Herkesin bildiği gerçekliktir. Faşizm yalanla varlığını sürdürür. Erdoğan’ın sürdürdüğü Türk faşizmi de bu kuralın dışında değildir. Başından beri tek tip havuz medyası faşizm için gerekli yalanların üretildiği ve pazarlandığı bir mecra olarak fonksiyon icra etmiştir. Devasa olanaklarla ayakta tutulan havuz medyası, Erdoğan’ın Türk faşist devletini sürdürebilir kılmak, yaşamasını sağlamak için, beyazı/kara, yalanı/gerçek olarak göstermek için bütün maharetini kullanmıştır.
Ancak görülen o ki buna rağmen “fabrikasyon yalan/algı üretme mekanizması” olan bu medyanın marifet ve maharetleri, Erdoğan’ın kendisini de Türk faşist devletini de ayakta tutmasına yetmemektedir. Böyle olduğu içindir ki bizzat devlet yalan üretmeye başlamış, “yerli-milli otomobil üretiyoruz” diye kocaman bir palavrayı dolaşıma sürmüştür.
Bu kocaman yalanının deşifre edilmesinden önce bir başka algı operasyonuna bakmalıyız. Bir an için varsayalım ki bu “yerli-milli araba üretmek” yalan değil, gerçek olsun ve Türk devleti kendisi otomobil üretebilecek kapasiteye sahip olmuş olsun, ne var bunda? Araba ürettiği zaman Türk devleti ekonomik krizden kurtulacak mı? Türkiye halkları yoksulluk ve açlık sınırını aşan bir gelire mi sahip olacaklar? Evsizler ev sahibi, işsizler iş sahibi, öğrenciler başarılı bir eğitim hayatına mı kavuşacaklar? Demokrasi, özgürlük hak adalet kavramları uğruna can verilen değerler olmaktan çıkıp günlük hayatın kuralları haline mi gelecekler? Bütün bunların hiç birisi olmayacak. Çünkü yerli ve milli otomobil sonuçta bir sermaye sorunudur ve sermayenin halkların zenginliğine de özgürlüğüne de hiçbir pozitif etkisinin ve katkısının olmadığı bilinmektedir. Sermaye sahiplerinin sermayelerinin büyüklüğü, hiçbir zaman ne halkların rahat yaşamalarına ve ne de toplumsal barışa ve huzura hizmet etmemiştir.
İkincisi ve esas önemli olanı ise Türk devletinin mevcut koşullarda yerli ve milli bir otomobil üretme olanağının olmadığıdır. Ne böyle bir teknolojisi mevcuttur, ne de böyle bir alt yapısı bulunmaktadır. Yerli otomobil yapmak, birilerinin canı istediğinde yapabileceği bir iş değildir. Öncelikle bunun için zorunlu olan önemli bir teknolojik alt yapıya ve imkana ihtiyaç vardır. Ayrıca bu teknolojik alt yapı dendiğinde sadece makine ve araç değildir. Zihinsel/kültürel gelişmişlik düzeyi de çok büyük bir anlam ifade etmektedir. Türk ekonomisinin ve devletinin ise ne başında bugüne ve ne de yakın dönemde böyle bir teknolojik hazırlığının olmadığı bilinmektedir. Kaldı ki Türk devletinin zihinsel birikimi de böyle bir olanağı yaratmaya uygun değildir.
Peki olan nedir? Olan şudur, Türk devletinin ve Erdoğan’ın yeniden iktidar üretmeye ihtiyacı bulunmaktadır. “Yerli ve milli otomobil” yalanı Erdoğan’ın yeniden iktidar üretmesinin aracı olarak ortaya atılmaktadır. Mevcut durumda ve yakın gelecekte diğer sorunların yanında ekonomik sorunlar, Erdoğan’ı ciddi anlamda zorlayacak, iktidar olanaklarını sınırlandıracak. Bunu gören Erdoğan, “yerli – milli otomobil” yalanıyla, para toplayacak, toplanan para, ekonomik çıkmazdan kurtulmanın aracı olarak kullanılacak. Ayrıca “yerli-milli otomobil” söylemiyle, ırkçılık büyütülecek, gericiliğin hakimiyet alanı, sosyal zemini genişletilecektir.
