Fehmi Salık "Keşke Seni Hiç Okutmasaydım" hakkında

Fehmi Salık'a yeni çıkan "Keşke Seni Hiç Okutmasaydım" kitabımı göndermiştim. Fehmi Salık hocamız bu kitabımla ilgili bir değerlendirme gönderince, bunu sizlerle paylaşmak istedim. Bu arada eğitimci, şair ve yazar Fehmi Salık'ın biyografisinden de söz etmeliyim.

Fehmi Salık, 1939 yılında Diyarbakır'ın Büyükkadı köyünde dünyaya geldi. Dicle Köy Enstitüsü'nü bitirdi. Yüksek öğrenimini Bursa’da tamamladı. İlk öğretmenlik görevine Gaziantep Kız Ortaokulu'nda başladı. Çeşitli ortaokul ve liselerde öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. Ülkemiz geleneklerine uygun olarak, sürgünler yaşadı.

Birçok dergi ve gazetede şiir, öykü ve röportajları yayımlanan Fehmi Salık'ın öğrenci kitapları Millî Eğitim Bakanlığı tarafından orta dereceli okullara önerildi.

1990 yılında “Yayımlanmamış Röportaj” dalında aldığı Yunus Nadi birincilik ödülüyle birlikte 30'u aşkın ödül kazandı. 2004,2007, 2008 ve 2010 yıllarında Hacı Bektaş Öykü Yarışması öykü ve şiir yarışması birinciliğini alan Fehmi Salık'ın kimi eserleri şunlardır:

Düş, Öğrenciler Sizin İçin (1961), Şiro (Taşlama Şiirler, 1969), Güneşi Emen Ölü (1997), Köpek Uzmanı (2011), Lalo (Anı-Roman, 2009), Hoş Geldin Mustafa Kemal (2. bas. l998), Kızılet Kuşlar (2011), Bu İmza Tanrı'nın Değil / "Amedli F"nin Serüveni (2019)


 

“KEŞKE SENİ HİÇ OKUTMASAYDIM”

Yukarıdaki başlık, Mehmet Kılıç’ın ‘Dorlion Yayınları’ndan çıkan ikinci kitabının adıdır.

Kitabı bekliyordum. Ankara’da bulunan aile dostumuz Zeynep Sertçelik Görür, kitabın gönderilmesi için ev adresimizi istemişti.

Kitap geldi. Şöyle bir tarttım önce; adına/ arka kapak yazısına daldım. Huyumdur, kitapların arka kapak yazısını okurum ilkin.

Yazarın arkadaşı Hüseyin Irmak, Mehmet Kılıç’ın kişiliğini, dupduru ve doyurucu tümcelerle sunmuş okura.

Elimi çeneme verip düşündüm: Bu devrimcilerin birikimleri / söylemleri de tıpkı eylemleri gibi bir güzel oluyor.

Başladım kitabı okumaya. Önsöz’de yine Hüseyin Irmak’ın kısa bir yorumuyla karşılaştım:

“Kitapta sanatsal açıdan kimi eksikler bulabilirsiniz ama şunu bilin ki büyük edebiyatçılar da bizim gibi yazamaz. Çünkü o dönemi en iyi, o ateşin içinde olanlar yazar.”

Bu yorumun altına ben de imzamı çekinmeden atıyorum. Sonra bir “nehir roman”a dalar gibi kaptırıyorum kendimi Mehmet Kılıç’ın anılarına…

Yaşım, görevim, ilgi alanım gereği; anlatılanlar hiç de yabancı gelmiyor bana. Bir sayfada durup düşünüyorum: Deniz’lerin, Mahir’lerin, İbrahim’lerin ardılları olan Mehmet Kılıç’ların/Hüseyin Irmak’ların eylemlerini, durumlarını, anlatılan tarihlerdeki olayları ben de içlerindeymişim gibi bir bir anımsıyorum.Töb-Der’de, bulunduğum yerlerde, bazen Şube Başkanı, bazen Dernek Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yüklendim.Mehmet Kılıç’la aramzda dağların/ ovaların/ kentlerin sıralanmasına karşın, aynı ‘yol’un yolcusu imişiz…

Bizler de az çekmedik hani. Ama bizim çektiklerimiz, bu devrimci gençlerin tarihe not düştükleri karşısında “devede kulak” kalır. Onlar, “devrim”uğrunda canlarını verdiler. Daha birer tomurcuk gül iken açmadan soldular. Birer “fidan”dı her biri; hoyrat ellerce kırıldılar; işkencenin katmerlisini yaşadılar; yine de “ser verip sır vermedi”ler…

