu gelişme ise, Kürt halkının çoğunluğunun CHP’nin eylemlerini desteklemesi için harcanan çabalardır. Hatta Bahçeli ve Erdoğan’ın paradigmasını destekleyen APO’nun çağrısına tüm kalpleriyle katılan bizim Marksist arkadaşlarımızın, ondan ayrılarak CHP’nin direnişini savunmaları ilginç ve ülkemize özgü bir gerçek olsa gerek!
Kılıçdaroğlu, mutlak butlan teklifini reddederse yükselecek, kabul ederse kaybolup gidecektir.
ÇÖZÜM NEDİR?
ABD ve Türkiye ortakları tarafından yönetilen bu büyük proje, ezilenler açısından tam bir felaket. Bu oyun, toplumsal gelişmelerle kısa zamanda bozulabilir:
-
Ezilen emekçiler, üretimden gelen güçleriyle siyasi sahneye çıkarsa. Fakat böyle bilinçli bir gücün esamesi bile okunmuyor.
-
Toplumsal devrimin diğer iki dinamiğini oluşturan Kürtler ve Aleviler, bugünkü kitlesel direnişin yanında yer alırlarsa bu oyun çok sürmez, söner gider. Örneğin Kılıçdaroğlu kayyum veya mutlak butlan’a karşı çıkarsa. Yine APO fikir değiştirip CHP’nin yeni yönetimini desteklerse veya Kürtler APO’ya rağmen CHP direnişine destek verirse.
-
CHP, İmamoğlu merkezli direnişinin odağına bundan sonra yoksulları, köylüleri, işçi sınıfını ve tüm ezilenleri koymayı başarırsa, iktidarın geri adımından veya sonunun geleceğinden emin olabiliriz.
*Kılıçdaroğlu’nun ABD ve İslamcı egemenlerle sübjektif bir ilişkisi var mı yok mu bilemem. Fakat onun bu şer odaklarıyla objektif bir beraberliği mevcut. Bu da ezilen ulusların eşit haklarının reddi, tekçi devlet anlayışının kabulü, devletine her aşamada sadık olma gibi tüm gerici politikalar, Kılıçdaroğlu’nun egemenlerle ortak noktasıdır.