Bakın, 2010 yılında, özel yetkili mahkemelerimiz tam 33 bin 405 kişiyi örgütlü suçlardan ve elbette bir örgüte de mensup olmaktan ötürü mahkum etmiş.
Ama nasıl olmuşsa olmuş, Hrant Dink’in öldürülmesinde bir örgüt izi bulamamış.
Acaba nasıl olmuş bu bulamama hali?
İsterseniz ben size dava dosyasından örgütün varlığını, azmettiricinin üzerinde etki eden, onu bu suça teşvik edenlerin varlığını, o kişiler arasındaki emir komuta ilişkisini kanıtlayacak onlarca şey sıralarım.
Ama bunu yapmama gerek yok, herkes biliyor zaten katil Ogün Samast’ın ‘cinayete azmettirmek’ten ağırlaştırılmış müebbet alan Yasin Hayal’den, Yasin Hayal’in ise beraat eden Erhan Tuncel’den talimat aldığını.
Arkada da Erhan Tuncel’in üniformalı ağabeyleri var, onun ne yapacağından her an haberdar olan polis müdürleri, polis istihbaratçıları, jandarma istihbaratçıları.
Daha Hrant’ın cesedi yerde yatarken Ankara’dan Gümüşhane’deki bir polis memuruna telefon açan polis müdürü var.
Gümüşhane’deki polis memurunun Trabzon’daki Erhan Tuncel’i araması, ‘Kafasına sıktıktan sonra kaçmayacaktı, bu kaçmış’ demesi var.
Var oğlu var.
Var ama mahkeme bunları görmemiş, yeterli delil saymamış.
Acaba neden?
Aslına bakacak olursanız bu neden hakkında da yeterince fikri var herkesin.
Bu cinayet gözlerinin önünde işlenirken işi suçu önlemek olan bu polis müdürleri daha sonra Cumhuriyet tarihinin en önemli ve en kapsamlı ‘örgüt’ soruşturmasını yürüttüler: Ergenekon.
Ergenekon’u ortaya çıkaran ekip olmak, acaba onlara bir dokunulmazlık mı sağladı?
Bu sorduğum soruyu kitaplar yazıp yıllar boyu ısrarla soran ve o polis müdürlerinin Hrant Dink cinayetindeki kusurlarını gündeme getiren Nedim Şener’in sonunda bir punduna getirilip Ergenekoncu diye tutuklanması, o dokunulmazlığın iyice şımarmış hali değil midir?
Bu gerçekten bir tesadüf: Ergenekon’u başlatan süreç de Trabzon jandarmasına yapılan bir telefon ihbarıyla oldu.
Şimdi istediğimiz kadar komplo teorisi yazabiliriz. Veya ümit vermeye çalışıp, ‘Bu dava bitmedi, daha yeni başlıyor’ diyebiliriz.
Ama biz ne dersek diyelim, yerle bir edilen adalet duygumuzu, yerle bir olan güvenimizi kimse yerine koyamaz.

40 bin kişi sessizce yürüdü ve konuştu...

HRANT Dink’in öldürülmesinin üzerinden tam beş yıl geçti. Dün, onu öldürüldüğü yerde anmak için 40 bin kişi toplandı, Taksim’den Pangaltı’ya kadar yürüdü.
Son dönemin bu en büyük ırkçı siyasi cinayetini unutmamak, Hrant’ı anmak elbette önemli, elbette çok güzel.
Bakın dün o anma töreninde konuşan yazar Karin Karakaşlı’nın birkaç cümlesini paylaşacağım sizinle:
“Hrant Dink’i hepimiz kaybettik ama biz Ermeniler için onun kaybı takdir edersiniz ki başka bir yoksunluk. 1915’te Anadolu’da kafilelerce insan aç-susuz çölün ortasına sürülmeden önce bir nisan günüyle 250’ye yakın Ermeni aydın Haydarpaşa Garı’ndan trenlere konup Ayaş’a sürgüne gitti. İçlerinden sadece birkaçı geri dönebildi.
Anlayacağınız önce sesimizi aldılar elimizden. Bu insanlar Osmanlı Meclisinde mebustu, yazardı, gazeteciydi, çevirmendi, doktordu, avukattı. Ermeni halkına hizmet kadar Osmanlılığa inanır, Meşrutiyet sonrası bayram geleceğini sanırdı. Öyle olmadı.
Bugün burada içlerinden birkaçının adını anacağım. İsmi çağrılan duyar, gelir, “Burada” der: Rupen Sevag, Siamanto, Taniel Varujan, Diran Kelekyan, Yerukhan, Rupen Zartaryan, Hampartsum Boyacıyan, Sımpad Pürad, Keğam Parsekhyan, Krikor Zohrab...
Hrant Dink bu aydınların son halkasıdır. O yüzden de 2007, 1915’e geri ışınladı hepimizi. Demek hâlâ hakkıyla Ermeni ve bir o kadar da yurtsever olan bir insanı öldürmek bu kadar kolaydı. Bu kadar mubahtı.”
Görüyor musunuz, bir mahkeme kararının yarattığı duyguyu? Aynen paylaşıyorum bu görüşleri ben de...

Irkçı cinayetin arka planı, iklimi...

Gözümüzün önünde, televizyon canlı yayınında, mahkeme çıkışı Orhan Pamuk’u linç ediyorlardı az kalsın.
O linç kalabalığının açtığı pankartlardan birinde, ‘Misyoner çocukları’ diye bazı isimler sıralanıyordu. Hrant Dink’in adı da vardı o pankartta, benim adım da.
Ne tesadüfür, tam da o günlerde, Trabzon’daki McDonald’s bombalamasından ötürü hapiste olan Yasin Hayal çok ama çook ilginç bir hazırlık sürecinin sonunda hapisten serbest bırakılmış, kendisini hapse sokan ihbarcılığı yaptığını bildiği halde Erhan Tuncel’in yanına gitmiş ve pankarttaki isimlerden Hrant Dink’i öldürmek için hazırlıklara girişmişti.
Onu bu kadar rahat hareket ettiren bir iklim vardı ülkede. O iklimin yaratılmasına çok ama çok sayıda insan yardımcı olmuş, televizyonlar ve gazeteler bunu beslemişti.
Biz, evet Hrant Dink cinayetinin arkasındaki karanlık örgütün peşindeyiz elbette ama örgütün peşine düştüğümüz kadar o iklimin de peşine düşmemeli miyiz?
O iklimin bir daha oluşmamasını sağlamak için yediden yetmişe ders çıkartmamalı ve tedbirler almamalı mıyız?
Elinizi vicdanınıza koyun söyleyin: Bu dersler alındı, o tedbirler ortaya kondu mu?
Hayır.
Esasen hâlâ aynı iklim içinde yaşamaya devam ediyoruz.

Ismet BERKAN
Hürriyet