BİR FELAKETİN İÇİNDEYİZ

Naklen yayınlanan bir felaket yaşıyoruz. İnsanlığın ürettiği onca bilgiye ve onca olanağa rağmen, bir virüs, aylardır “kıran” yaşatıyor, dünya halklarına. İnsanların büyük çoğunluğu hangi gün, nerede ve nasıl virüse yakalanacağını ve ne yapacağını bilememenin tedirginliği içinde. Öte yanda her saniyede insanlar ölümler. 

Felaket küresel ama zannedildiğinin aksine adil değil. Bu felaketten de yine daha çok yoksullar, daha çok kökünden kopartılmış sürgünler, ömrü acılarla, katliamlarla   zulümlerle geçmiş olanlar ölüyor. Bakmayın birkaç tane yöneticinin veya bürokratın virüse yakalandığına. Bu felaketten de acının en büyük payı, genel olarak ve büyük çoğunlukla, ezilenlere düşecektir. Gerçeğin bir tarafı budur.   

Hepimizin çok yakında izlediği gibi dünyayı kasıp kavuran bu felakete karşı alınacak tavra hiçbir katkısı olmayan tartışmalar ise virüs felaketinin bir diğer yanıdır. Bu anlamda belirtmelidir ki, bu “kıran”ın temel tartışması, “bu virüsü kim çıkarttı”, “niçin çıkarttı” gibi ihtiyaçlarına cevap olmayan, pratik sorunları çözmeyen bir tartışma olmamalıdır.

Elbette bu felaketten sorumlu olanlar, emperyalist tekellerdir. Elbette bu katliam haramilerin doğayı yok etmeleriyle doğrudan ilgilidir. Elbette bu katliamın önlenememesi kapitalist tekellerin izledikleri “daha çok kazanç” politikasından kaynaklanmaktadır.

Bütün bu gerçekler bugün keşfedilmedi. Yaşanan felaket, kapitalizmin ne denli insanlık ve emek düşmanı, sosyalizmin ise insanlığın kurtuluşu olduğunu bir kez daha teyit etmiş oldu. Elbette ele alınacak, konuşulacaktır. Ancak bütün bu olup bitenler, “meleklerin cinsiyetinin tartışılmasına” dönmemeli, kavranması gereken asıl halkanın gözden kaçırılmasına yol açmamalıdır. Verili ortamda neler yapabileceğimize bakmak en doğru tavır olacaktır.

Şu anda kelimenin gerçek anlamıyla bir “can pazarı” yaşanmakta, dünyanın her yerinde, insanlar toprağa düşmektedir. Bu durumu, “şu kadar insan öldü” diyerek anlamak, anlatmak, emperyalist tekellerin yarattığı çok büyük yanılsamanın içinde kaybolmaktır. Çünkü mevcut felaketle tek tek insanlar değil, bir bütün olarak insanlık ölmektedir. İngiltere’nin bu konuyla ilgili olarak ilk başlarda izlediği ve zorlanarak değiştirmeye yöneldiği, “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” şeklinde özetlenebilecek olan halkların düşmanı tavrı, bu yaklaşımın en uç örneğiydi. Yani bu felaketle insanlık, çok hızlı bir kan kaybı yaşamakta, topyekûn yok oluşa sürüklenmektedir. Üzerinde acilen ve ısrarla durmamız ikinci gereken gerçek budur.

Durum çok ciddidir ve hafife almak ölümcül sonuçlar yaratmaktadır. Bu durum   emperyalist devletlerin tavrından da anlaşılmaktadır. Sömürmek için dünyanın her karış toprağını kana bulayan, on binlerce insanın ölümüne yola açan emperyalistler, “virüsün tahribatını azaltmak adına” önemli ekonomik düzenlemeleri göze almaktadırlar. Emperyalist devletlerin bu yaklaşımlarına bakıldığında, ya kamuoyuna açıklandığından daha vahim sonuçlar yaşanıyor ve bu bilgiler açıklanmıyor ve onun için “eller cebe” atılıyor. Veya virüsün daha kötü sonuçlara yol açacağı görüldüğü için bu “düzenlemeler” yapılıyor. Yoksa milyonlarca insanın savaşlarda ölümüne yol açan, dünyayı ve doğayı iliğine kadar sömüren bu savaş baronlarının ve haramilerin, halklarının iyiliği için keselerinin ağzını açtıklarını, bu tür “fedakarlıkları” halk için yaptıklarını düşünmek masum bir saflık, ama büyük bir yanılgı olur.   

Bu devletlerin tamamı dünya çapında milyarlarca yetişkin insanda sağlık sigortası adı altında zorla para alıyorlar. Buna karşı ne yapıyorlar? Her yıl birkaç milyon insanın sağlığıyla, o da tam bir rezalet düzeyinde, ilgileniyorlar. Şimdi ne oldu? Bütün dünya halkları hastalandı. Bunların hepsine bakacak ne alt yapıları var, ne hastaneleri var, ne personelleri var. Çünkü sağlık için milyarlarca yetişkinden alınan paralar, tekellerin büyümesi için kullanıldı. Şimdi de “alt yapı yok” diye insanları, üretilmesinde rollerinin olduğu virüse karşı, “bir şey yapamıyoruz” diye evlerine mahkûm ediyorlar. Bu gerçek bile tek başına emperyalist- kapitalist sistemin ne denli insan sağlığına zararlı olduğunu, öte yanda, bütün devasa görüntüsüne rağmen, ne denli kof olduğunu göstermektedir.

Bütün bu gerçeklerden bakarak, virüse karşı mücadelenin esasını yine biz ezilen haklar vermek durumundayız. Bu anlamda yapabileceklerimiz vardır ve bunlarla ilgilenmek en hayati görev ve sorumluluktur. Mevcut durumda, üzerinde ısrarla durulması gereken konu, ölümlerin azaltılmasıdır. Hepimiz birlikte veya ayrı ayrı ne yapıp edip, halkların yaşayabileceği acıları azaltmanın yollarını bulmalı, enerjimizi buna hasretmeliyiz

Öncelikle dünyanın neresinde olursa olsun bütün insanların sağlığa erişimi parasız, kolay ve hızlı olmalıdır. Bütün mekanizmalar buna göre yapılandırılmalıdır. Bu süreç, halkın ve demokratik kurumların doğrudan görev aldığı ve yetki sahibi olduğu bir mekanizma tarafında yürütülmelidir. Sağlık çalışanlarının güvenliği için bütün tedbirler alınmalı ve bunlar sağlık emekçilerinin denetiminde yapılmalıdır. Bu haklar kimsenin lütfu değildir, bu talepler haktır. Kazanmak veya kazanmamak sorununa bakılmadan bu haklar talep edilmelidir. Çünkü halklar haklıdır ve mutlaka kazanacaklardır. Yoksa haramiler insanlığı da dünyayı da yok edeceklerdir.

Yapılacak acil işlem insanların kendi yapacaklarıdır.  Virüse karşı bilim insanlarının ortaya koydukları gerçeklik şudur; 1. Hijyen, 2. Sosyal izolasyon, 3. Vücudumuzun bağışıklık sistemini güçlendirerek direnmek, 4. Dayanışma, motivasyon.   Yapacağımız bu bilimsel kurallara uymak ve yeni bilimsel gelişmeler takip etmektir.   Halklar Corona virüsünü de, onunla birlikte bu virüsleri üreten kapitalist sistemi de yenecek ve kazanacaklardır.