DARBE ROMANLARI VE EDEBİYAT[*]

“Önemli olan

okumak değil,

yeniden okumaktır.”[1]

Sanat nedir, edebiyat nedir, sorularına verilen yanıtlar değişkenlik gösterirken, “Sol kültürü… estetik bilinci geliştiren gerçekçi yapıtları savundum,”[2] haykırışıyla “Sanatta Star Sistemi”ne başkaldıranlardandır Cengiz Gündoğdu ve tam da bunun için yazdıklarıyla müthiş önemlidir.

Kolay mı? “Niçin Yazmalı?” sorusunun pabucu dama atılıp, “Nasıl Yazmalı?” sorusunun cankurtarana dönüştürüldüğü kesitte; sanat eserinin içeriğinin Marksist eleştirisi “es” geçilirken; insan(lar)ın sömürüye karşı mücadelesiyle edebiyatı arasında bağlantı kurmadıkça, günümüzü tam olarak anlayamayız ve onu etkin bir biçimde değiştiremeyiz.

Malum: “Yazmak, varlığın bütünlüğü için pek gerekli olduğunuzu kabul ettirebilmek üzere başkasının bilincine başvurmaktır; bu, önemliliği aracı kişilerde yaşamak istemektir; ama öte yandan gerçek dünya ancak eylem içinde ortaya çıktığından, ancak bu dünyayı değiştirmek üzere aştığımız zaman kendimizi onun içinde hissettiğimizden, romancının evreni, eğer bu evreni bir aşma girişimi sırasında bulup ortaya çıkarmamış olsaydık, sığ kalacaktır…”[3]

Hatırlatmadan geçmeyelim: 1965 Nobel Ödülü konuşmasında Mihail Şolohov’un, “Okuyucuya namuslu söz söylemek, halka doğruyu anlatmak, gerçeği anlatırken kimi zaman sert ama her zaman yürekli olmak, insanların yüreğine gelecek adına, kendi güçleri adına, geleceği biçimlendirmedeki yetenekleri adına güçlü inanç salmak”tan[4] söz etmesinin; Albert Einstein’ın, “İnsan, yaşam ne kadar kısa ve tehlikelerle dolu olursa olsun, kendini topluma adamak suretiyle yaşamda bir anlam yaratabilir,”[5] ifadesinin bir an dahi unutulmaması gereken bir kesitten geçerken Marksist eleştiri devasa bir önem arz ediyor.

* * * * *

“Marksist edebiyat eleştirisinin değer ölçütlerinin, sosyal yapı, sınıf farklılıkları ve bunlar arasındaki çatışmalar olduğu” ve “yapıtın konusu, olay örgüsü, kişileri ezilen sınıfların çıkarlarına ters düşmemeli ve egemen sınıfın çıkarlarına asla hizmet etmemeli”[6] vurgularını bir an dahi unut(tur)madan sanatın nedenlerini araştırıp, açıklamak; ona yol açan nedenleri -toplumsal yapı, sınıf farkları ve çatışan güçler ekseninde- yerli yerine oturtmak; ve bunları yaparken de ezilenlerin çıkarına ters düşmemek ve estetik ölçütleri göz ardı etmemek, “olmazsa olmaz”ımızdır.

Belirtmeden geçmemeli: Marksist edebiyat eleştirisinin öne çıkan düşünürlerinden Georgi Plehanov’un edebiyata biçtiği ilk görev, tahlil edilen eserde her şeyden önce hangi toplumsal bilincin, sınıf bilincinin dile getirilmiş olduğunun kavranmasıydı.[7]

Ancak edebiyat eleştirisinin gerekli olup olmadığının dahi “tartışıldığı” ortamda; edebiyat yapıtlarına dair Marksist eleştiriler görmezden gelinmektedir.

Oysa “Marksist eleştiri, sosyolojik eleştiri gibi genellikle bir sanat olayının nedenlerini araştırır. Ancak sosyolojik eleştiri bu nedenlerin çeşitli olabileceğini iddia ederken Marksist eleştiri ekonomik koşulları ve toplumdaki sınıf çatışmalarını esas alır ve olayı bunlarla açıklar. Örneğin, sanatın kökeninde ‘iş’in yattığını, ilkel toplumların yaşamak için giriştikleri faaliyetlerden doğduğunu; romanın orta sınıfın güç kazanması sonucu ortaya çıktığını; ‘sanat için sanat’ öğretisinin kapitalist düzende sanatçının toplumdan koparak kendini yabancı görmesiyle başladığını ve burjuva sınıfına karşı bu tutumun “her şeyin satın alınabilir bir meta hâline geldiği bu dünyada sanatçının meta üretmeme kararından” doğduğunu gösterir. Kısacası sanatın, sanat türlerinin akımlarının, üsluplarının, ekonomik alt yapı ve sınıf çatışmalarının ilişkilerini belirterek bunların nedenlerini ortaya koyar.”[8]

* * * * *

Sanatta Star Sistemi”ne Marksist eleştirileriyle Cengiz Gündoğdu, herkese unutulanı anımsatıyor; tıpkı editörlüğünü üstlendiği ‘Romanda Estetik Kalkışma’ dizisi gibi.

