Beklenildiği gibi ABD Başkanı Joe Biden bol sembolik görüntüler eşliğinde görevine başladı. Almanya’da ise NRW Eyalet Başbakanı Armin Laschet Şansölye partisi olan CDU’nun başkanlığına getirildi. İki isimle ilgili olarak burjuva medyasında yer alan yorumlara baktığımızda, satır aralarında kapitalist normaliteye geri dönüş umutlarının ifade edildiğini görmekteyiz. Gerek Almanya gerekse de ABD ile ilgili haber ve yorumlarda her iki ismin de »zamanımızın ekonomik, ekolojik ve sosyal meydan okumalarına karşı etkin adımlar atmaları gerektiği« vurgulanıyor.

Bu beklenti ve umutları »mezarlıktan geçerken ıslık çalanın« ürkekliğine benzetebiliriz. Çünkü özelde Almanya ve ABD’nin, genelde de emperyalist-kapitalist dünya düzeninin Pandemi ve iklim kriziyle derinleşen yapısal sorunları bu beklenti ve umutları boşa çıkaracak şiddetteler.

En başta Biden ve Laschet’in seçilmiş olmaları, daha önceleri belirttiğimiz gibi, egemen sınıfları da kaygılandırmaya başlayan siyasi ve toplumsal kutuplaşma süreçlerini durdurup, geriye çevirebilecekleri anlamına gelmiyor. Laschet, otoriter-neoliberal uygulamaları savunan ve CDU’nun muhafazakâr ruhunu okşayabilen Friedrich Merz karşısında sadece yüzde 52 ile başarı sağlayabildi. Yani parti hâlihazırda ortasından bölünmüş durumda. Zaten bu nedenle de gerek CDU içinden gerekse de burjuva medyasında »renksiz Laschet yerine, Bavyera Başbakanı muhafazakâr Marcus Söder Şansölye adayı olsun« talepleri daha Laschet’in seçimi kazandığı dakikalarda yükselmeye başlamıştı.

ABD’ndeki durum ise herkesin malumu. Biden’in bir takım sembolik adımlar ve kozmetik rötuştan ileri gitmeyecek kararlarla ABD toplumunu birleştirme umutlarını yerine getirmesi pek muhtemel değil. Her ne kadar Kongre ve Senato’da çoğunluk Demokratların elinde olsa da 74 milyon oy ile temeli güçlenen Trump cephesinin saldırgan ve ısrarlı muhalefeti siyasi ve toplumsal kutuplaşmanın aşılmasını engelleyecek. Kaldı ki iki yıl sonra yapılacak olan seçimlerde Demokratların Senato çoğunluğunu kaybetmeleri de pek uzak bir ihtimal değil. Yargı tepesinde kökleştirilen gericiliği saymıyoruz bile.

Alman emperyalizmi böylesi bir tablo ile karşı karşıya kalındığını ve transatlantik ilişkilerde, kimi sermaye fraksiyonunun umut bağladığı restorasyonun kolay olmayacağını çok iyi biliyor. Elbette söylemde yumuşama olacağı, ABD’nin uluslararası kurumlarda belirli bir iş birliğine yanaşacağı şimdiden belli. Ancak stratejik partnerler arasındaki çıkar farklılıkları ve çelişkiler bu restorasyonun önündeki engeller olarak varlıklarını sürdürüyorlar.

Biden yönetiminin elindeki dış politika opsiyonları ABD emperyalizminin sabit değerleri nedeniyle son derece kısıtlı. Rusya Federasyonu’nun kuşatılması, İran ve Kore Demokratik Cumhuriyeti’nin bastırılmaları, Çin Halk Cumhuriyeti ile süren jeopolitik rekabette üstün konuma gelinmesi ve »Nordstream-2« boru hattı projesinin durdurulması, ABD’nin değişmeyen hedefleri olarak en başta Alman emperyalizminin çıkarlarını olumsuz etkilemekte.

Alman emperyalizmi o nedenle uzun vadede »stratejik otonomi« kazanarak »Avrupa dışı güçler« karşısındaki siyasi ve askeri hareket serbestisi kazanmak istiyor. Bu ise sadece Fransız emperyalizmi ile sıkı iş birliği ve ortak stratejik ajanda geliştirilmesiyle olanaklı. Bu conditio sine qua non, yani zorunlu önkoşul Avrupa’nın yeni on yıldaki tüm siyasetini belirleyecek ve komşu coğrafyaları, bilhassa Akdeniz ve Ortadoğu’daki gelişmeleri olumsuz etkileyecek. Türkiye ve Ortadoğu’nun muhalif güçleri siyasetlerini bu gerçekler ışığında şekillendirmezlerse, halkların üstünde dolaşan karanlık bulutlar daha da yoğunlaşacak.