Tam 25 yıl önce, 6 Temmuz’da, iki gün sonra baskıya girecek olan haftalık Express’in 76. sayısının hazırlıkları sürerken gelmişti kara haber. Ve tam da kendisiyle yaptığımız söyleşinin editoryal okumasına başladığımız esnada... Donup kalmıştık.
Tarifi zor bir acıydı. Kitaplarıyla büyüdüğümüz, sadece kalemine değil mücadelesine, tutarlılığına, gözüpekliğine hayran olduğumuz, esinlendiğimiz bir isimdi. Dahası, aynı sayının Meram sayfasında vurguladığımız gibi, “amca” saydığımız bir insandı. Ve sadece bizim hayatımızda değil, ülkenin tarihinde derin, silinmez bir iz bırakmış bir kişilikti. Vefat haberi hepimizi fena sarsmıştı...
Çıkışını alıp üzerinde çalıştığımız sayfayı o haliyle bıraktık, metne dokunmaya elimiz varmadı. Sayfanın kenarına el yazısıyla, o ânı imleyen bir not düştük ve öylece baskıya gönderdik.
Bildiğimiz kadarıyla, Aziz Nesin’le yapılmış son söyleşiydi. Konu, düzenlenmesi için kollarını sıvadığı “Uluslararası Anti-Fundamentalizm Konferansı”ydı. 25 yıl önce yarıda kalan editoryal okumayı –ufak tefek düzeltilerle sınırlı tutup– tamamlayarak, o son söyleşiyi huzurlarınıza getiriyoruz. Aziz Nesin’in anısına saygıyla, sevgiyle...

Dünyada fundamentalizm tehlikesinin boyutu nedir? Sadece Türkiye’nin mi böyle bir sorunu var?

Aziz Nesin: Fundamentalizm çağımızda salt Türkiye’nin değil, dünyanın baş sorunu. Geçtiğimiz günlerde 60 kişinin toplu intihar olayıyla gördüğümüz gibi İsviçre’de, Avrupa’nın her ülkesinde, ABD’de, Japonya’da dinsel gericilik sürüyor. Körfez savaşının ABD’nin önderliğinde birkaç gün içinde bitirilmesine karşın Bosna-Hersek savaşının on yıldan beri sürmesi gizli bir Hristiyanlık fundamentalizmi olarak görülüyor. Filistin-İsrail arasındaki savaş da zaman zaman Musevi fundamentalizminin açık belirtileridir. Hindistan’da Budistlerin camileri yakmış olmaları ve daha bunun gibi davranışlar göze batıcı fundamentalist hareketler.

İslâmi fundamentalizm tehlikesi hangi boyutta?

Dünyanın hemen her yerinde görülen bu fundamentalist hareketlerin en amansızı İslâm ülkelerinde görülüyor. Son yıllarda, İslâmi fundamentalizm bir dünya tehlikesi halini almıştır. Mısır, Cezayir, Sudan, Bangladeş sürekli olarak fundamentalizmle savaşım vermek zorunda olan tehlikeli bölgeler.

Bu bağlamda Türkiye’nin durumu nedir?

Görüştüğüm Avrupalı aydınlar, kuruluşundan beri İslâm fundamentalizmi hegemonyası altında bulunan Suudi Arabistan’ı fundamentalistler arasında saymayıp salt İran’ı fundamentalist rejim altında görüyorlar. Bunun nedeni elbette bellidir. Dünyanın kısaca çizmeye çalıştığım bu çok tehlikeli durumunun içinde, Türkiye’nin yeri en tehlikeli noktalardan biridir. Türkiye’de İslâmi fundamentalizm günden güne azgınlaşıyor. Açıkça ve korkusuzca gerçekleri söylemek gerekirse, yıllardan beri parlamentolar fundamentalizmin daha da azgınlaşmasına uygun yasalar çıkarıyorlar, yasaları çıkaramadıkları zamanlarda böyle bir ortamı hazırlamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Her hükümet bu yobazlık ve bağnazlık yolunda kendisinden öncekilerden geri kalmamak için bağnazca yöntemleri uygulamayı sürdürüyor. Bütün amaçları, halkı bağnazlığı özler durumlara düşürüp sonra da geri bıraktırdıkları halkın oylarına demokrasi diyerek sarılmak yoluyla, tam fundamentalist iktidarı elde etmek.