Şimdiye dek yayınlanan ‘Romanda Estetik Kalkışma’ların birincisinde: “Bilgisizliğin… sorumsuzluğun yıkıntıları içinde sürüklenen romana ne yapmalıydı, roman nasıl var kılınmalıydı… Bu, bir romanı var eden öğelerin ortaya çıkarılmasıyla olanaklı olur… Her sanat yapıtı nesnelerin estetik biçimlenmesiyle oluşur. Bu, romanı için de böyle.”[9]

İkincisinde: “Roman Estetiğinin… öykü estetiğinin kategorilerle belirlenen belli yasaları vardır. Yazar, estetik açıdan güzel bir yapıt oluşturmak istiyorsa bu yasalara uyacak… Özellikle 1970’den sonra bu özelliklere uyulmadı.”[10]

Üçüncüsünde: “Bizler Romanda Estetik Kalkışma adlı kitaplarla insanda temel duyu olan estetik duyuyu devindiriyoruz. Tarihsel-toplumsal diyalektiği aksatmadan insanın yarattığı ürünleri estetik ölçütlerle değerlendiriyoruz.

Neden böyle yapıyoruz? Hep söyledim… yıllardır söyledim. Türkiye’de güzel yargısı sanıya dayanır, bilgiye dayanmaz. Retorik yapılır. (…)

İnsanlarda estetik algı… estetik hoşlanma belirli bir düzeye çıkmamışsa o toplumda kaba-sabalık egemendir. Bir romanın estetiksel kavranışıyla kaba-sabalıktan arınma başlar,”[11] diyen Cengiz Gündoğdu’nun editörlüğünde ‘Romanda Estetik Kalkışma’nın IV’cüsü de Zeynep Alpaslan, Nurşen Aydoğan, Güldane Bulut, Neriman Çelik, Recep Çitikbel, Süheyla Ekemen, Nurten Ergen, Sayıl Cengiz Gündoğdu, Sadife İlen, Sevim Kahraman, Aydın Karaküçük, Hüray Kılıç, Sevinç Kırmızıgül, Korkut Köseoğlu, Adnan Öztel, Ergün Özütemiz, Hüseyin Şahin, Tahir Şilkan, Medet Turan, Alper Yavuz, Gülay Yeşilipek, Dursun Yiğit, Fehim Yurdal katkılarıyla yayınlandı.[12]

12 Mart-12 Eylül sonrası (1971-1990) toplumsal değişimin romanlara yansımasının (77 yazar ve 137 romanın) ‘İnsancıl Dergisi’nin 44 yazarınca değerlendirildiği; yoğun bir emeğin ürünü olan ortak yapıt 510 sayfa, deyim yerindeyse “tuğla” gibi bir eser...

Eserde yazarlar ve romanları üç bölümde ele alınıyor: i) Gerçekçi Romanlar; ii) Olgusal Romanlar; iii) Star Sisteminin Karşı Gerçekçi Yazarları (Gerçeksiz Yazarlar).

Cengiz Gündoğdu, bu yapıtla “Sanatta Star Sistemi” yazarlarının gerçeksizliğini bir kere daha ortaya koyarken; onların sosyalizme karşıtlığı yanında; 1980 Eylül’ünden sonra faşizmin gölgesinde gerçekçiliğe karşı savaşımlarını sergiliyor.

Ve tüm bunları yaparken de i) Edebiyatın görev(ler)ini; ii) Romanın ne olduğunu; iii) Yazmanın anlamını; iv) Marksist estetiği v) 12 Eylül yıkımını olanca netliğiyle ortaya koyuyor.

* * * * *

Edebiyatın görev(ler)i…

Edebiyatın Umberto Eco’nun, “Sonu bilindik öyküler bize ölmeyi de öğretir. Edebiyatın temel işlevlerinden birinin bu ‘kader’ ve ölüm eğitimi olduğuna inanıyorum,”[13] saptamasındaki şey olmadığı kesinken; Murat Gülen’in, “Edebiyat, keyif almak için, yoksulluktan ve yoksunluktan bihaber yapılamaz,” uyarısına ekler Roberto Bolaño:

“Edebiyat, ölümün aksine, kötü hava koşullarında, savunmasızlık hâlinde, iktidardan, yasalardan uzakta yaşar. Yalnızca en iyilerin arasındaki en iyilerin ihlâl etme yeteneğine sahip olduğu edebiyatın yasasından başka yasa yoktur orada. O yasa ihlâl edildiğinde ise, artık edebiyat değil numune vardır ortada.”

Edebi varlığın, yenilenmenin aslî unsuru özgürlüktür; Susan Sontag’ın, “Edebiyat özgürlüktür!” formülündeki üzere.

