Adalet mesela, yamacımıza hiç uğramadı, bize yüzünü bile göstermedi. Mahkeme koridorlarında ve salonlarında oynanan oyunlar, yedi yıl boyunca kamuoyunun gözü önünde cereyan etti. Yargıtay kararıyla durum öyle büyük bir kandırmaca halini aldı ki Dink ailesi bu kumpasın bir parçası olmak istemediğini ilan ederek duruşmalara girmeyeceğini duyurdu.

Cinayeti işleyen devlet şebekesi ile sonrasında delilleri karartanları, katilleri ve azmettiricileri koruyan, terfi ettiren siyasi iktidar suç ortağı oldular. Sonrasında güç kavgası için bozulan ittifaklar, Hrant Dink cinayetinin aydınlatılması söz konusu olduğunda yerinden milim kıpırdamadı. Kıpırdamadığı için de Türkiye’de devletin bir suç mekanizması olmaktan çıkacağına dair umutlar bir türlü yeşeremedi. Yargısı, polisi, askeri, istihbaratı, bürokrasisi ve siyaset kurumuyla devletin alnındaki kara leke öylece duruyor.

Ama fikirlere kurşun işlemiyor. Hrant Dink sağlığında, Türkiye’nin karanlık bir yer olmadığına, onu cennete çevirmeye talip olanların vereceği mücadelenin, barış içinde bir arada yaşamın temellerini atacağına iman etmişti. Bu uğurda yaşadı, bu yolda çalıştı. Bu toprakların insanına bu toprakların hikâyelerini anlattı; dur durak bilmeden şiddetsiz bir coğrafyayı inşa edecek tohumları dört bir yana yaymaya uğraştı.

Onun hepimizin gözleri önünde aramızdan alındığı 19 Ocak 2007 tarihi ise, genç yaşlı pek çoğumuz için bir milat oldu. Utanç duygusunun, yasın, mücadele azminin, susmama hakkının simgesi, farklılıklarla yan yana gelme çabasının meydanı. Hrant Dink, akan suyun önünde hiçbir şeyin duramayacağını, demokrasi yönündeki köklü değişimin er ya da geç geleceğini anlatıyordu. Bugün, en sarsıntılı zamanlardan geçerken bile, bu suyun hiç durmayacağını, çünkü kaynağının sağlam olduğunu biliyor, onu sevgiyle ve özlemle anıyoruz. Agos