Türkiye’de kadın cinayetleri üzerine çok konuşuyoruz; ancak bu tablonun en görünmeyen yüzü hâlâ iş yerinde öldürülen kadın işçiler. Çünkü bu cinayetler yalnızca erkek şiddetinin değil, aynı zamanda güvencesizliğin, düşük ücretin, denetimsizliğin ve patronların iş güvenliğini maliyet olarak görüp yerine getirmemesi bütün bunların birleştiği noktada gerçekleşiyor.
Kadınları emekçi karakterlerinin dışına çıkarıp buradan siyaset üretip sonuç beklemek salt akılsızlık değil bilinçli bir rol çalma girişimidir. Bu ne demek? kimlikler, cinsiyetler, hayvan hakları, çevre savunucuları 1990’lı yıllarla birlikte bu başlıklarda ön plana çıkan sivil toplum örgütlerine tanıklık ettik.
Aslında emek ve sermaye arasındaki çelişkinin ve sınıfsal değerlendirmelerin eskide kalan bir düşünce olduğunu yeni olanın ise sorunları sosyalizmde çözmeyi beklemek yerine sistem içerisinde çözülebileceği iddiaları oldu. Kadın hareketinde mor rengin tarihi 1900’lü yılların başında oy hakkı için mücadele eden kadın derneğinin ön plana çıkardığı bir renk olmuştur.
”Mor renk, kadın hakları hareketlerinde ilk olarak 1900’ların başında İngiltere’deki süfrajetler (kadınlara oy hakkı için mücadele eden aktivistler) tarafından kullanıldı. İngiliz Kadın Sosyal ve Politik Birliği (WSPU), 1908 yılında mor, beyaz ve yeşil renklerini benimsedi. Bu renklerden: Mor, asalet ve haysiyeti temsil eder.” Kadınların sosyalizm mücadelesinde örgütlenmesi, emekçi karakterleriyle birlikte anılmasının rahatsızlığı her 25 Kasım'da ortaya çıkıyor. Erkeklerin bu eylemlere katılmaması gerektiği savıda sorunun nedeninin sistem olduğunun kavranılmaması olduğunu gösteriyor.
Erkeklere yönelen kin sınıfsal bir kini temsil etmediği için her türlü politik üretim ise sistem içerisinde kalmaya mecburdur. Sosyalistler ise bu dayatmayı kabul edip feminizm bayrağını yükseltmek zorunda değildir. Bu yazıyı kaleme alanın bir erkek olması da şimdi yine başka bir tartışmaya neden olacaktır. Bizim bu günlerde evde olmamız ve çocuk bakıp sessizce oturmamız bekleniyor. Bu bekleyişin beyhude bir bekleyiş olacağını şimdiden söyleyip sadece özel günlerde değil her gün mücadele ederek sorunlarımızı çözeceğimizi hatırlatmak isterim. Aslında bu çıkış insanlara örgütlenmeyin tek başınıza aktivist olun belirli günlerde kalabalıklar halinde sokağa çıkın demenin başka bir haliydi.
8 Mart'larda 25 Kasım'larda görmediğimiz kalabalıkları sokakta görüyoruz. Haziran direnişinde de milyonlarca insanı gördük. Bugün hafızalarda kalan anılar dışında bugüne çokta bir devri olmadı diyebiliriz. Örgütsüz hedefsiz kalabalıkların birkaç özel günde sokakta olmasıyla kazanım sağlayacağını düşünmek liberal akılsızlıktır. Kadın diye bir sınıf yoktur. Kadın erkek eşitliği ancak sömürünün ortadan kaldırılmasıyla sona erdirilebilir. İş yerinde kadın patronların veya erkek patronların uyguladığı yöntem arasında bir fark yoktur. Sokak ortasında erkekler tarafından öldürülen kadınlar ile iş yerinde iş cinayetlerinde öldürülen kadınlar arasında bir fark yoktur. İki durumda Kapitalist sistemin yarattığı bir sonuçtur. İSİG meclisinin raporuna göre Ekim ayında 12 kadın çalışırken iş cinayetinde yaşamını yitirmiş.
Kadın işçiler, özellikle tekstil, hizmet, tarım ve temizlik sektörlerinde hem eşitsiz çalışma koşullarına hem de erkek şiddetine aynı anda maruz kalıyor. Çoğu kez vardiya çıkışında, ıssız servis duraklarında, fabrikaların karanlık koridorlarında ya da küçük iş yerlerinin kapalı alanlarında öldürülüyorlar. Bu suçların failleri çoğu zaman eş, eski partner ya da iş yerindeki bir erkek çalışan. Ancak işin en çarpıcı tarafı şu: Bu cinayetleri mümkün kılan zemini yaratan şey, çalışma hayatındaki ihmal, güvencesizlik ve korunmasızlık.
Kadın işçiler için en temel hak olan güvenli çalışma ortamı çoğu iş yerinde bir lüks gibi görülüyor. Mobbing ile şiddetin sınırları bulanıklaşıyor; iş yerleri kadınlar için hem ekmek kapısı hem de potansiyel bir tehdit alanı haline geliyor. Denetimsiz işyerleri, gece vardiyaları, korumasız fabrika çıkışları, şikâyet edildiğinde “işinden olma” korkusu… Her biri, kadın cinayetlerinin iş yaşamındaki sessiz hazırlayıcıları.
Bu nedenle iş yerinde öldürülen kadınları yalnızca bir “kadın cinayeti” olarak görmek eksik kalıyor. Bu cinayetler aynı zamanda iş sağlığı ve iş güvenliği meselesidir; sınıfsal bir meseledir. Güvenceli çalışma koşulları, sendikal haklar, kreş zorunluluğu, güvenli ulaşım, şikâyet mekanizmaları ve etkin denetim olmadan kadın işçileri korumak mümkün değil.
Kadın cinayetleri politiktir diyoruz; öyleyse işyerinde öldürülen işçi kadınlar için de şunu söylemekten kaçınmayalım:
İş yerlerinde güvenlik sağlanmadığı sürece, bu cinayetlerin sorumluluğu sadece saldırganlarda değil, gerekli düzenlemeleri yapmayan tüm kurumlarda ve sessiz kalan sistemdedir.