Geziniyor; fabrika hızıyla üretilen sözcükler, görüntüler. Bunlarla yıkana yıkana beyinler çoktan öğrendi nostalji içerisinde boğularak acı çekmeyi! Kanatları kırılmışçasına, uçmayı değil de sürekli yaralarını deşmeyi!

Hasan Hüseyin’in dizelerindeki gibi seslenemiyor insanlık: “vızgeldi atomunuz hidrojeniniz ne yazar nötronunuz ekmek atın süt atın okul atın yuva atın” .

***

Artık yaşamadığımız o ülkede; bir anaya, vurulan oğlunun cesedi postayla gönderiliyor.

Artık yaşamadığımız o ülkede; gözaltına alınıp, sonra bırakılıp, sonra hemen tutuklananların haberleri normalleştikçe normalleşiyor.

Artık yaşamadığımız o ülkede; insanların sokağa çıkamadığı bu günlerde, yine mezarlıklar dahi yok edilmeye çalışılıyor.

Artık yaşamadığımız o ülkede; insan hakları ihlallerinin en bariz olanlarını dahi dile getirmek suç sayıldığı için, bunu yapan bir avuç insan gece-gündüz evinin basılmasına da hazır bir halde bekliyor.

Ve artık yaşamadığımız o ülkede yaşayanların çok büyük bir çoğunluğu; televizyon karşısında hep birlikte ibadet ediyor!

***

Yaşadığımız bu ülkede; bazı şehirlerdeki çiftçiler greve başladılar.

Yaşadığımız bu ülkede; öğretmenler, oturtulmaya çalışılan yeni eğitim sisteminin bilinmezliklerinin, kendilerine yaşattığı çaresizliği haykırmaktalar. Eğitimin esasının uzaktan eğitim sistemine bağlanacağını, bunun bir kaç çocuklu aile için karşılanamayacak denli pahalı materyaller gerektirdiğini, eğitimde fırsat eşitsizliğinin önceki döneme göre katbekat artacağını haykırmaktalar.

Yaşadığımız bu ülkede; “kısa çalışma” sisteminin devreye girmesi, işçilere ve en çok da esnaflara büyük bir bilinmezlik içerisinde kulaç attırmakta. Sağlık emekçilerine de öyle. Ancak sadece gazeteciler ya da radyo çalışanları onlara mikrofon uzattığında, problemlerini büyük bir çaresizlikle haykırmaktalar.

Yaşadığımız bu ülkede; cumartesi günleri, özellikle Yunanistan’daki sığınmacılara yönelik saldırılar, “bir koyunu bile kaydederken daha büyük bir ihtimam gösteriliyor” denilerek haykırılmakta. Yeni atom silahları anlaşmalarına karşı ses çıkartılmakta.

Yaşadığımız bu ülkede; kliniklerde gizlenen ya da ağır depresyon ilaçlarıyla tamponlanan depresyondaki insan sayısı arttıkça artmakta. Ev içi şiddet de arttıkça artmakta. Ve bu sorunun internette oluşturulan “bürolar”la çözülmesi denenmekte.

Yaşadığımız bu ülkede; insan hakları aktivistleri “böyle bir dönemde toplumsal dayanışmanın artması gerekirken, tam tersi bir insani davranış sergilendiği”ni yazıp-konuşmaktalar. Bütün bu sorunların ortak bir şekilde dillendirilemeyişinin çaresizliğini haykırmaktalar.

Ve yaşadığımız bu ülkede, robot gibi işe gidip-gelenlerin büyük bir çoğunluğu için nefes niteliğinde olan “başka ülkelere seyahat etme”, “istediği mağazadan alışveriş yapama” noktalarındaki yeni sıkıntılara karşı; seçimler için kollarını sıvayan politikacılar çözüm paketlerini dağıtmaya başladılar bile.

Yaşadığımız bu ülkede; “seminer” kelimesi “webinar” yapıldı bile. Daha bir çok kelime ve sosyal faaliyet resmi olarak eklendi literatüre.

***

Bu kadar az değildik belki. Ama her zaman yaşadığımız-yaşamadığımız ülkelerde bir avuç bırakılanlardık. Bu zamanlar ise gerçekten bambaşka zamanlar. Tıpkı her “bambaşka” zaman gibi!

Bu değişik zamanlarda, hem de ancak ve ancak aramıza mesafe koyup miting yapabildiğimiz zamanlarda gençler; hem aramızdaki mesafeleri hem de yaşadığımız-yaşamadığımız ülkelerin mesafelerini hiç tahmin edemeyeceğimiz bir şekilde kapatıyorlar.

Yaşamadığımız ülkede Çav Bella bir şekilde gündem olurken, yaşadığımız ülkedeki gençler; bu sefer sosyal mesafe çarpıları yerine Çav Bella’nın sözlerini yerleştiriyorlar. Kâğıtların üzerine de uçmasınlar diye, fabrikaların sembolü olarak düşündükleri vidaları yerleştiriyorlar. Ve biz bir avuç da olsak, 16’sından 80’ine dek her yaş grubundan bir topluluk olarak Çav Bella’yı seslendiren bir koro haline geliveriyoruz her mitingde! Etrafımızdan geçen tüm ülkelilerin kulaklarına yabancı olmayan bu tını; bir tiyatro sahnesi izlermişçesine gözleri pür dikkat yöneltiyor bizlere. Ve her seferinde defalarca teşekkür ediyorum hazırlıkları yapan bu gençlere. Gözleri pırıl pırıl oluyor teşekkür edildikçe.

Ben her zaman, her şeye rağmen; “gençlik gelecektir” diyorum. Onlar yaşadığımız-yaşamadığımız ülkeleri birleştirebildikçe; bir avuç dahi kalsak, umut kanatlarımızın asla ve asla kırılamayacağına inanıyorum.