Düzenlemeyi düşündüğünüz konferansın uluslararası boyutu nedir?

Şimdiye dek İsviçre’de, İsveç’te, Almanya’da, Avusturya’da ve ABD’de ilişkilerde bulundum ve her ilişkiden son kertede olumlu yanıtlar aldım. Bu ilişkilerin daha da genişletilerek yürütülebilmesi için böyle bir uluslararası örgütlenmeye hazır olduklarını bildirdiler.

Türkiye’nin “gerçekçi, ilerici ve demokrat aydınlarına” her geçen günün yitirilmiş bir gün olacağını belirterek bir komite kurma çağrısında bulundunuz. Bu komitenin amacı ve işlevi ne olacak?

Önce Türkiye’de anti-fundamentalist bir ulusal komite kurmalıyız. Bu komiteye Türkiye’nin ayrıcalıksız ve gerçek demokrasiye inanmış bütün sivil toplum örgütleri, bütün demokratik örgütler, bütün meslek odaları ve benzeri bütün kuruluşların katılması düşünülmeli. Ulusal komite kurulduktan sonra, bütün dünyanın sivil toplum örgütlerine mektuplar yazarak bu girişimimizi anlatmalıyız. Bugüne dek edindiğim izlenime göre, böyle bir konferansa büyük bir uluslararası ilgi var.

Konferansın nerede yapılmasını düşünüyorsunuz?

Böyle bir konferansın İstanbul’da yapılmasının sayısız yararları ortada ve açıktır. Gerek Türkiye’nin coğrafi durumu, gerek henüz resmen fundamentalist bir rejime girmemiş olsa bile, son yirmi-otuz yıldır sinsice ve hızla fundamentalizme sürüklenmesi nedeniyle konferans yeri olarak İstanbul düşünülmüştür.

Hükümet böyle bir konferansın Türkiye’de yapılmasına izin verir mi sizce?

Hükümetin böyle bir konferansa müsaade etmemesi düşünülemez, çünkü müsaade etmemek yaklaşmakta olan fundamentalizmi kabul etmek demek olur. Umuyorum ki, hükümet de böyle bir konferansı –hem de istekle– kabul edecektir. Bununla birlikte, hükümetin izin vermemesi durumunda, uluslararası komitede konferansın alternatif bir yerde yapılması önerilecek.

Bir tarih belirlendi mi?

Değişebilir de olsa, olası tarihini şimdiden saptamamız gerekir. Bu konferansı iyi, düzenli ve hızlı bir çalışmayla, 1996 yılının güzünde düzenleyeceğimize inanıyorum.

Finans kaynağını nasıl bulacaksınız?

UNESCO milli komiteleri, PEN kulüpleri, yazar birlikleri, yayıncı birlikleri gibi kuruluşlar komitenin doğal üyeleri olduklarından işbu konferansın finans kaynağının elde edilmesi kolay olacaktır.

Hasta yatağınızdan kalkıp bu işe başladınız. Durum bu kadar vahim mi?

Çok. Şu anda hastaneden geldim. Doktorlar “heyecanlanma, sinirlenme, sorun yapma” dediler. Nasıl sinirlenmeyeceksiniz? Bütün bunlar olup bitiyor, Türkiye susuyor. Ben susamıyorum.

Anayasa değişikliği çalışmalarında Refah Partisi’nin tutumunu nasıl yorumluyorsunuz?

Refah Partisi ile öbür partiler arasında ana konularda fark göremiyorum. CHP için de, DYP için de arada fark görmüyorum. Aynı çizgi içinde değişik nüanslar var.

(Kaynak: Ayşe Mine / birartibir.org)