Yani bu “yerli ve milli otomobil” iddiası devlet eliyle yapılmak istenen dolandırıcılığın ön hazırlığı olarak ortaya sürülmüş bir yalandır. Zaten bu türden dolandırıcılıklar genellikle baskıcı zorba rejimlerin hâkim olduğu koşullarda daha kolay ortaya çıkmakta ve daha rahat çalışabilmektedirler. 1980 darbesi döneminde Banker Kastelli adın da bir dolandırıcı çıkmıştı. Yıllarca yoksul insanların beklentilerini sömürerek paralarını gasp etmiş, fazla sürmeden dolandırıcılığı ortaya çıkmıştı. Bu yakınlarda “Tosuncuk” diye kamuoyuna şirinleştirilerek sunulan genç birisi, yıllar sonra neredeyse aynı yöntemlerle dolandırıcılık yapmış, gasp ettiği paralarla yurt dışında yaşamaktadır.
Zaten kapitalizmin kendisi, yasalarla güvenceye alınmış, yasallaştırılmış dolandırıcılık sistemidir. Böyle olduğu için dolandırıcılık yapmak çok fazla önemli bir suç olarak kabul edilmemektedir. Buna ek olarak devlet ve sistem, yasadışı dolandırıcılığın üretmesini kolaylaştırmakta, meşrulaştırmaktadır.
Şimdi de Erdoğan/Bahçeli’nin yönettiği Türk devleti, içinde bulunduğu ekonomik çıkmazda kurtulabilmek için kendisi resmen dolandırıcılığa başlamış bulunmaktadır. Yani dolandırıcılık devlet eliyle meşru bir faaliyet haline getirilmektedir. Üstelik bu defa devlet kendi vatandaşını dolandırmaktadır. Daha önce “uyanık” bir tüccar dolandırıyordu, şimdi uyanıklığı devleti yöneten Erdoğan ve Bahçeli, halkları dolandırmak için yapmaya çalışmaktadır. Eh bu halklar size demez mi “sür eşeği Niğde’ye geçti Bor’un pazarı”. Bu dolandırıcılıkla Kastelli kurtulmadı, Tosuncuk’ta kurtulmadı, size ders verecek Sülün Osman da yok. Yani böyle de kurtulamayacaksınız.
Erdoğan ve küçük ortağı Bahçeli, içine girdikleri çıkmazda birbirlerine sarılarak kurtulmaya çalıştılar. Bunun yeterli olmadığı görüldü, bu defa denize düşenin yılana sarılması gibi karşılarına çıkan her fanteziyi çözüm aracına dönüştürmeye çalışmaktadırlar.
Aslında bütün bunlar çok açık bir gerçeğin de ifadesi olarak görülmelidir. Bu devlet, mevcut politikalarla varlığını sürdürememektedir. Ve bu devletin içine girdiği çıkmaz, sanıldığından daha büyük bir çıkmazdır. Bugün “yerli- milli otomobil” yalanında varlığını sürdürme imkânı arayan bir siyasal iktidarın geleceğinin güvende olmadığı, olmayacağı ortadadır. Bir devlet doğrudan kendi vatandaşını dolandırarak ekonomik sorunlarına çözüm aramak zorunda kalmışsa, aynı devlet işgal ettiği Efrin’deki zeytinleri gayri meşru yöntemlerle, hırsızlık yaparak, bundan nemalanmaya çalışıyorsa, o devletin meşruiyeti kalmamış demektir.
Bu gerçeği, aydın, gazeteci, yazar, siyasetçi gibi sıfatlar taşıyanların üretecekleri hiçbir yalan, hiçbir dezenformasyon değiştiremez. Bu tür unsurlar, ya gerçeğe ihanet etmektedirler veya gerçeği anlamaktan acizdirler. Daha kötüsü bu zavallıların, korku ve rüşvet sarmalında insan olma özelliklerinde vazgeçmiş canlılar olmalardır. Hangi saikle, hangi gerekçeyle olursa olsun, devletin dolandırıcılığının adını koyamayanlar, bu toplumun yüzlerine tüküreceği bir geleceğin uzak olmadığını bilmelidirler..