Evet, evet edebiyat ve özgürlük sözcükleri birbirini tamamlarken; insandan yola çıkarak insanlığa ulaştırır bizi. Ya da özgürlük adımlarının toplumsallaşmasıyla edebiyatın özgürleşmesi çakışır. Çünkü sanatın/ edebiyatın kökeni iştir, faydadır, ihtiyaçtır… Dünyayı değiştirerek, özgürleştirmektir.

Aristoteles ‘Poetika’sında, sanat yapıtının olan şeyi değil, olabilir olanı yansıtması gerektiğini, edebiyatın da olabilir şeylerin “genel”ini yansıttığını ifade ederek, “Yazarın görevi, gerçekten olanı değil, olabilir olanı ve nesneleri betimlemektir. Nesneler, nasıl olmaları gerekiyorsa, o şekilde betimlenmelidir,”[14] der.

* * * * *

Roman nedir?..

Orhan Pamuk’un, “Benim için romancılık, önemli şeylerden önemsizmiş gibi ve önemsiz şeylerden önemliymiş gibi bahsetme sanatıdır,”; Milan Kundera’nın, “Roman, XXI. yüzyıla yakışmıyor,” ifadeleri gibi, “Romanı tür olarak bir kategoriye sokmak zor; sokmak da gerekmez,”[15] saptamasını da ciddiye almak mümkün değilken; “Roman, hayatın kapsamlı bütünselliğinin artık dolaysızca verili olmaktan çıktığı, anlamın hayata içkinliğinin bir sorun hâline geldiği ama yine de bütünsellik terimleriyle düşünebilen bir çağın epiğidir.”[16]

Tahsin Yücel’in ifadesi ile “yazınsal geleneklerin en soylusu” romanlar sayesinde insan, kendini her türlü insanla özdeşleştirmeyi öğrenir. Çünkü “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklamasında ve keşfetmesinde değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir,” der Heinrich Mann…

Bir meydan okuma olarak roman hayattır.

Roman insan(lık)ı, toplumsal ve tarihsel bir varlık olarak konu alırken; hayat ile kurgu bağlamında roman gerçek ile hayalin birbirine karıştırılması gibi bir görev üstlenir. “Roman, yaşamın kitabıdır.”[17] Henry James’e göre yaşamı romana aktarabilmek için yazarın bu hammaddeye biçim ve canlılık vermesi gerekir.[18]

Kimilerine göre “Tanrıların terk ettiği bir dünyanın epiğidir.” György Lukacs’a göre de, “Aşkın bir yurtsuzluğun ifadesi”yken;[19] “Her roman, aslında bir otobiyografidir,” der André Malraux da…

“Roman yabancılaşmış modern çağın en derin içyapısını yansıtır”ken;[20] öte yandan da, feodal toplumun bağrından kopup gelen devrimci burjuvazinin üstyapı kurumudur… Şurası açıktır ki, roman burjuvazinin ortaya çıkmasıyla şekillenen ve onun tarihsel gelişimiyle beraber içinde barındırdığı evrensel niteliğini ayyuka çıkaran devrimci bir türdür.[21]

“Roman yazarın itirafları değildir; bir tuzak hâline gelmiş dünyamızda yaşanan insan yaşamının araştırılmasıdır.”[22] “Roman, hayatı kurgulamaz. Hayatın kurgusunu, insanın kurgulanmış hayatlarını anlatır.”[23]

Bu özellikleriyle roman, hem bir türün adı, hem de bir anlatım biçimidir. Modern zamanların bir anlatı türü olan romanın, kendine özgü bir mantığı, kendine özgü bir yapısı ve kurgusu vardır.

Empati duygusuyla derinlik ve anlam kazanan bir sanat olarak roman büyük bir yolun üstünde gezdirilen bir aynadır.[24]

Kolay mı? Mihail Bahtin’e göre, “Roman, herhangi bir edebi sistemde kurgusal sınırları ve çıkmazları görünür kılan, iş başındaki güç dengelerinin tümüne verilen isim”ken; ekler Elias Canetti de:

“Romanlar sayesinde insan, kendini her türlü insanla özdeşleştirmeyi öğreniyor. Değişiklikten zevk almaya başlıyor. Kişilikler parça parça çözülüp, hoşa giden kahramanların kalıbına giriyor. Okur, gönüllü olarak kendini yabancı hedeflerin akışına bırakıyor, bu yüzden uzunca bir süre için kendi hedeflerini gözden yitiriyor. Romanlar, yazarlık yapan bir oyuncunun, okurlarının bir bütün oluşturan kişiliklerine batırdığı kamalardır.”

Özetle 1605’de Miguel de Cervantes’in basılan ‘Don Kişot’u ile başladığından[25] söz edilen romanın en güzel tanımlardan birini 29 Haziran 2009’deki Boğaziçi Üniversitesi fahri doktora törenindeki konuşmasında Yaşar Kemal yapmıştı:

“Sözün gücüne her zaman inandım. Roman, sözlü sanatın en önemli koludur, çünkü her okuyucu bir romanı okurken okuduğu romanı başından sonuna kadar yeniden yaratır. Diyelim ki bir zeytin ağacı geçiyor romanda, okuyucunun bahçesindeki zeytin ağacı gelir, romanın içine oturur. Bir ovayı okursa bildiği, yaşadığı ovayı getirir gözlerinin önüne. Hiç ova görmemişse bir ova yaratır oraya koyar. Romanların gücü bu yaratmaya bağlıdır.”

* * * * *

Yazmanın anlamı…

Michel Tournier’in, “Ayakta yazmak gerekir, diz üstünde değil. Yaşam hep ayakta yapılması gereken bir iştir”; Henry David Thoreau’nun, “Yazı, hayatın kendisine en yakın olan sanat eseridir; yazıyı her insan dudaklarıyla soluyabilir”;[26] Ricardo Piglia’nın, “Anlatmak bir heykele hayat vermekti, yaşamaktan korkanları yaşatmaktı,”[27] notunu düştükleri yazmak eylemine ilişkin olarak ekler Feridun Andaç:

“Yazan insan yoldaki insandır!

Yazmak yaşamı ciddiye almaktır benim gözümde. Yaşadığın her ânı kıymetli kılmaktır…

Asal olan sanatsal yaratıcılığa, sanatın yaşamı ölüme karşı bir savunma biçimi olduğu gerçeğine inanmak!

Yazarın işidir görmek, anlamak, göstermektir. Ve elbette iletişim kurmak… Bu bir yana, kendini inşa ederken neyi/ niçin/ nasıl yapmak gerektiğini de öğrenmenin peşindesinizdir.

Tamamlanmamışlık duygusu hep olmalıdır bir yaratıcıda!”[28]

Eylem olarak ele alınması gereken yazmak konusunda Necip Mahfuz yazmak ile yaşamak arasında ayrım yapıl(a)mayacağını vurgular.

Evet Isaac Asimov’un, “Hangi nedenle nefes alıyorsam, o nedenle yazıyorum”; Sait Faik Abasıyanık’ın, “Yazmasam çıldıracaktım” dediği şeydir yazmak eylemi.

* * * * *

Marksist estetik…

“Her felsefenin ve özellikle modern felsefenin büyük temel sorunu, düşüncenin varlık ile ilişkisi sorunudur”[29] saptamasından ve Terentius’un, “Nihil humanum a me alienum pute/ İnsani olan hiçbir şey bana yabancı değildir,”[30] düsturundan hareketle Karl Marx için sanatsal/ edebi yaratım, her şeyden önce bir toplumsal faaliyetken; O, toplumsal tarihten ayrı bir sanat/edebiyat tarihi anlayışını reddederek, hem idealist estetiğin hem de buna yönelik materyalist eleştirinin ortak sorunlarına işaret eder.

Karl Marx’ın filozof, sosyolog, iktisatçı, siyaset düşünürü kimliklerinin, onun düşünce evreninin çoklukla öne çıkarılan yanları olduğu malumken; Onun bu kimliklerinin ardında duran edebiyat okuru kimliğinin önemini unutmadan aktaralım: Marksist estetik, gerçekçilik akımıyla doğrudan doğruya bağlıdır ve sırtını bu yüzyıllarda yansıtma kuramı kapsamında ortaya çıkmış gerçekçiliğe dayadığı söylenebilir.

Kökeni Yunanca “duyularla kavrama”, “algılama” anlamına gelen ‘aisthesis’den türetilmiş ve sanat felsefesi olarak da adlandırılan estetik, felsefi bilgi alanlarından biridir.

Platon’un, “Şeylere, görünen ya da görünmeyen, gerçek güzelliği veren ne ise işte onu tanımlamamız gerekir”;[31] Plotinos’un, “Güzel, İyi’nin ve Doğru’nun görkemli parlaklığıdır; güzellik göz kamaştırıcı birlik, salt form ve düzendir. Güzellik, varlıklarda onların simetrisi ve ölçüsü olarak karşımıza çıkar; çünkü yaşam formdur; form da güzelliktir”;[32] Aristotales’in, “Güzelliğin en üstün formları yasalara uygunluk, simetri ve belirlenimdir; matematiklerde de bulunan bu formlar pek çok nesnenin nedeni gibi göründükleri için, matematikler de güzelliğin kendisi olan bir nedeni bir ölçüde izlerler,”[33] notu düştükleri estetik; güzelliği uyum olarak tarif eder.

Estetiğin en önemli sorunu, güzelin ve güzelliğin ne olduğuyken; “Ne güzeldir” sorusunu “İnsana ne güzel görünür” sorunsalına çeviren felsefi faaliyet olarak estetik, dönüşlü düşünce biçimidir.

