Umut-Sen’in kuruluş işlemleri:

 

Ekim ayının ortasında, Umut-Sen ile ilgili başvuru evrakı, eksiksiz bir biçimde, ilgili tarihte yürürlükte olan 2821 Sayılı Sendikalar Kanunu gereğince, İstanbul Valiliği’ne götürülmüştür. Valilik evrakın üst yazısını imzalamış ve tarafımıza evrakı İstanbul Emniyet Müdürlüğü bünyesindeki Sendikalar Masası’na teslim etmemiz gerektiği bildirilmiştir.

Sendikalar Masası ise, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bir genelgesi olduğundan bahisle, evrakı teslim almaktan kaçınmış ve üstüne üstlük “böyle sendika kuramazsınız” diyerek tavrında diretmiştir.

Bilindiği üzere, gerek 2821 sayılı eski yasada, gerekse yeni yasada, sendikaların kuruluşu, kuruluş belgelerinin ilgili birime teslimi ile gerçekleşmiş kabul edilir. Yani, tüzel kişilik belgelerin ibraz edildiği anda kazanılır.

 İşte Bakanlığın müthiş keşfi de budur: Bakanlık, evrakımızı almayarak, bizleri başvuru yapmamış durumuna düşürmek istemektedir. Oynanan orta oyununun ana fikri budur: “Belgeler teslim edilmezse, tüzel kişilik de olmaz!” Kısacası Bakanlık soruna, “bir kez kurulursa, başımıza dert olur, davaydı, AİHM’di uğraşırız. En iyisi kaçak dövüşelim, belgeleri hiç almayalım” şeklinde yaklaşmıştır.

 Bunun üzerine bizler de müvekkil sendikanın başvuru belgelerini posta kanalıyla ilgili birime iletmek yolunu tercih ettik. Bu belgeler Sendikalar Masası tarafından 30.10.2012 tarihinde tebliğ alındı.Kısacası aslında 30.10.2012 tarihinden bugüne Umut Sen diye bir sendika kuruludur. Yani artık güvencesiz çalışanların, işçi ve işsizlerin bir sendikası vardır.

Ancak süreç burada da son bulmadı. Bir türlü “alındı belgesi”

tarafımıza teslim edilmediği için, sendika ile ilgili zorunlu olarak temin etmemiz gereken defterleri alamadık. Derken yeni yılın ilk günlerinde, Sendikalar Masası ağzındaki baklayı çıkardı ve evrakımızı bize “iade etti.”

Bunun anlamı ise şuydu: Sendikalar Masası, Bakanlığın talimatı ya da daha doğru ifadesi ile “kanunsuz emri ile” dilekçe verme ve sendika kurma hakkımızı açıkça ve hatta arkada yazılı belge bırakarak gasp etmişti.

 Olay ise sırasıyla şöyle gelişmişti: İstanbul Emniyet Müdürlüğü, sendikamızın evrakı eline ulaşınca, Bakanlığa; “biz şimdi ne yapalım?”

diye sordu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işsizlerin sendika kuramayacağını fetva ederek, Emniyet Müdürlüğü kanalıyla sorulan bu soruya “aman ha engelleyin” minvalinde bir yanıt verdi. Hatta ekte örneğini ilettiğimiz metinde de görüleceği üzere, “böyle yapıların faaliyetlerine sakın ha izin vermeyin” diyerek de son noktayı koydu.

Bunun üzerine Sendikalar Masası evrakımızı 04.01.2013 günü tarafımıza teslim etmiş oldu.

 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yazısı hakkında değerlendirmemiz:

 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından Emniyet’e bildirilen sözde görüş hakkında birkaç söz söylemeden geçmemiz mümkün değildir.

Zira yazı, hem yürütmenin yargının görevini devraldığının açık bir göstergesi olarak tarihi bir önem taşımaktadır, hem uluslararası sözleşmelere yaptığı atıflarla kendi içinde çelişmektedir, hem de ilginç bir biçimde işçi sınıfının örgütlenme sorunlarını tartışarak türünün ilginç bir örneğini oluşturmaktadır.

 Bakanlık, yargının görevini gasp etmiştir.

Türkiye’de sendikal özgürlük zaten çok dar ele alınmaktadır. Ancak en azından gerek eski, gerekse yeni yasal düzenlemede “önceden izin alınmadan” sendika kurulması konusunda bir düzenleme vardır. Bu düzenleme oldukça yalın bir dile sahiptir ve öz itibariyle, başvuru belgeleri tam olup da, bu belgeleri ilgili birime (Sendikalar Masası’na) ulaştıran herkesin sendika tüzel kişiliğini kazandığını belirtmektedir.

