Erdoğan’ın Pirus Zaferi

 Türkiye siyasetinin içinde bulunduğu anlık durumu, "Erdoğan 7 Haziran yenilgisini şimdilik bir zafere dönüştürdü. Zaferinin kesin mi, yoksa bir Pirus Zaferi mi olacağını demokratik muhalefetin göstereceği basiret belirleyecek" tespiti ile özetlemek mümkün. Erdoğan, elindeki devlet olanakları sayesinde inisiyatifi eline almış ve TBMM karşısında hiç olamadığı kadar güçlü bir hale gelmiştir.


Erdoğan’ın muhalif kesimlerden yükselen "yetki gaspı", "saray darbesi" veya "siyasi teamül" eleştirilerine gülüp geçtiği muhtemel. Eğer cunta anayasasının 104., 114. ve 116. maddelerini okursanız, bir TC Cumhurbaşkanının neler yapabileceğini öngörebilirsiniz. Erdoğan bu yetkilere dayanarak istediği gibi at koşturabilir, istediği isimlerden oluşturacağı bir bakanlar kurulu ile istediği bir zamanda, provokasyon ve savaş ortamını kullanarak, kesinlikle adil olmayacak bir "tekrar seçimi" yaptırabilir. Erdoğan’ın elindeki yetkilerle tam olarak bunları yapacağından ve açık diktatörlüğü tesis etmek istediğinden şüphe duymak için artık hiç bir neden kalmamıştır.


Muhalif kesimler böylesi bir durumda 12 Eylül’ün doğrudan devamı olan, dahası kuvvetler ayrılığını rafa kaldırıp, tüm devlet aparatını tek merkeze bağlayan bir rejime, parlamenter demokrasi işliyormuş, yargı bağımsızmış gibi davranmaktan vazgeçmelidirler. Aksi takdirde ipleri Erdoğan’ın elinde olan oyunculara dönüşebilirler.


Türkiye egemenleri çoklu kriz ortamından çıkış için yeniden kirli savaş yöntemine başvuruyorlar. Bu noktada kendimizi kandırmayalım: Kirli savaş, NATO savaşıdır. Emperyalist güçlerle, Türk devletinin Suriye’de farklı çıkarları olması, bizi yanıltmamalı. AB, ABD ve NATO kirli savaşa doğrudan destek çıkıyorlar, soykırımı göze alıyorlar.


Sermaye kesimlerinin sessiz kalmasına da aldanmayalım. Özel sektörün dış borç yükü 212 milyar Dolar’a ulaştı. Bir yıl içinde 69,8 milyar Dolar ödeme yapılması gerekiyor. Ekonomik büyüme düşme tandansında ve TL değer kaybetmeye devam ediyor. İşsizlik artıyor, yaşam ve çalışma koşulları kötüleşiyor. Ama sermaye sessiz kalıyor, çünkü iktidarın bu olumsuz gelişmenin faturasını işçilere ve yoksullara çıkaracağını biliyor.


Gene de karamsarlığa düşmeye gerek yok. Sistem hızla kendi mezar kazıcılarını yaratıyor. Ne Kürt halkı 1980’lerin Kürt halkı, ne de körüklenen milliyetçilik sınıf çelişkilerinin üstünü örtmeye yetiyor. Asker cenazelerinde yükselen protesto sesleri, savaşa "feda edilenlerin" sadece yoksul çocukları olduğu gerçeğinin artık saklanamadığını gösteriyor.


Evet Erdoğan istediği gibi oynuyor. Belki AKP’nin tek başına iktidara gelmesini, hatta başkanlık sistemini gerçekleştirmeyi becerebilir. Ama bu sürdürülebilir bir durum olmayacak. Barış ve demokrasi güçleri, Kürt Özgürlük Hareketi, Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri diktatörlüğe karşı sivil direniş ve itaatsizliği, sokağın gücünü örgütleyebilir, "tekrar seçimde" tüm planları geri püskürtebilirler. Erdoğan’ın bugünkü zaferini yenilmeye mahkum kılabilirler. Yeter ki halkların ve sınıfın gücüne güvenelim ve gür bir sesle, "burjuvazi bizi kavgaya davet etti, davetleri kabulümüzdür" diyebilelim.