Marksist estetik ise sadece güzel demek değildir; estetik olarak nitelendirdiğimiz şeyler nitelikle ilişkiliyken; o, nesnenin/ durumun deneyimlerle edinilen bilgilerle karşılaştırılma noktasıdır.

Marksist estetiğin görevi, bulanık ve karmaşık olan duyuya dayalı bilginin mükemmelliğini araştırmakken; sanatsal/ edebi faaliyeti yeniden biçimlendiren etkinliktir.[34]

* * * * *

Ve 12 Eylül yıkımı…

Mart 1971 ile Eylül 1980’in 12’sine denk düşen darbe coğrafyamız için yoğun ve yaygın bir beşeri yıkım/ kırım oldu…

- 12 Eylül askeri darbesinden sonra 650 bin kişi gözaltına alındı. Tümü işkenceden geçirildi.

- 171 kişi işkencede yaşamını yitirdi. Gözaltında kuşkulu ölüm sayısı 400 civarındadır. (171, İnsan Hakları Derneği’nin kesin kanıtları elde ettiği ölümlerin sayısıdır.)

- Sıkıyönetim askeri mahkemelerinde 210 bin dava açıldı.

- 85 bin kişi düşüncelerinden dolayı yargılandı: 71 bin kişi TCK’nin 141 ve 142. maddelerinden... 14 bin kişi 163. maddeden (Bilmeyen gençlere ipucu: 141 ve 142 madde sol kesime, 163. madde sağ kesime yönelik).

- Bu davalarda 6 bin 353 sanığın idamı istendi. İşkence ile alınan ifadeler karar gerekçesi yapıldı. 517 insan ölüm cezasına çarptırıldı. İçlerinden 50’si idam edildi. 12 Eylül’deki idamları, “Bir sağdan bir soldan astık,” diyerek anlatan Kenan Evren, 17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşının büyültülerek asılmasını da Asmayalım da besleyelim mi” diye savunmuştu. 12 Eylül döneminde idam edilen devrimcilerden bazılar şunlardı: Necdet Adalı, Serdar Soyergin, Erdal Eren, Veysel Güney, Ahmet Saner, Kadir Tandoğan, Mustafa Özenç, Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun, Necati Vardar, Ali Aktaş, Ramazan Yukarıgöz, Ömer Yazgan, Erdoğan Yazgan, Mehmet Kambur, İlyas Has, Hıdır Aslan...

-12 Eylül döneminde 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 348 bin kişiye pasaport tahdidi konuldu. (Ruhi Su’dan Genco Erkal’a...)

- 1402 sayılı yasayla, 14 bin 509 kamu görevlisi işlerinden atıldı. Ayrıca 18 bin memur, 5 bin öğretmen, 2 bin yargıç ve savcı, 4 bin polis, 2 bin subay baskıyla istifaya zorlandı.

- İşkence ve baskıdan kurtulmak için 30 bin kişi Türkiye’yi terk etti. Bunlardan 14 bini vatandaşlıktan atıldı.

- Sadece Mamak’ta 113 bin 607 kitap yakıldı. SEKA’da imha edilen kitap, dergi, gazete 40 tondur. 937 film, sayısız oyun yasaklandı. 8 gazete toplam 195 gün kapatıldı.[35]

Ahmet Hakan’ın bile, “Kenan Evren’i kimlere soralım? -METRİS’lere, Mamak’lara soralım. -Diyarbakır Cezaevi’nden yükselen figanlara soralım. -Evlerinin bahçesinde gizlice ve korkarak kitaplarını yakanlara soralım. -Bir sağdan, bir soldan asılanların analarına soralım. -Yaşı büyültülerek idam edilenlere soralım. -Duvar diplerine, stadyumlara, spor salonlarına doldurulanlara soralım. -Bir çare bulup yurtdışına kaçmak için çırpınanlara soralım. -Gözaltındaki babalarından haber alamayan çocuklara soralım. -Üzerinden silindir geçmiş gibi olan sendikacılara soralım. -Kapatılan partilere soralım. -Beslenmeyip de asılanlara soralım. -Yasaklara soralım. -Köleleştirilen üniversitelere soralım. -Sürülenlere, sövülenlere, ezilenlere soralım,”[36] demek zorunda kaldığı 12 Eylül’ün çıplak şiddeti işin bir yanıydı ve İnci Aral’ın, “Darbe gölgesinde altüst oluşlar”, “Sürekli tedirginlik, belirsizlik, yalnızlık”, “İflah olmaz bir eksikli olma hâli ve içe kapanma,”[37] ifadeleriyle betimlediği 12 Eylül 1980’in önemli, ama gözardı edilen kıyım ve yıkımı sanat/ edebiyat alanında oldu!

12 Mart 1971 darbesiyle sanatı/ edebiyatı toplumdan uzaklaştırma saldırganlığı; 12 Eylül 1980’le de Türk-İslâm sentezinin ırkçı/ şoven zorbalığı sanata/ edebiyata düşmanlıkla hayata geçirildi: Anayasal değişiklikler, kültürel baskılar, “muzır yasa”lar, yeni yasaklamalar, sansürler ve “Sanatta Star Sistemi”nin ihyası ile liberal “küfür edebiyatı” eşliğinde...