“Ser verip sır vermeyen”lerin simgesi haline gelen İbrahim Kaypakkaya,”devrimcilerin amacı”nı şöyle açıklıyordu:

“Bizim amacımız açıktır; bunu hiçbir yerde gizlemedik. Biz devrimciler, yoksul halkı, emperyalist işbirlikçisi büyük burjuvazi ve büyük toprak ağalarının sömürüsünden ve tahakkümünden kurtarmak istiyoruz. Ben bu sebeple buralara kadar geldim…”

Evet, bu devrimci gençler; bunun için işkence gördüler; bu nedenle açlık oruçlarına yattılar; bu yüzden en güzel çağlarında bu yolda kurban oldular. Şair, onlar için şöyle demişti:

“Yirminci yaşın yankısındaydılar/ Daha dudakları/ Karşı cinsin dudaklarına/ O biçim değmemişti/ Birer fidandılar/ Koparılıp kırıldılar…”

Bunları her okuduğumda duygulanır ağlarım.

Deniz Gezmiş için hiç okumuşluğu olmayan “Mevlüde Günbulut” adlı bir ananın, “Şarkışla Türküsü” diye seslendirdiği parçayı dinlediğinizde, ağlamayıp da ne yaparsınız:

“…Ne olay(ıy)dı, ne olay(ıy)dı/ Okur yazar olay(ıy)dım/ Deniz, mahkemeye düşmüş/ Avukatı ben olay(ıy)dım…”

Diyarbakır zindanlarında İbrahim’in ayakları kesilmiş olarak bir bez torba içinde babasına verildiğinde, kapıdan çıkarken görevli askerin, “O sırtındaki nedir baba?” diye sorduğunda; “Oğlumdur oğlum” diyen gözü yaşlı babanın yanıtı karşısında ağlamayıp da ne yaparsınız?

Mahir Çayan, o yaşında “Toplu Yazılar”ı yazdı. Bugün ben bu yaşımda bu eseri okur, yararlanırım; döner bir de adlarının önünde “Doç’lar, Prof’lar” olan akademisyenlere bakarım. Bakarım da utanırım onlardan. Halklarımıza/ ülkemize ışıklı bir gelecek sunma amacından çok, bilinmez bir dünyanın satımcılığını yapıyorlar.

Mehmet Kılıç’ın babası, oğlunu hapishanede ziyaret ettiği için bir baba olarak üzüntsünü dile getirmiştir. Hiç de üzülmesin. Asıl üzülmesi/ utanması gerekenler, bugün Mehmet’le aynı yaşta olup da yaranarak, yandaşlık yaparak adlarnı uzun yazdırarak, yetim hakkı yiyerek, uhrevi bir dünyanın tüccalığına soyunanlardır. İyi ki Mehmet, böyle biri olmamış da, halkının mutluluğu uğruna o tür işkence görenlerden biri olarak bedel ödemiştir…

Mehmet Kılıç’ın kitabı, dizgisi/ baskısı/ puntosu yönüyle de kolay okunan bir eser. Dorlion Yayınevi emekçilerini kutlamak gerek. Kitap, bölümlere ayrılmış. 224’ten 245. Sayfaya kadar olan bölüm, resim ve belgelerle güçlendirilmiş. Bu durum, yaşanmışlığın bir kanıtı olarak sunulmuş okura. Büyük şairlerimizden Cemal Süreya, bu alanda şöyle diyor:

“Kılıç, kalkan, gürz ve at/Çocukluğumdan beri/ Ne buldumsa okudum/ Sonra anladım ki/ Bir kitapta resim şart…”

Mehmet Kılıç’ın kitabı, içeriği yönüyle de, bana göre debisi bol bir ırmak gibi. Kaptırdınız mı kendinizi, dur durak bilmiyorsunuz artık. Yazar, o sancılı yaşamına dupduru bir ayna tutmuş. Olanları abartısız olarak yansıtmış. Sözcükler, tümce içinde hak ettikleri yere oturmuş. Betimlemeler doruğa çıkmış bir durumda.

Sözün özü: Mehmet Kılıç, arkadaşı Hüseyin Irmak’ın dediği gibi; bu kitabıyla hem kendi öyküsünü hem de ülkenin içinde bulunduğu 44 yıllık o günkü durumunu dile getiriyor.

“Gençlik”, budur işte. Selam olsun o gençlere…

Yazarı, kutluyorum.

Okursanız, sizler de bu gençleri selamlayacaksınız; buna yürekten inanıyorum.

Mehmet Kılıç’la beni buluşturduğu için Zeynep Sertçelik Görür’e de içtenlikli bir teşekkür…

Sevgiyle dolu kalın…