" Vatan ", dağları, ovaları, gölleri, ırmakları, ormanları ve kıyıları ile kim bunlara sahipse orası onların vatanıdır. Üzerinde yaşayan herkesin, en azından bahçeli bir evi varsa bu durumda herkesin elde silah bu vatanı savunma hakkı vardır. Saldırı durumunda, şehitlik kandırmacası olmasa da yine herkes evini barkını, namusunu savunmak için savaşır. Ve bunun haklı bir nedeni, gerekçesi vardır.  

Peki, vatan denilen topraklar da bir metrekare arsası bile olmayan, ev kirasını bile ödeyemeyen, bir işi, geleceği olmayan milyonlarca insanın vatanı var mı? Gerçek de yok. Vatandaş gözüktüğü koca ülkede bir dikili ağacı bile yok. Ama hem aç hem de mülksüz olmasına rağmen zorunlu askere alınıyorlar. Çatışmalara, savaşlara gönderiliyor ve can veriyorlar. Kimin için? diye sorulduğunda " Vatan için " deniliyor. Gerçek bu mu? Hayır. Bir karış toprağı olmayanın vatan toprakları için ölmesinin haklı bir gerekçesi olabilir mi? Olamaz. O halde vatan denilen topraklar, dağlar, ırmaklar, ormanlar, denizler, göller, kıyılar, kumsallar, tüm güzelliği ve nimetleri ile kimin ise, vatanı korumak için savaşlara gitmesi ve ölmesi gerekenler onlar değil mi? Evet, öyle olması gerekir. Ama gerçek de öyle değil işte. Gerçek hayat da durum tam tersi! Vatanı talan edenler, kıyılarını, göllerini, dağlarını, ormanlarını, bereketli topraklarını ele geçirenler " vatan savunmasında " yok. Ölenler ve " şehitlik şerbetinden " içenler onlar değil. Ölenler sadece yoksullar. Bir metre kare toprağı olmadan, bir dikili ağacı olmadan, bir işi ve bir lokma ekmeği olmadan açlığını ve yoksulluğunu alıp " vatan için " tabutlara giren onlar. Yaşayanlar ise belli. Firmaları, kıyıları, villaları ve geniş arazileri olanlar. Bu durum da yaşayanlara hem ucuz emekle alın terini satarak, hem de onların milyonlarını ve villalarını korumak için savaşlar da ölen yoksullar kandırılmış olmuyor mu? Aynen öyle oluyor.  

Onun için diyorum ki, eğer söz konusu olan vatan toprakları ise, bu topraklardaki zenginliklerin sahibi olanlar, arsaları, arazileri, kıyıları, kanalları, bankaları, firmaları olanlar, kendi zenginliklerini korumada savaşlara ilk önce onlar gitmeli, onlar ölmeli. Tayyib'in asker kaçağı çocukları çalışmadan, üretmeden milyonlarca dolar zengini olacak, onların zenginliğini korumak için ölenler, yoksul halk çocukları olacak. Bunun neresi vatan? Yetmedi, bir de bunlar için cop sallayan polisler var, jandarmalar var, MİT'ler var, itler var. Bunların aylıklarını ve silahlarının parasını vergileriyle ödeyenler kim? Yine yoksul halk. Yani devlet de yoksulların değil.  

O zaman insan doğal olarak sormalı, vatan ve devlet yoksulların değil ise, yoksullar kimin için savaşmalı ve ölmeli?  Tabi ki kendi yaşama hakları için. Yaşadığı topraklarda hayatı onlara cehenneme çeviren ve güzelliklerine el koyan bir avuç hırsız sermaye sınıfına karşı savaşmalı ve ölmeli.

İşte asıl cennet de şehitlik de burada yatıyor. Yüz yılların uykusundan ve kandırılmışlığından ancak böyle kurtulmak olanaklı olur. Yapılacak tek şey, yoksulların kendi örgütünü yaratması, kendi ordusunu kurması ve kendi adaletini uygulaması. Söylemesi kolay da, yapması zor diyenler olacaktır elbet. Doğru da. Ama başkaları için kolay ve ucuz ölümlere bir sarı madalya için koşturmaya evet diyebilmek varsa, kendi yaşama hakkı ve kendi geleceği için ölmeyi göze alan bir halk da olmalı.

"Onlar çok güçlü. Silahlı orduları var, polisleri, jandarmaları var. Yenemeyiz.” korkusuna gelince, görünüşte öyle. Gerçek de değil. Çünkü onların silahlı güçleri senin çocuklarından oluşuyor. Silahları da senin vergilerinle alınmış. Çocuklarını onların emrine vermemek senin elinde. Silahlarını onların elin den almak da ufak bir cesaret işi. Tarih de bunun bir sürü örnekleri var. En son bilineni Vietnam. Yenilmez gözüken dünyanın süper gücü Amerika’yı dize getirdiler. Nasıl mı? Şöyle:  

İlk önce birleştiler, sonra Amerikan birliklerine en beklenmedik anda saldırarak onların silahlarını ele geçirdiler. Ve onları, ele geçirdikleri bu silahlarla yendiler. Bunu Türkiye halkları da yapabilir. Çünkü kurtuluş savaşı vermiş bir geçmişe sahipler. Tek engel bölünmüşlük. Alevilik, Sünnilik, Kürtlük, Türklük çekişmesi yerine yoksulların ve ezilenlerin birleşmesini sağlayarak, hep beraber kurtulmanın yoldaşlığına sarılmak tek kurtuluş yolu...