Bu taleplerin zaman zaman karşılandığı algısı yaratacak yüzeysel düzenlemelerin örtüsü altında genellikle başka bir faşist düzenleme devreye sokuldu. Tıpkı, Özal’ın çıkardığı (PKK tutuklularını dışında bırakan) şartlı tahliye yasasının af gibi sunulurken TMY’nin yürürlüğe konması gibi. Ancak ne talepler gerçek içerikleriyle karşılandı ne de gerçek bir demokratikleşme yaşandı. Şiddetli baskılarla sindirilmiş bir toplum üzerindeki baskıların azaltılmasıyla yaratılan gevşeme atmosferi demokratikleşme olarak sunuldu. Ancak 12 Eylül’den takvim olarak uzaklaşılması faşist politikalarından uzaklaşılması anlamına gelmedi. Hatta '90’lı yıllar daha da ağırlaşan baskı koşullarıyla geçti.

AB süreciyle ekonomide başlatılan neoliberizasyona siyasal alanda kısmi liberalleşme eşlik etti. Dünya çapında yeniden sömürgeleştirme operasyonlarının kılıfı olarak istismar edilen insan hakları ve demokrasi söylemleri Türkiye’de de AB süreciyle popülerleştirildi. AB’cilik solda Kürt sorunu, demokratikleşme ve insan hakları başta olmak üzere Türkiye’nin temel meselelerini çözecek bir süreç olarak algılandı. Dolayısıyla halkın öz eylemine dayalı kazanımlar yerine emperyalist projelerin demokratikleşme yaratabileceği beklentisi kitlelerde yanılsama yarattı. Bu yanılsamaların beklediği tablo yerine beklentiyle pek bir benzerlik taşımayan bugünkü tablo ortaya çıktı.

Ergenekon operasyonlarıyla toplumda yaratılan, kayıpların ve faili meçhullerin aydınlatılması beklentisi boşa çıkmış, ciddi hiçbir olay açıklığa kavuşturulmamıştır. 12 Eylül Anayasası'nın değiştirilmesi yalanıyla yapılan referandumla neoliberal baskı ve sömürünün ihtiyaçlarının anayasal zemine kavuşturulması sağlanmıştır. Sendikalar yasası, seçim barajı, kamu çalışanlarına toplu sözleşme ve grev hakkı gibi birçok konuda herhangi bir ilerleme olmadığı gibi çeşitli manevralarla bu hakların kullanımı daha da zorlaştırıltırılmış, kamu çalışanlarının çetin mücadeleler sonucu elde ettiği sendikalaşma hakkı dahi güdük hale getirilmiştir.

12 Eylül Anayasası’nın geçici 15. maddesinin kaldırılmasının ardından, Kenan Evren ve cunta üyelerinin yargılanacağı bir dava başlatıldı. Özel yetkili mahkemede açılan davayla diğer saydığımız başlıklara benzer şekilde 12 Eylül faşizminden hesap sorulduğu yanılsaması yaratılmaya çalışılmaktadır. Sağdan ve soldan çeşitli kesimler de bu davaya müdahil olarak katılacaklarını açıkladılar. Halkevleri de 12 Eylül faşizminin saldırılarından önemli zararlar görmüş, üyeleri tutuklanmış, işkence görmüş, örgütlenmesi dağıtılmış, birikimleri talan edilmiş bir örgüttür. Dolayısıyla birçok üyemiz ve dostumuz davaya müdahil olmamızı beklemektedir. Ancak daha önceki örneklerde olduğu gibi bu yargılamada da AKP, gerçekte 12 Eylül faşizmiyle hesaplaşmak derdinde değildir. 12 Eylül’ün bir kısım yoldan çıkmış generalin işi olmadığı, o dönemde yargılanan neredeyse tüm devrimcilerin savunmalarında yeterince dile getirilen bir konu olduğu için bu yazıda girmeyeceğiz.

