Başarı şansının çok çok düşük olduğu bir noktada, temelde çok gizli olarak örgütlenmiş bir örgütün darbe girişimi yapması rasyonel değildir. YAŞ kararlarının deşifre olması, Fetö grubunun yanlış karar vermesini kolaylaştırdı.

Bu krizden mükemmel bir demokrasi yaratarak çıkabilecek miyiz? Bu sorunun cevabını vermeliyiz.

Ekonomi politikaları cemaatlerin yeşermesine nasıl olanak veriyor. Feto’yu 'temizlediniz', diğerleri duruyor. Onlar dönüşmeyecek mi?

İlginçtir, cemaatlere baktığınızda önder yani mürşit ölünce parçalanıyorlar..

DARBE İÇİN KONJONKTÜR UYGUN DEĞİLDİ

ODTÜ Öğretim Üyesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin konuşmacı olduğu konferansın açılış konuşmasını Sosyal Demokrasi Derneği İzmir Şube Başkanı Cengiz Onur yaparken, Çeşme Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç da mikrofondan konuklara “Hoşgeldiniz” dedi. Konferansa aralarında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ve 24. dönem İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu’nun da bulunduğu yaklaşık 100 kişi katıldı.



ÖRGÜTÜ ORTAYA ÇIKARAN KOŞULLAR ORTADAN KALDIRILMALI

Türkiye’de ortaya çıkan bir dini cemaatin, normal bir cemaatten dönüşerek, uluslararası bir aktör olarak ve büyük gayrimenkuller kontrol ederek iktidar talebini ortaya koyan ve darbe yapma girişiminde bulunan bir örgüt olduğunu belirten Prof. Tekeli, 15 Temmuz’da Türkiye’nin büyük bir tehlikenin eşiğinden döndüğünü söyledi. Tekeli, bu durumun Türkiye’nin sosyal ve ekonomik yapısıyla açıklanması gerektiğini, devletin bu olay sonrasında bu örgütün temizlenmesine ve cezalandırılmasına yönelik bir ele alışın olduğunu ama kendisi gibi plancılar için bu yaklaşımın tatmin edici olmadığını belirterek, “Feto’ya tek bir kötü örnek olarak bakmak yerine, bu örneği ortaya çıkaran koşulların nasıl ortadan kaldırılacağını koşabilmemiz ve tartışabilmemiz gerekiyor. Şöyle iki temel soru sorulabilir. Birincisi Türkiye’nin siyaset yapma biçimi ve ekonomi politikaları. Bu iki platformun birbirinden bağımsız olmadığını düşünüyorum. Ekonomi politikaları cemaatlerin yeşermesine nasıl olanak veriyor. Feto’yu temizlediniz, diğerleri duruyor. Onlar dönüşmeyecek mi? Böyle bir soruyla karşı karşıyayız. İkinci sorumuz bu cemaatler hangi tür siyasi ilişkiler içinde iktidar talebi olan bir siyasi örgüte dönüşebiliyor? Mevcut iktidar grubu özellikle bu soruyu sormaktan kaçınıyor. Peki ne demeye çalışıyor? Genellikle ‘Bu cemaat değildir, bu örgüt olmuştur’. Ama bu cemaatti, örgüte dönüştü. Nasıl dönüştü? Siyasetin bunun içinde hiçbir payı yok mu? Bu soruları yanıtlayamazsak, siyaset yapma biçiminde bir zihniyet dönüşümünü sağlayamayız” diye konuştu.

İKTİDARLARLA DİRENEN İSLAMCI HAREKETLER ARASINDA 200 YILDIR MÜCADELE VAR



Rahmetli dostu Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur’u örnek göstererek, eskiden siyasetçilerin analiz yaparken, hep bir büyük resim çizerdiklerini anımsatan İlhan Tekeli sözlerini şöyle sürdürdü: “Şimdi bu Feto olayının oturtulacağı bir büyük resmi çizelim. Bu resmin 200 yıllık bir geçmişi var. Büyük resimde, 1820-1830’da bir ucunda Mısır’da Mehmet Ali/Muhammet Ali, İstanbulda II. Mahmut bir modernizasyon başlatıyorlar. İktadarın meşruiyetinin kaynağını ilahi olmaktan, halka indirmeye dönük, aşama aşama bir ilerleme yaşıyoruz. Yavaş da olsa modern teknoloji geliyor, kapitalist ilişkiler yerleşiyor, modern bürokrasi ve eğitim kurumları ortaya çıkıyor. Bu dönüşümün Kuzey Atlantik kıyılarında, İngiltere, Hollanda, Fransa’da oluşan inovatif bir sistem var ve bu sistem oradan bütün dünyaya yayılılarak dönüşüyor. Ama Ortadoğu’ya o kadar uzak ki, Ortadoğu’ya geldiğinde etkisi de, dönüşüm de yavaşlıyor. Bu dönüştürücü güç yavaşlayınca kaybeden kesimler İslamcı hareketler grubu olarak her yerde değişik biçimde ortaya çıkıyor. Modernleşmek isteyen iktidarlarla, ona direnen İslamcı hareketler arasında 200 yıldır bir siyasi mücadele yaşanıyor.”

ÇOK PARTİLİ REJİMLE SU YÜZÜNE ÇIKTILAR

“Fettullah hareketi özgün bir hareket değildir” diyen ve bu 200 yıl içinde İktidarlara karşı muhalefette olan İslamcıların siyasi taleplerini geliştirmek için kullandıkları değişik stratejiler olduğunu vurgulayan Tekeli, “Bu stratejiler tüm bu coğrafyada, çeşitli yerlerde benzer şekillerde üretilmiştir. Bunun ilk önemli dile getirileni 1928’de Müslüman Kardeşler hareketini kuran Hasan el-Benna’nın stratejisidir. Bu da ılımlı İslam’dır, paralel yapılanmadır. Paralel yapı yeni icat değildir. Burada ne yapılır? Kendi dayanışma ağlarınızı kurarsınız, kendi okullarınızı, hastanelerinizi kurarsınız ve devlet yapısında kadrolaşırsınız. Yine Müslüman Kardeşler hareketi içinde 1950’li yıllarda yeni bir isim ortaya çıkıyor. Seyyit Kutub. Yeni bir alternatif strateji öneriyor. O strateji şu: Devrim, devrimci strateji. Peki bu büyük coğrafyanın bir parçası olan Türkiye’de bu yapılanma ve ortaya çıkışı nasıl oldu? Türkiye’de tek parti döneminde de İslamcı hareketler var ama yer altında, gizli, çok ön planda değil. Ama çok partili rejime geçmemizle beraber, bunlar su yüzüne çıkıp kadrolaşan şeyler. Şimdi bir çok isim sayabilirim. Nurcular, Süleymancılar, İskender Paşa Dergahı var, Menzilciler var, var oğlu var. Bir de tarihi tarikatlar var. Onlardan çok, saydığım isimlere bakarsanız, yeni koşullar içinde, kendi içinde siyasi talep de içeren oluşumlar, cemaatler var. Cemaatlere baktığınızda da şöyle bir yapı var. Bir mürşit oluyor, hoca efendi önderliğinde. Bu herhangi bir adam olmaz. Kutsal adam olması lazım. Bir hikaye uydurup ona bir kutsallık atfediyorsunuz ve bunun sonunda etkisi, örgütlenmesi yayılıyor. Para, güç topluyor ve hemen kendilerine şöyle bir görev tanımlıyorlar: Daha İslamist, İslam olanı yaratmak, doğru İslamı yaratmak, İslam’a hizmet etmek gibi misyonlar icat ediyorlar ve bunun etrafında meşruiyetlerini kuruyorlar. İlginçtir, bu haraketlere baktığınızda önder yani mürşit ölünce bunlar parçalanıyor. Alttaki mürşitler onun yerine geçemiyor. Bir sebebi var. Adamı kutsal olarak ilan ettiğiniz için, kutsallık da vekaleten gelmediğinden, o kutsallığın başkası tarafından yeniden kurulması gerekiyor. Nurcular ölüyor, Fettullahçılar çıkıyor gibi” dedi.



FETO İKTİDAR TALEBİ ORTAYA KOYMASAYDI GÜL GİBİ GEÇİNİRDİ

Türkiye’de cemaat oluşumunun hızlanmasının 1980’ler sonrası Özal döneminde olduğunu, aslında burada ilginç bir çelişki yaşandığını, ilk bakışta Özal’ın uyguladığı liberalist ekonomik politikanın, bireyi ön plana alan bir yaklaşımın içinde cemaatçiliğin yeri olmaması gerektiği ileri süren İlhan Tekeli sözlerini şöyle sürdürdü:

“Aslında sistem cemaatçiliği parçalaması gerekir. Oysa bu politika Türkiye koşullarında cemaatçiliğin yeşerdiği bir dönem olmuştur. İslamcı cemaatin mütevazi ve çok iddialı olmayan talepleri, Özal politikasıyla önemli bir şekilde değişiyor. Müslüman halkı kapitalizme dahil etme stratejisi, cemaatlerin, mali güç ve iktidar talep etme güçlerini de beraberinde artırıyor. Aslında İslamcı siyasetin iktidar talebini temsil eden kişi Necmettin Erbakan ve MSP. Ama çok oy alamıyor. Ancak 28 Şubat postmodern darbeden sonra oluşan AKP, biraz önce saydığım çok sayıda cemaat arasında bir cemaatler koalisyonu sağlayarak iktidara gelme yolunu açıyor. Feto cemaati, diğer cemaatler gibi, açıkça bir iktidar talebi ortaya koymasaydı gül gibi geçinip gidecekti. İktidar talebinin ortaya çıkması önemli. İpuçları 4 Şubat Hakan Fidan olayı, 17-25 Aralık girişimleri ve sonunda gelinen nokta darbe girişimi.”



DARBE İÇİN KONJONKTÜR UYGUN DEĞİLDİ

Darbe girişiminin çok ciddi olduğunu ve çok yüksek bir teknik içerdiğini ama böyle bir darbe için konjonktürün müsait olmadığına dikkat çeken Prof. Tekeli, “Başarı şansının çok çok düşük olduğu bir noktada, temelde çok gizli olarak örgütlenmiş bir örgütün darbe girişimi yapması rasyonel değildir. Darbe yapan grup yanlış karar verdi. YAŞ kararlarının deşifre olması, büyük bir elemenin yapılacak olması, bana göre Fetö grubunun yanlış karar vermesini kolaylaştırdı. Ama bir başka ilginç özelliği de saptamamız gerek. Açıkça görülmüştür ki Türkiye, darbeyi hikayesi olan bir şekilde bastırdıktan sonra, dış dünyadan yeterli destek bulmadı” dedi.

ÖN YARGILARDAN ARINMALIYIZ

Konuşmasının sonunda darbe girişimi sonrasında yeni ve güçlü bir demokrasi arayışının gündeme gelmesi gerektiğini, iktidarın bir özeleştiri yaparak, “Ben bu konudaki zihniyetimi değiştirip, şöyle yapacağım” demiş olsaydı büyük bir heyecan doğacağına inandığını söyleyen İlhan Tekeli sözlerini şöyle noktaladı:

İşte o zaman Türkiye de, bütün dış dünya da umutlu olurdu. Zaman ilerleyerek akar. Siyaset geçmişe yönelik olduğunda uzlaşmazlıklar yaratılır. Ama geleceğin projesini, katılımcı ve adil olarak yaparsanız geleceğe dönük bütünleşmeyi, başarının heyacanını bölüşmeyi sağlarsınız.

Bu krizden mükemmel bir demokrasi yaratarak çıkabilecek miyiz? Bu sorunun cevabını vermeliyiz. Kendimize ve dünyaya övünçle sunabileceğimiz bir demokrasi projesini içselleştirerek sağlamalıyız. Ama bunun içinde, şiddet kullanmayı içeren tüm çözümleri dışlayan ve bunlara ancak bir ilüzyon olarak bakan bir yaklaşım söz konusu olmalı. İnsanlar, ‘Evet benden farklısın, evet kendi kimliğin var, ama bu birlikte siyaset yapamayacağımız anlamına gelmiyor’ diyebilmeli. Bunu diyebilmek için tüm ön yargılardan arınmış olmayı gerçekleştirebilmeliyiz. Ancak bu durumda, yatay bir ilişki içinde insanlar birbirini duyar ve birlikte bir demokrasi projesi geliştirme kapasitesi elde eder. İnsanlar birbirini duymuyorsa proje gerçekleştiremez.”

Toplantı yazılı olarak sunulan soruları İlhan Tekeli’nin yanıtlamasıyla sona erdi.

Fulya OMAÇ / Çeşme