Partiler,adaylar, şeçim , yalancı demokasi ve Türkiyenin geleceği


Türkiye’de tüm gözler 12 Haziran seçimlerine odaklanmış durumda. Kutuplaşmış Türkiye’de her kutup bu seçimin kendileri ve Türkiye açısından bir dönüm noktası olacağını belirtiyorlar ve haklılar. Biz Avrupadaki Türkiye vatandaşları bu gelişmeleri türbinlerden izliyoruz. Elli yıldır en önemli demokratik hakkımız,seçme ve seçilme hakkımız gasp edilmiş durumda. Yürkiyedeki gelişmeleri türbinlerden izlemek zorunda bırakılmış olmamız gelişmelere duyarsız kalmamız anlamına gelmiyor. Bu önemli gelişmeler bizi ve geleceğimizi yakından ilgilendiriyor.

Seçimler demokratik mi?

Dokuz yıldır iktidarda olan AKP ve özellikle başbakan R.T.E. Türkiye de ileri demokrasi olduğunu ve kendilerinin milletin iradesini yansıttıklarını idda ediyor. Bu iddanın büyük bir yalan olduğunu görmek için özel bilgilere, gözlük takmaya gerek yok. Seçimler bir kaç yönden hem demokratik değil,hem de milletin iradesini yansıtmıyor.

%10 barajı: Bu barajla oy kullananların enaz yüzde on-yüzde onbeşinin oyları ve iradeleri meclise hiç bir şekilde yansımıyor. Her seçimde en az %20 oranında seçime kayılmayanlar var ve Avrupada yaşayan milyonları bulan seçmen. Neredeyse seçme ve seçilme hakkı olanların yarısının iradesi hiç bir şekilde meclise yansımıyor, ve bu „ucube“ seçim yasasından oy almadan AKP kazanıyor. Bunun adına da dünya literaturunda demokrasi değil, „sahtekarlık“ deniliyor.

Artık herkesin, biraz demokratik düşünenlerin bildiği bir gerçek var. Demokratik ülkelerde seçimler gizli ve kişiseldir. Almanya’dan bir örnek verecek olursak. Üç kuşak bir ailede eğer 6 seçmen varsa bu aileden altı değişik paryiye oy çıkması çok normal. Aile içinden hiç kimsenin diğerine mudehalesi söz konusu değildir. Ama Türkiye‘de böyle mi? Elbette değil. Kişinin iradesi, aile büyüğünün , milyonlarca seçmenin iradesinin cemaat şeyhinin iradesine esir olduğu bilinmeyen bir gerçek değil. Bir cemaat şeyhinin iradesi ne kadar iyi olursa olsun sonucu faşizmdir, baskıdır, kendinden olmayanlara işkencedir. Bunun böyle olduğunun tarihte,günümüzde,ülkemizde,dünyada bir çok örnekleri var.

Yukardaki örnekler de gösteriyorki, Türkiyede hiç bir şekilde halkın ,kiçinin özgür iradesi meclise yansımıyor ve hiç bir şekilde demokratik değil…

AKP demokrasiyi getir(ebilir)mi?

Bu sorunun yanıtı kuşkusuz „hayır“dır.

Neden?

Bir çok nedenden elbette. Bir kez yukarda açıklamaya çalıştığım nedenden. AKP ye oy verenlerin büyük bir çoğunluğu, yarısından çok çok fazlası kendi özgür iradeleriyle oy vermiyorlar. Burada özellikle tarikat ve cemaatların,özellikle de „dokunan yanar“cemaatının rolü çok büyük. Amerikada oturan, CİA ile ilişkileri deşifre olmuş milyonlarca insanın iradesine el koymuş bir insanı demokrat olarak görmek, Türkiye’de demokrasi istedine inanmak için ya safdil,ya da yalaka olmak gerek. Ayrıca cemaatın ele geçirdiği kurumların antı demokratik,faşizan uygulamalarını her gün yaşıyoruz.