Aslında yeni bir liberal tiyatro oynanacaktır. Bu tiyatroya bırakın oyuncu olarak katılmayı, seyirci olarak katılmanın dahi faydasız bir çaba, boşa enerji harcamak olduğu bilinmelidir. Kitlelerde yaratılacak yanılsama ise cabası. Hazırlanan iddianameye bakıldığında 12 Eylül darbecileriyle birlikte devrimci hareketin de yargılanıp, mahkûm edilerek tarihin yeniden yazılması amacı apaçık ortada durmaktadır. İddianame devrimci hareketlerin ve sosyalizmin suçlanmasına özel bir önem vermiştir. Zaten uzun bir zamandır AKP, rejimi yeniden kurarken –ki bu 12 Eylül’de düzlenen zemin üzerine inşa edilmektedir- yakın tarihi yeniden yazmayı ve toplumun ortak duyusunu bu yeni tarih bilinciyle şekillendirmeyi önemli bir iş edinmiştir. Bu yeni tarih yazımı özetle; ‘sünni müslümanların baskı altında olduğu, dinlerini özgürce yaşayamadıkları, darbelerin emekçilere ve sola değil kendilerine karşı yapıldığı, solun ise aslında islamcıların ezildiği bu oyunun parçası olduğu hatta katliamlarla yokedilen yetmişin devrimci örgüt ve önderlerinin, alevilerin bile rejimin maşaları olduğu’ gerçek dışı temalarını da içermektedir. Geçmişle tüm hesaplaşmaların; bu yeni tarih bilincinin taşlarının döşenmesi ve yeni siyasal kimliğin hakimiyetinin ve baskısının meşrulaştırılmaya çalışılmasına yönelik olduğu apaçık ortadadır. Ne yazık ki solda da bu yeni tarih bilincini meşrulaştırmaya hizmet eden hatalı yaklaşımlara çokça rastlanılmaktadır. Diğer taraftan bu tür süreçlerle (Ergenekon, Balyoz, 12 Eylül, Seyfi Oktay yargılaması vb. davalarla) AKP, rejimin eski yapılarını dağıtmakta ve ordudan yargıya, üniversiteye kadar her yerde kendi örgütünü kurmaktadır. Tekelci sermayeye de yeni rejimde kendisinden başka güvenilir bir seçenek olmadığı mesajını vermektedir.

AKP’nin, yeni rejim inşasını 'demokratikleşme' olarak sunması işin kuralıdır. Ancak solun, sosyalistlerin bu sürecin karakterini söylem ve yüzeysel manevralara bakarak değerlendirmesi kabul edilebilir değilidir. Solda bu konuda Özal’la başlayan AB süreciyle devam eden demokratikleşmeye dair kafa karışıklığı, darbecilerin yargılanması sürecinde de devam edeceğe benzemektedir. Bu yanılgıya, tarihteki burjuva demokratik dönüşümlere devrimcilerin verdiği destek ve ilerletmeye dönük zorlamaların referans olarak gösterilmesi de doğru değildir. Çünkü o dönüşümlerin aktörleri yapılarında ilerici-demokratik unsurlar barındırmaktaydılar. Oysa AKP, baştan itibaren oligarşinin en güçlü bileşeni (emperyalizm) tarafından, Fazilet Partisi’nin parçalanmasıyla kurulmuş ve şekillendirilmiş bir aktördür. Emperyalist AB projelerinden demokratikleşme beklentisi (ki bu Marksist emperyalizm tezlerine aykırıdır), başka bir emperyalizm ortaklı projeden (AKP) demokratikleşme beklentisine uzanmaktadır. AKP’nin gerek Ergenekon’da gerekse de Kenan Evrenlerin yargılamasında ‘sonuna kadar gitmesinin’ zorlanması çabasının zihinsel arka planında, AKP’nin sınırlı da olsa bir demokratikleşme programına sahip olduğu varsayımı vardır ki bu sınırlı demokratik adımlar ileriye doğru zorlanabilsin.

Sonuç olarak “12 Eylül yargılaması”, AKP’nin kurduğu rejimin tamama erebilmesi için ihtiyaç duyduğu tarihsel, ideolojik, psikolojik, siyasal bir arka plan oluşturma stratejesinin parçalarından bir tanesidir. “12 Eylül Davası”na müdahil olma çabaları da niyetlerimize rağmen, bir süre sonra bu çabaların karşılıksız kalmasıyla, bizleri bu stratejinin işlemesine katılmak durumunda bırakacaktır. Muhalefetin gündem yapması gereken çok sayıda konu başlığı kendisini dayatırken, AKP’nin yarattığı gündemler yerine AKP’nin yarattığı sorunları gündem yapmak bizim asli görevimizdir.

Samut Karabulut
Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı