Düşten Sürgüne Bir Yolculuk...

4 Eylül, sürgüne çıktığım gün. O günden bu yana 41 sonbahar geçmiş ömrümden. İnsan, insanlaştıkça anlıyor acının ne demek olduğunu. Kimse canından, hatıralarından, nefes aldığı topraklardan gönül rızasıyla kopmaz.

Güneş ışınlarının dar ve uzun aydınlatmalarından geçerek yol alıyordu otobüs. Dışarıda sararan yapraklar; sonbaharın haberini veriyordu. Hüzün sonbaharın özelliğidir, hareketlenen duygular nasıl baharınsa, güzde de ayrılık var. Sonbahar da coşkun geçen yaşamın doğanın egemenliğinde durağanlığın, sınırlanışı vardı.

Yağmur, soğuk, her biri ayrı bir hırsla gelirdi üstüne insanın. Kokusu, rengi değişir havanın. Sanki dünya küçülür, bir şehir kadar olur, bir köy kadar olur, küçülür dünya sanki yoldaş olur, öylece dururdu.

Çiftehavuzlar-Tozkoparan'ı haliyle duyumsar ve düşünür olmuştum.

Sürgün yaşam, şüphesiz bir insanın başına gelebilecek kötü olumsuzluklardan biridir, hükümlü olma durumundan, yaşadığın yerden, aileden koparılmak, aşkından ayrılmak, çeşitli yaftalamalarla toplumda karalanmak, toplum düşmanı olarak gösterilmek, zor şartlar altında evsiz-barksız, parasız yaşam mücadelesi vermek, çok eski arkadaşlarının bile senin toplumdaki "tehlike" ibraz eden durumundan (!) dolayı seni tanımamazlıktan gelmesi, yanlış tanışmalar ve karşılaşmalar insan hayatını daha da kötü şartlar altına sokmaktır. Bu acı gerçekler çok fazla yaşandı.

"En kusursuz cinayet birinin yaşama sevincini öldürmektir" der, Ozan.

Nerede yaşarsak yaşayalım, üzerinde yaşadığımız bir dünyanın her türlü sorunlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Sonuçta sonsuz bir özlem yaşıyoruz. Yaşanan, sosyal adaletsizliklere, kişisel özgürlüklerin ihlaline dem vuruyoruz, aynı zamanda bu olumsuzluklara acı acı gülüyoruz.

Sürgünün acı gerçeklerini, insana yarattığı tahribatları, acı gerçekleri yazan mizahçıların kitaplarına (yazdığı mizah diline) gülüyorduk. Ve yıllar sonra kendi halimize biz de güldük.

Aslında kitabın temel felsefesini oluşturan kendimiz olduğunu fark etmeden şimdi katıla katıla gülüyoruz.

Ben sürgünün ve hasretin ne olduğunu yaşamdan öğrendim.

Sürgünü bizzat pratikte yaşayarak farkına varmak çok farklı bir duygu. Sürgünde yaşamın içindeyim, farklılıkların içindeyim, kalabalıklar arasındayım. Ve söylenen ve yazılan bendim. En acı günler, en dayanışmacı günler geride kaldı. Üzerinden yıllar geçtikten sonra, mizahla buluştu. Şimdi olgunlaşmış meyveler gibi, tatlılaşıyor.

O zamanlar da yaşananlar espiri konusu olurdu, şimdi de anlatınca dinleyenleri güldürüyor.

Dursun Akçam'ın göçmen ellerde yazdıklarını okudukça kendi halimize yıllar sonra da gülüyoruz. Yani demem o ki, bugün benim sürgün günüm. İstanbul'dan çıkıp Viyana'ya vardığım gün.

Sürgün yeri insanın sevincini, sevgisini yitirdiği yerdir. Bunu yaşayanlar daha iyi anlıyor.

Sürgünü yaşamayan insan sürgünün ne derdini anlar, ne de yalnızlığının verdiği hüznü anlar.

Sürgün sonbahar gibi hazandır, gün gün solmaktır. Ama her şeye rağmen, kara-kışa, fırtınaya, sıcağa, soğuğa karşı ayakta kalmaktır, ağacın gövdesi gibi.

Bedenim mülteci

Yüreğim sınırsız

Sürgünüm

Hasretim

Dilsiz dolaşırım

Düşlerim o yanda

Ben bu yanda...

Düşten Sürgüne Bir Yolculuk...

-Kırk yıllık birikim: Göçmen edebiyatının kök saldığı topraklar.

-Göçün kırk yıllık yankısı: Edebiyatın sayfalarında yankılanan hüzünlü melodiler.

-Kırk yıllık bir hasretin kaleminden damıtılan göçmen edebiyatı.

-Kırk yıllık bir direnişin, bir aidiyetsizliğin kaleme dökülmüş hali.

-Kırk yıllık bir serüvenin sözcüklerle dokunduğu göçmen edebiyatı.

-Göçmen edebiyatı: Kırk yıllık bir yolculuk ve yüzlerce hikaye

sergilenecek...

Sergimize davetlisiniz

Sevgi ve dostlukla...

"GÖÇ VE SÜRGÜN" KARMA SERGİ

Açılış: 12 Eylül 2025 Cuma Saat. 18.00 – 22 Eylül 2025

Adres: Karşı Sanat Merkezi. İstiklal Caddesi No: 108. Aznavur Pasajı. Kat: 6. Beyoğlu – İstanbul