BM Genel Kurulu, konuşmalar ve Genel Kurul çerçevesinde gerçekleşen görüşmeler ışığında ele alındığında, Suriye ve Ortadoğu için dönüm noktası sayılabilecek önemli gelişmelere sahne oldu. Aslında bu Genel Kurulu emperyalist güçler ve bilhassa Türkiye gibi işbirlikçi iktidarlar açısından bir »muharebe yenilgisi« olarak nitelendirmek gerekir. Emperyalizmin sanıldığı veya iddia edildiği gibi mutlak hakimiyete sahip olmadığı, ona geri adım attırılabileceği de bir kez daha kanıtlandı.

Suriye’deki gelişmelerin bugünkü aşamasına baktığımızda, gerek emperyalizmin, gerekse de bölge egemenlerinin temel hedeflerine ulaşamadıklarını tespit edebiliriz. Neydi bunlar? Esad rejiminin yıkılması, İran’ın bölgesel etkinliğinin sınırlandırılması, bölgenin etnik ve dinsel ayrışma çizgileri içinde yeniden şekillendirilmesi ve özellikle Türkiye açısından: Rojava’nın yerle yeksan edilmesi.

Sonuç? Mahvolmuş bir coğrafya, yüzbinlerce ölüm, milyonlarca mülteci, vahşet, barbarlık ve halklar arasına zehir saçan kin ve nefret tohumları. Buna karşın Esad rejimi, zayıflasa da, hâlâ ayakta. İran hiç olmadığı kadar etkin. Rojava ise direniş sembolü. Dahası Rojavalılar dünya siyasetinin dikkate almak zorunda kaldığı bir faktör oldular.

Sonuç itibariyle bir »Yeni Suriye« sürecine girildi denilebilir. Ve bu süreçte tüm aktörler Rusya’yı, İran’ı ve Rojavalıları hesaba katmak zorundalar. Türkiye içinse, alınan »muharebe yenilgisinin« rejimin sonunu hızlandıran bir darbeye dönüşeceği söylenebilir.

Peki, tersinden baktığımızda, bu »muharebe zaferi« özelde Rojava, genelde Kürdistan açısından hangi anlama geliyor? Tehditler ortadan kalktı mı? Hayır! Rojava Devrimi yapabileceklerini yaptı ve kaderini komşu ülkelerdeki ezilen ve sömürülenlerin tavrına bağladı. Tarih tekerrür ediyor aslında: Nasıl Avrupa proletaryası Büyük Ekim Devriminde Rus kardeşlerini yalnız bıraktıysa, Rojava Devrimi de »kardeşlerince« yalnız bırakıldı. Halbuki bu »kardeşler« kendi ülkelerinde Rojavalıların yaptıklarını yapsalar, en azından kendi hakları için başkaldırsalardı, bugün farklı şeyleri tartışıyor olacaktık.

Olmadı. Bugün Rojavalılar emperyalist güçler ve bölge egemenleri ile uzlaşı arayışına girmek zorundalar. Bu, kimi »solcunun« iddia ettiği gibi, bir teslimiyet değil. Utanılacak bir şey hiç değil. Asıl utanması gerekenler, Rojavalıları buna zorlayan »kardeş halklardır«. O zaman bu durumda ne olacak? Rojava Devrimi kazanımlarını koruyabilmesi için Sykes-Picot uğursuzluğu ile sınırları çizilen Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunacak. »Yeni Suriye«nin özerk yapılı, federatif olması için mücadele edecek. Peki ya biz, devrimciler ve komünistler? Emperyalist güçler ile bölge egemenlerinin hegemonya planlarını geri püskürtmek için, Federatif Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunacak, ev ödevlerimizi yerine getireceğiz.

Hiç kimse sosyal medyadaki »katılımlarla« dayanışma yaptığını zannetmesin. Dayanışma, önce kendi ülkesindeki egemenlere karşı, işçi sınıfının iktidarı için mücadele görevini yerine getirmekle gerçekleşir. »Savaşı« kazanmak için sayısız muharebeye girilmesi gerektiğinin bilinciyle elbet...