AKP nin kendisi ve özellikle bu partinin tek adamı R.T.E. demokrat değil. Partide R.T.E. nin tek ve mutlak eğemenliği olan Parti kurumlarının, milltvekillerinin, belediye başkanların kim olacağına karar veren tek kişidir R.T.E. Yine tarih göstemiştir ki bu tür davranışlar, seçimler diktatötlüklerde, totaliter rejimlerde mümkündür. Örnek çok..

Bütün bu somut göstergelerin dışında ,Erdoğan’ın kişiliği de demokratlaşmaya engel bir kişilik. Demokratik. R.T.E. demokrasiyi hiç bir şekilde istemiyor. Ne içerde ne de dışarda muhalif düşüncelere hiç bir şekilde tahammül göstermiyor. Binlerce örneğin içinde en yakın ikisini burada belirtebiliriz. Avrupa Parlemantosunda sonu soran milletvekillerine yanıt vermek yerine azarlamaya kalkması. Sifre skandalını protosto eden genlere çıkışı hiç bir şekilde demokrat olan,demokrasi kültürü olan bir başbakanın davranış biçimi olamaz. Olsa olsa diktatörlerin tutum ve davranışıdır. Başbakan kendi düşüncesine karşı olan kamu görevlilerine söylemleri ve davranışlarıyla da toteliter yanını açıkca ortaya koyuyor. Bakana, valiye v.b. „kulağından tutar atarım..“ „benim valim „vs. Başbakan,kendini şeçilmiş başbanan değil, padışah görüyor, kamu görevlilerini ise kulları. Bu düşünce yapısı demokratik olabilir mi? Bu düşünce yapısının yapacağı Anayasa demokratik anayasa olabilir mi? Hangi toplum bilimciye sorarsanız sorun alacağınız yanıt „hayır“ olacaktır. Son YSK bağımsız adayların adaylığını iptal kararı da Türkiye’nin demokratlığı konusunda söyleyecek söz bırakmıyor.

Yaşadığımız ülke Almanya’da,aktif katılmamış olsak da bir çok seçime tanık olduk ve parti üyelerinin adayları nasıl seçtiğini biliyoruz. Bu durumu iki örnekle somutlaştırabiliriz. Geçtiğimiz genel seçimde (2009) Yeşiller eş başkanı,başka bir deyişle Parti başkanı Cem Özdemir Stutgart bölgesinden adaylığını koymuş ve karşısındaki aday delege oylarıyla listeye girmiş,Cem Özdemir girememişti. Parti başkanı olması ona hiç bir ayrıcalık getirmemişti. Aynı şeyi bu eyalet seçimlerinde Nebahat Güçlü olayında yaşadık.

Türkiye’de adayların seçiliş biçimlerini hepimiz izledik ve biliyoruz. Özellikle AKP nin aday seçimi bırakın demokrasiyi ,krallık dönemlerinin bile gerisinde tamamen biat kültürüyle oluşturuldu. Milletvekilleri sorgulamadan geçirildi. Bu tür seçilen adayların ideolojik yapıları bir yana,hiç bir şekilde özgür iradesiyle hareket etmeyecektir. Mecliste „Padışahım çok yaşa“ parmakları kalkacaktır.

Diğer partiler

CHP 26 bölgede ön seçim yaptı bu durum bir parçacık demokratik bir adımdı, diğer adaylara AKP gibi sadakat yemini ettirmedi. Türkiyenin geleceği için BDP ve bağımsızlar çok önemli. Çünkü bu bağımsız adaylar gerçekten demokratik bir Türkiye için mücadele edecek demokrat adaylar.

12 Haziran yukardaki nedenlerden çok önem taşıyor. Ya cematlar,tarikatlar ülkesi olacağız ya da demokratik bir ülke. Yukardaki tabloya ve seçmenin eylimine baktığımızda Türkiye’nin geleceğini iyimser göremiyoruz.