Kapitalist tekeller sanata/ edebiyata el attı. Kültür Endüstrisi” devreye sokuldu…

Bunların artısı: 12 Eylül’de 13 gazete için 300’den fazla dava açılması; 39 ton gazete ve derginin yakılması; 937 film yasaklanması; Bülent Ersoy’un bile cinsel kimliği nedeniyle darbeciler için sorun olması; Kürtçe’nin açık yerlerde konuşulması yasaklanmasıydı!

12 Eylül öylesine seçici oldu ki, bu “çağdaşlaşma sanatı”nın küratörü Kenan Evren oldu, temasıysa ta kendisiydi![38]

“Nasıl” mı?

Kenan Evren’in resme merak sarması, Türkiye’de burjuvazinin sanat ve iktidarla gittikçe ucuzlayan ilişkisini yansıtan bir ibret tablosu oluşturdu.

Evren’in satışa çıkardığı ilk resmi, Kenan Evren Lisesi’nde 1991’de düzenlenen bir açık artırmada 50 milyon liraya işadamı Sakıp Sabancı tarafından satın alındı. Bir başka tablosu ise 1992’de yine lisenin bir gecesinde Koç Grubu tarafından 110 milyon TL’ye satın alındı.

Kenan Evren’in “Anne Sevgisi” adlı tablosu Nuh Çimento’nun sahibi Muharrem Eskiyapan tarafından Evren’in Marmaris’teki evine gidilerek, dönemin parasıyla 500 milyon liraya satın alındı.

Bir söyleşisinde, resme ilgisinin 1929’da ortaokul birinci sınıfta başladığını söyleyen Evren’in resimleri, düzenlenen müzayedelerde, kendisine yapılan ev ziyaretlerinde işadamları tarafından peynir - ekmek gibi satın alındı. New York’ta bir müzeyi gezerken karşılaştığı Pablo Picasso’nun resimleri için “Bunları ben de yaparım,” diyen Evren, 1993’te Beyoğlu Aksanat’taki sergisinin açılışında, kendisinin resimlerinin değerinin de tıpkı birçok ünlü ressamınki gibi öldükten sonra artabileceğini ummuştu. Evren “Belli olmaz, bakarsınız bu tablolar ben öldükten sonra milyarlara da gidebilir,” diyordu.[39]

Ve bir şey daha “O dönemin fotoğraflarındaki Kenan Evren’in sağına soluna iyi bakın bunları göreceksiniz. Kiminin adı Cengiz Çandar idi; kiminin adı Orhan Pamuk ya da Sinan Çetin idi…”[40]

* * * * *

Özetin özeti: Cengiz Gündoğdu’nun editörlüğünü ve kimi yazıların da yazarlığını üstlendiği ‘Romanda Estetik Kalkışma’nın dördüncü cildi, işte coğrafyamız tarihinin bu “karanlık” dönemlerine (12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980) romanların verdiği tepkinin izini sürüp; yazarların tanıklığını üstlendikleri döneme verdikleri tepkileri, “gerçekçilik”, “olgusallık” ve “karşı-gerçekçilik” ölçütleri çerçevesinde değerlendiriyor: dil ve anlatım, örge, karakterler, nesnelerin birliği, itki, güdücü örge, çatışma, canlandırma, izlek, toplumsal çözümleme gibi unsurlara ayrıştırarak.

Söz konusu ayrıştırma ise, okurun romanı “münferit”, “bireysel” bir hadise olarak değil, iktisadi-siyasal, tarihsel-toplumsal bir bağlama yerleşen ve bu bağlama yazarın meşrebince (sınıfsal) bir tepki veren bütünsel bir görüngü olarak ele almayı mümkün kılıyor, İnsancıl atölyesinden yetişmiş eleştirmenlerin elinde…

Böyle olduğunda, örneğin yazarların romanlarında devrimcilere küfürler yağdırması ile Kenan Evren ile aynı fotoğraf karesinde boy göstermeleri arasındaki bağlantı daha net biçimde seriliyor gözler önüne…

Bunları sakın ola unutmayın; zaten Cengiz Gündoğdu ile ‘Romanda Estetik Kalkışma-IV” bunu hafızamıza kazıyor.

Konuya ilişkin son sözler de Stephen Hawking’in, “Ayaklarınız altına değil, yıldızlara bakmayı unutmayın. Çalışmayı asla bırakmayın,” deyişi eşliğinde Muhyiddin Şekur’dan:

“Bak bunu sakın unutma: Her gözünü kapayan uyumaz, her veda eden gitmiş sayılmaz.”

19 Aralık 2022 13:26:33, İstanbul.

N O T L A R

[*] İnsancıl Dergisi, Yıl:33, No:391, Şubat 2023…

[1] Jorge Luis Borges.