İlgili birim sadece teknik inceleme yapar. Eski kanununa göre örneğin sabıka kayıtları gelmiş mi, hizmet dökümleri var mı, vs. sadece bunları inceler. Sendikanın tüzel kişilik kazanmasının ardından ise, yasada sayılan kurumlar, bu sendikanın aslında kurulamayacağını, kuruluşunun yasal olmadığını düşünüyor ise, dava açar. Kısacası sendikaların yasaya uygunluk denetimi, kuruluş işlemlerinden sonra ve Mahkeme tarafından yapılmak zorundadır. Bu aşamadan önce, hiçbir kurum çıkıp da, “bu tüzük olmamış”, “bu ismi beğenmedim” gibi kendi yetkisi dışında abuk subuk nedenlerle sendikanın evrakını almama hakkını haiz değildir.

 Somut olayda yaşanan işte bu şekilde bir saçmalıktır. Bakanlık sanki Mahkeme’ymiş gibi davranarak, sendikanın tüzüğü ve kapsamı üzerine “hüküm” bildirmiştir. Yani, Anayasal bir suç işlemiş, görevini kötüye kullanmış, yetki gaspı yapmış ve en önemlisi bu memlekette artık kuvvetler ayrılığı ilkesinin Anayasa’da yer alan bir küçük söz grubundan ibaret olduğunu açığa çıkarmıştır.

 Bakanlığın metni çelişkiler içermektedir.

 Bakanlık önce işsizler sendika kuramaz diye buyurup şöyle demiştir:

 

“Görüleceği üzere Anayasa, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ile 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu doğrudan çalışan kesimleri kapsayan, onların örgütlenme ve toplu pazarlık haklarını düzenleyen yazılı metinlerdir. Bu yasaların hiçbirinde işsizlerin sendika kurabileceklerine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır”

 Ardından, kendi ile çelişerek; eklemiştir:

 “Ancak, ülkemizin de taraf olduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi belgelerde herkesin durumuna göre sendika ve dernek kurma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.”

 Görüldüğü üzere, işsizlerin “sendika kurma ve üye olma hakkı” olduğunu, biz söylemiyoruz. Aksine, bizzat bu hakkı gasp eden Bakanlığın kendisi söylüyor. Biz daha ne diyelim?

 Bakanlıktan emek-sermaye-işsiz analizleri:

Bakanlık yazısının en sonunda, “Türk hukukunda istihdam dışı olup, emek sermaye ilişkisi içerisinde bulunmayan işsizlere sendika kurma hakkı tanınmamıştır” diyerek, işsizleri emek ve sermaye dışında tarifleyerek de tarihe geçmiştir.

Herkesin kendi görev ve yetki alanını rahat rahat aşabildiği şu durumda, bizler de hukukçu kimliğimizin dışına çıkarak, biraz da işsizlerden konuşma hakkını kendimizde görüyoruz. Ülkede işsizlik oranının yüksekliği bilinmektedir, kayıt dışı işçilerin oranı da az çok kestirilebilir. Geçici çalışanların, güvencesizliği derinleştiren bin türlü çalışma biçimi içerisinde ömür tüketenlerin oranları bilinemese de, yine yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Bu haliyle işsizler ve güvencesizler her geçen gün sayıları artan bir nüfusa işaret etmekte olup, tam da sermayenin ucuz işgücü rezervini oluşturmaktadır. Bu kesim aynı zamanda sermaye cephesinin, çalışan nüfusa karşı kullandığı “işten çıkartma tehdidinin de temel dayanağı ve kaynağıdır.” Bakanlık bu tabloyu bilmemekte midir? Aksine, çok da iyi bilmektedir. Ancak bugün işsizlerin ve güvencesizlerin sendikalı olabilmelerinin en azından ücrette bir standartizasyonu doğurabileceği, işçiyi işçinin kurduna döndürmeye çalışan bu gidişatı sekteye uğratacağını bilmekten kaynaklanan nedenlerle önünü baştan kesmek için çabalamaktadır.

 Şimdi sonuç nedir? Ve bundan sonra ne olacak?

 Bugün itibariyle Bakanlık tarafından ayaklar altına alınsa da, hala yürürlükte olan mevzuat uyarınca Umut-Sen, kurulmuştur ve tüzel kişilik kazanmıştır. Eski kanunun 6. , yeni Kanun’un 7. Maddesi bu konuda

açıktır:

 “Kuruluşlar, kurucuların kuruluşun merkezinin bulunacağı ilin valiliğine dilekçelerine ekli olarak kuruluş tüzüğünü vermeleriyle tüzel kişilik kazanır.”

 Umut – Sen’in bu belgeleri Valiliğe tam olarak 2 kez teslim ettiği ortadadır. Kamuoyu ile paylaştığımız süreçteki bu yetkisiz / hukuksuz yazışmalar da kuruluşun en açık birer delili olarak algılanmalıdır. Bu haliyle, evet artık Umut-Sen kurulmuştur.

 Bu kuruluşu İş Mahkemeleri’nde açacağımız bir tespit davası ile de tespit ettireceğimizi kamuoyuna bildiririz. Ancak yine de tekrar etmek isteriz ki, Bakanlığın haksız görev / yetki aşımına, yürütülen bu abesliklerle dolu sürece rağmen, artık işsizlerin ve güvencesizlerin bir sendikası bulunmaktadır.

 Umut-Sen Avukatları