Hasan Hayri Ateş'in yeni romanı: 'Şer Zamanıydı'

Bir tarihi yaşanmışlığın araştırmalarla ve incelemelerle ele alınması ve buradan çıkartılan yorum ve analizlerle topluma sunulması elbette değerlidir. Bu yolla günün sorunlarına ışık tutmaya, geleceği yeniden üretmeye katkı sunulabilir.

Ancak bir tarihsel yaşanmışlığı unutulmaz kılacak olan en temel araç edebiyat ve sanattır. İnsanlık tarihinin bilinebilen her ayrıntısını bugüne taşıyan, bir küçük görsel, bir anlatı, bir rivayet, bir masal veya bir destan olmuştur. Bizim tarihimiz açısından da aynı kural geçerlidir. Demirci Kawayı özgürlük mücadelesinin sönmez ateşi yapan ve sayısız tarihsel figürü, halkların özgürlük ve adalet mücadelesinin sembolü haline getiren de bu tür anlatılardır.

Ne yazık ki Türk devletinin yüz yıllık suç defterinde, sayısız soykırım ve katliamlar ve elbette bunlara karşı sürdürülen destansı direnişler, edebiyata ve sanata yeterince konu edilememişlerdir. Türk devletinin bu suçlarının başlıcalarından olan Dersim terletesinin de edebiyat/sanat aracılığıyla gerektiği kadar topluma anlatılmadığı bilinmektedir. Yapılanlardan daha fazlasının yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü edebiyat ve sanat sadece toplumsal/tarihsel olgu ve olayları unutulmaz kılmakla kalmaz, aynı zamanda toplumu daha iyiye, daha güzele doğru yönlendirir, motive eder, ileri taşır. Toplumsal mücadeleyi anlatan romanların insanlara nasıl bir motivasyon kazandırdığı bilinmektedir.

Yazar Hasan Hayri Ateş, kısa süre önce yayınlanan “Şer Zamanı” adlı romanıyla belirtilen boşluğu gidermeye katkı sunacak olan bir çalışmayı kamuoyuna sunmuştur.

Devletin Ermenilerden sonra “çıban başı” olarak görüp yok etmeyi planladığı Dersimlilere yaşatılan tertele, devletlerin gerçekleştirdiği bütün katliam ve soykırımlarda olduğu gibi, o an yaşanıp biten bir süreç olarak yaşatılmamış, biçim değiştirerek devam etmiştir.

Hasan Hayri Ateş’in Şer Zamanı romanı, Dersim tertelesinin devamı ve parçası olarak yaşatılan sürgün sürecinin edebiyat yoluyla işlendiği, insanları daha çok etkileyen, daha çok iz bırakan ve daha çok yaralayan, ata dede topraklarında, zorla kopartılmanın konu edildiği bir roman.

Hasan Hayri Ateş, ilk olarak okuyucusunu Dersimin gizemli coğrafyasının ve etkili sosyolojisinin içine çekmekte, böylece okuyucuya, Dersim’i tanıma fırsatı sunarak Dersim soykırımını anlamasını kolaylaştırmaktadır. Şer Zamanı romanında yapılan tasvirler ve betimlemelerle hem dönem hem de Dersim halkının otantik yaşamı başarılı bir biçimde ortaya koymuştur. bu durum, Dersim’de yaşanan toplumsal/doğal dokunun etkili anlatımı ve sürgün sürecinin canlandırılması, konuyu anlamak açısında önemli bir katkı sunmuştur.

Böylece, kendi kendine yeten ve inançlarına ve kimliklerine tutunarak yaşamlarını sürdüren bu insanların inançları ve kimlikleri nedeniyle nasıl bir soykırımla karşılaştıklarını okuyucu, bütün hücrelerinden hissetme olanağına sahip olmuştur.

“Şer Zamanı”nda toplumsal konumlanışların, insanların ve toplumların hayatında yarattığı sonuçlarını da görebiliyoruz. Dersim’i ve direnişi temsil eden Pir Seydali ile Semerci Sıleman’ın oğlu ihanetçi Serxon, romanın iki temel figürü olmaktadırlar. Devletin Osman Çavuş’unun “bir kokunun ardına düşen cins bir köpekten daha iyi iş çıkartan makbul yurttaşı” Serkan Efendi’si, Pir Seycan’ın “yol düşkünü, lanetli Serxon”u ve babası Semerci Sıleman’ın “dölünün zehirli meyvesi” olmaktadır.