[2] Cengiz Gündoğdu, Marksist Sanat/ Yazında Geçekçilik, İnsancıl Yay., 2022, s.36.

[3] Jean-Paul Sartre, Edebiyat Nedir, çev: Bertan Onaran, de Yay., 1967

[4] https://www.insanokur.org/mihail-solohov-insanlik-agirliklari-yokmus-gibi-yercekiminden-kurtulmus-uzay-adamlari-gibi-boslukta-yuzen-ve-birbirinden-kopuk-bireyler-yiginindan-olusmaz/

[5] Albert Einstein, Son Yıllarım-Einstein Kendi Sözleriyle Biliminsanı, Filozof ve İnsan Olarak Portresi, çev: Ferhat İyidoğan, Sia Kitap, 2022.

[6] Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Cem Yayınevi, 1983, s.88.

[7] Georgi V. Plehanov, Sanat ve Toplumsal Hayat, çev: Cenap Karakaya, Sosyal Yay., 1987, s.9.

[8] Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, Cem Yayınevi, 1983.

[9] Romanda Estetik Kalkışma-1 Osmanlı’da Toplumsal Değişimin Romanlara Yansıması, Editör: Cengiz Gündoğdu, İnsancıl Yay., 2015, 421 sayfa.

[10] Romanda Estetik Kalkışma-2 Kurtuluş Savaşı-Erken Cumhuriyet Dönemi Toplumsal Değişimin Romanlara Yansıması, Editör: Sayıl Cengiz Gündoğdu, İnsancıl Yay., 2016, 594 sayfa.

[11] Romanda Estetik Kalkışma-3 Çok Partili Siyasi Yaşam (1946-1970) Toplumsal Değişimin Romanlara Yansıması, Editör: Sayıl Cengiz Gündoğdu, İnsancıl Yay., 2018, 400 sayfa.

[12] Romanda Estetik Kalkışma-4 12 Mart-12 Eylül sonrası (1971-1990) Toplumsal Değişimin Romanlara Yansıması, Editör: Sayıl Cengiz Gündoğdu, İnsancıl Yay., 2022, 510 sayfa.

[13] Umberto Eco, Edebiyata Dair, çev: Betül Parlak, Can Yay., 2017, s.29.

[14] Aristoteles, Poetika-Şiir Sanatı Üzerine, çev: Sami Rifat, Can Yay. 2007.

[15] Yavuz Arkın, “Veda Geceleri”, Birgün Kitap, Yıl:18, No:233, 18 Haziran- 15 Temmuz 2021, s.27.

[16] György Lukács, Roman Kuramı, çev: Sedat Ümran, Say Yay., 1985.

[17] D. H. Lawrence, Anka Kuşu, çev: Akşit Göktürk, Yapı Kredi Yay., 2007.

[18] Ünal Aytür, Henry James ve Roman Sanatı, YKY, 2009

[19] György Lukács, Roman Kuramı, çev: Cem Soydemir, Metis Yay., 3. basım, 2011.

[20] Georg Lukács, aktaran: Terry Eagleton, İngiliz Roman, çev: Barış Özkul, Sözcükler Yay., 2012.

[21] Ferit Burak Aydar, “Romanın Devrimci Niteliği”, 13 Aralık 2015... https://www.birgun.net/haber/romanin-devrimci-niteligi-97704

[22] Milan Kundera, Roman Sanatı, çev: Aysel Bora, Can Yay., 2019

[23] Adnan Gerger, “Romanda İdeoloji ve Nesnel Gerçeklik Eleştirisi”, 11 Ağustos 2017… https://ayrintidergi.com.tr/romanda-ideoloji-nesnel-gerceklik-elestirisi/

[24] “Kötü roman, pohpohlayarak hoşa gitmeye çalışan romandır, iyi romansa bir inanma ve inanılma işidir.” (Jean-Paul Sartre, Edebiyat Nedir, çev: Bertan Onaran, de Yay., 1967.) Ayrıca bkz: E. M. Forster, Roman Sanatı, çev: Ünal Aytür, Adam Yay., 1982; Ian Watt, Romanın Yükselişi, çev: Ferit Burak Aydar, Metis Yay., 2007; Terry Eagleton, Edebiyat Kuramı, çev: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 3. basım, 2011.

