Scholz hükümeti ve özellikle Yeşiller hakkında kaleme aldığımız eleştiriler nedeniyle bazı tepkiler geldi. Tepkileri, “16 yıl iktidarda kalan muhafazakâr bir Şansölyenin ardından bir sosyal demokrat geldi ve ekolojik-sol Yeşiller partisi iktidar ortağı oldu. Göçmenler bakan ve devlet müsteşarı seviyesine geldiler, daha ne istiyorsun?” biçiminde özetlemek mümkün. O nedenle “Bilal’e anlatır” gibi, Yeşilleri neden eleştirdiğimizi, gerçek yüzlerini tanıtarak anlatmamız farz oldu.

Bir kere Scholz hükümetini “sosyal, demokrat ve iklim korumacısı” olarak nitelendirmek için tek bir neden olmadığını belirtmeliyiz. SPD ve Yeşiller, FDP ile imzaladıkları “Koalisyon Sözleşmesi” ve şimdiye kadarki pratikleri ile bunu bizzat kanıtlamaktadırlar. İkincisi, Yeşiller, bırakın “ekolojik ve sol” olmayı, artık savaş kışkırtıcısı ve en saf hâlinde neoliberal zehrin yayıcısı bir parti hâline gelmişlerdir. Partinin bugüne kadarki gelişimine kısaca bakarak neden böyle yazdığımızı anlatalım.

40 yıl önce nükleer santral karşıtı ve barış hareketlerinin bağrından “Yeni Sol Hareket” tanımlamasıyla doğarak kurulan Yeşiller partisi, 1989/1990 karşı devriminin sonuçlarının, salt yaşamın her alanını değil, ilerici toplumsal güçlerin beyinlerinin de muhafazakâr-neoliberal bir “Rollback” tarafından nasıl esir alındığının canlı örneğidir. 1998 yılında iktidara gelen SPD-Yeşiller hükümetinin Yugoslavya Savaşının tetikleyicisi ve katılımcısı olarak muhafazakâr partilerin bile yeltenmeye cesaret edemedikleri biçimde Ren Kapitalizminin sosyal devlet anlayışını yok etmesine ve Alman emperyalizminin militarist yayılmacı politikasına ivme kazandırmasına en fazla Yeşiller katkıda bulunmuşlardır. Aynı şekilde muhalefet olduklarında dahi bu yayılmacı politikalara toplumsal rıza üretilmesindeki katkıları ise sahiden emsalsizdir.

O açıdan Yeşilleri, aynı sosyal demokratlar gibi, neoliberalizmin cisimleşmiş, ideolojik ve politik parçası olarak nitelendirmek gerekmektedir. Günümüzün Yeşiller partisi kuruluş harcında bulunan “Bir daha asla savaş! Bir daha asla faşizm!” şiarını emperyalist müdahale savaşları için “insan haklarını ve demokrasiyi koruma” gerekçesine dönüştürmüş; “herkese açık sınırlar” taleplerini “ekonomik faydalarına göre ülkeye alınacak göçmenler” politikasına indirgemiş; feminist hareketin eşitlenme istemlerini “tekellerin yönetim kurullarında daha fazla kadın temsili” hâline getirerek içini boşaltmış ve kapitalizmin insanı ve doğayı aynı şekilde sömürüp yok eden bir üretim tarzı olduğu gerçeğinin karşısına, tekellerin lehine sosyal adaletsizliği betona döken bir “Yeşil kapitalizm” iddiasını çıkartmıştır.

Scholz hükümetindeki Yeşil aktörlere baktığımızda, Dışişleri Bakanı olarak Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti düşmanı söylemleri, nükleer katılım taraftarı ve ısrarlı Transatlantikçi saldırgan politika savunucusu Annalena Baerbock’u; iklim ve çevre korunması adına otomotiv ve enerji tekelleri yararına olan adımları atmaya kararlı bir İktisat ve İklim Korunması Bakanı olarak Robert Habeck’i veya enflasyon artışı altında inleyen çalışan sınıflar ile sayıları 13 milyonu aşan yoksulları önemsemeden et fiyatlarının artırılmasını isteyen, büyük tarım tekellerinin temsilciliğine soyunan bir Tarım Bakanı olarak da Cem Özdemir’i görmekteyiz. Faşist terör örgütü NSU dosyalarının kamuoyundan gizlenmesine karar veren Hessen’li Yeşillere veya “genç göçmen gruplarının kriminel enerjileri son derece ürkütücüdür ve bu nedenle kararlı bir mücadele ile durdurulmalıdır” diyerek, ırkçı-faşist yaklaşımlara destek çıkan Baden-Württemberg Eyalet Başbakanı Winfried Kretschmann’a değinmiyoruz bile.

Kısacası bir sermaye partisi olarak Yeşiller kadim düşmanımız burjuvazinin saflarında yerini almış ve her türlü eşitlikçi, özgürlükçü ve kurtuluşçu düşüncenin karşısında duran antikomünist bir siyasi formasyondur. Kim ki barış ve ekolojik koruma taraftarı ise, Yeşiller partisinin gerçek yüzünü ifşa etmelidir.