Seydali’nin babası Pir Seycan’a göre, “Surette ve sıfatta insan olan ama manada insan olmayan”, “Alçaklığı şeref sanan”, “nefsinin ve hırsının kölesi olup zalimin kan çukurunda rızık arayan”, kanlı heybesiyle alaya kesik baş taşıyan”, “Bomansur ocağının gölgesinde bir lanet” olan Serxon’un kişiliğinde ihanetçilik ve ihanetçiliğin vardığı sonuç, çok etkili bir biçimde tanımlanmıştır.

Serxon, bir ihanet öznesi olarak devlete hizmet ederken, devlet tarafında gördüğü küçük bir itibarın ayrıcalığının tadını çıkarttığını sanmaktaydı. Ama akıbeti bütün ihanetçiler gibi, kendisi için kahredici olmuştur. Aynı şekilde devlet kendisine hizmet eden Mevali Ağa’yı da katletmekten sakınca görmemiştir.

Öte yanda Şer Zamanı romanında, toplumun ezilmişliğinin, baskıları bir ölçüde kabul ettiğinin düzeyini de “hökümata karşı gelmek ne haddimize biz fukaralar hökümata boyun eğmişiz, kanun başka hökümat başka bazı şeyler kanunla olmaz” diyen Hemko’nun bu ifadelerinde anlayabiliyoruz.

Toplumsal yaşamın düzenleyici gücü olan Pir Seycan yaşadıklarının yarattığı sonuçların çok farkındadır, “ikrarın rızanı kapısı kapandı, kilidi kırıldı. Hüküm de rıza alınmadan başka yerlerde kuruluyor artık” derken kaybettiği gücünü anlatmaktadır. Ayrıca Pir Seycan’ın şahsında konu edilen kararsızlığın, toplumsal mücadele de ne denli hayati olduğunu da çok net görebilmekteyiz, romanda. Devletin zulmüne karşı sukut içinde kalmak, kimsenin derdine derman olmamış, kurtulmasını sağlamamıştır.

Hasan Hayri Ateş, Türk devlet gerçeğini, Şer Zamanı romanında çok güzel ifade etmiş. Devlet hep aynı devlet. “Platformun üstünde Alpdoğan Paşa bir heykel gibi dikilmiş azametle sol yanında Ejder binbaşı, sağ yanında beyaz tekkesi ve cüppesiyle müftü vardı. Kaymakam onları arasında büzüşüp kalmıştı, varlığı yokluğu belli değildi.” Türk devletinin aynı resmi, bugün de her fırsatta gösterilmektedir.

Ve halkların binlerce yıllık tecrübeleriyle öğrendiklerinin ne denli gerçekçi ne denli çözümleyici olduğunu, Ejma’nın “bu zalimler kök kurutmaya kavilleşmişler “ifadesi çok net anlatmaktadır.

Romanın, sürgün yolcuğunun anlatıldığı bölümünde, karşılaşılan beklenemedik durum ise bir yanıyla bir yüzleşmeyi, bir sorgulamayı ifade ederken, diğer yanıyla da bir inancın, bireylerin/toplumların düşünce dünyasını ve davranışlarını nasıl şekillendirdiğini göstermektedir.

Seydali, bu hesaplaşma anını şöyle ifade etmektedir. “Gırtlağına kadar çirkefe bakmış birisini affedebilir mi insan? Bir zalim Azrail’in gölgesi altında can çekişiyor diye onu bir masum gibi görmek, dahası zalim ile kurbanlarını aynı kefeye koymak hakkaniyete sığar mı?” diye soruyor, ancak, “ ..halini vaziyetini sormak gerekir, belki el vermek de. “diyor ve Ejma’nın “ ilişme şu muhannete, felaket kimseyi ayırmadı, herkes buldu bulacağını ” demesi üzerine Seydali,“ lanet olsun “ diyor ve bunca zulmü yapan Sexon’u içinde bulunduğu durumla baş başa bırakabiliyor.

Babası devletin cellatları tarafında makinalı tüfekle taranırken kaçıp kurtulan Seydali, zorla yollandıkları sürgün yolunda önce kızı Sosine’yi, sonra annesi Ana Goye’yi, tanımadığı ve bir daha göremeyeceği yaban ellerinde toprağa vermişti. Pir Seydali, eşi Ejma ve büyük kızı Zerifa, sürüldükleri ve soykırımcıların şekillendirdiği yeni hayatlarına alışabilecekler miydi?