[25] “Türk” edebiyatı tarihi yazımının klasik anlatısına göre ilk Türkçe roman Şemseddin Sami tarafından kaleme alınan ve 1875 yılında yayımlanan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eserdir. Oysa yapılan çalışmalar bu iddianın asılsız olduğunu gösteriyor. Zannedilenin aksine ilk Türkçe roman Hovsep Vartanyan’ın (Vartan Paşa) 1851 yılında Ermeni harfleriyle Türkçe olarak basılan Akabi Hikâyesi eseridir. Murat Cankara’nın Tanzimat ve Edebiyat: Osmanlı İstanbul’unda Modern Edebi Kültür adlı eser için kaleme almış olduğu “Ermeni Harfleriyle İlk Türkçe Romanlar” başlıklı çalışmasına baktığımızda 1851’den sonra Ermeni harfli Türkçe olarak yayımlanan dört adet roman daha göze çarpmaktadır: Hovsep Vartanyan’ın Boşboğaz Bir Adem: Lafazanlık ile Husule Gelen Fenalıkların Muhtasar Risalesi (1852), Hovhannes H. Balıkçıyan’ın Karnig, Gülünya ve Dikran’in Dehşetlü Vefatleri (1863), Hovsep Maruş’un Bir Sefil Zevce (1868) ve Viçen Tilkiyan’ın Gülünya yahut Kendi Görünmeyerek Herkesi Gören Kız (1868). Dört romanın da yayım tarihi ilk Türkçe roman sayılan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’tan öncedir. Ayrıca Cankara, Ermeni alfabesiyle Türkçe olarak 1696 tane kitap yayımlandığını haber vermektedir. Bunların içerisinde Ahmed Midhat Efendi’nin Felatun Bey ve Rakım Efendi adlı eseri de yer alıyor.

Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’tan önce yayımlanan Türkçe romanlardan bir diğeri ise Evangelinos Misailidis’in Yunan harfleriyle Türkçe olarak basılan Temaşa-i Dünya ve Cefakar ü Cefakeş (1871-1872) adlı eseridir. Roman haricinde Yunan harfleriyle Türkçe olarak basılan eserlerin tarihi ise daha eskilere dayanır. Evangelia Balta “Karamanlılar ve Karamanlıca Kitaplar” makalesinde Yunan harfleriyle Türkçe basılan en eski metnin Gennadios Sholarios’un İtirafları (1584) olduğunu belirtir. Söz konusu makaleye göre 1711-1935 yılları arasında toplam 628 Karamanlıca kitap yayımlanmıştır. Ahmed Midhat Efendi’nin Yeniçeriler ve Şeytan Kayası eserleri de Karamanlıca yayımlanan (1891) kitaplar arasındadır.

Milliyetçi anlayışın yok saydığı bir başka edebiyat geleneği de Kürtçe edebiyattır. XIX. Yüzyıl’da Osmanlı sahasındaki basın-yayından söz eden edebiyat tarihi çalışmaları 1898 yılında yayın hayatına başlayan, Kürtçe ve Türkçe yazılara yer veren Kürdistan gazetesi hakkında sessiz kalma eğilimindedir. (Mert Tutucu, “Anamorfoz: Milliyetçi Edebiyat Tarihi Yazımının Ötekileri”, Birgün Kitap, Yıl:18, No:232, 21 Mayıs-17 Haziran 2021, s.10.)

[26] Henry David Thoreau, Doğal Yaşam ve Başkaldırı, çev: Seda Çiftçi, Kaknüs Yay., 2001, s.119.

[27] Ricardo Piglia, Yok Şehir, çev: Pınar Savaş, Delidolu Yay., 2020, s.52.

[28] Gamze Akdemir, “Feridun Andaç: Yüzler, İzler, Gölgeler”, Cumhuriyet Kitap, No:1711, 1 Aralık 2022, s.14-18.

[29] Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 2011.

[30] Karl Marx-Friedrich Engels, Sanat ve Edebiyat, çev: Murat Belge, de Yay., 1971, s.139.

[31] Platon, Büyük Hippias Theages, çev: Furkan Akderin, Say Yay., 2016.

[32] Plotinos, Enneadlar, çev: Haluk Özden, Ruh ve Madde Yay., 2008.

[33] Aristoteles, Poetika-Şiir Sanatı Üzerine, çev: Sami Rifat, Can Yay. 2007.

[34] Bkz: İsmail Tunalı, Marksist Estetik, Altın Kitaplar Yay., 1976; Murat Belge, Marksist Estetik-Christopher Caudwell Üzerine Bir İnceleme, İletişim Yay., 1997; Afşar Timuçin, Estetik, Bulut Yay., 2008.

[35] Zeynep Oral, “Erbil Tuşalp... 12 Eylül... Bitmedi...”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2020, s.13.

[36] Ahmet Hakan, “Gelin, ‘Kenan Evren Kurtardı’ Putunu Yıkalım”, Hürriyet, 12 Mayıs 2015, s.4.)

[37] İnci Aral, “Eşik”, Cumhuriyet, 20 Eylül 2011, s.14.

[38] Mehmet Keskin, “12 Eylül’ün Kara Mirası... Özgür Sanatın Düşmanı Oldular”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2015, s.12.

[39] Mehmet Keskin, “Evren’in Tablolarını Kimler Aldı?”, Cumhuriyet, 12 Mayıs 2015, s.23.

[40] Soner Yalçın, “Enkazın Mimarları”, Sözcü, 13 Mayıs 2015, s.10.