Ülke gündemi o kadar sık değiştiriliyor ki, yakalayabilene aşk olsun. Mevcut iktidar gündemimize aya iniş ve uzay istasyonuna astronot göndermeyi ekledi. Bu müjde sayesinde Nasa'nın uzay aracı Perseverance'ı Mars'a indirmesinden kaynaklı kıskançlık duymadık. Çünkü biz de 2023'te uzay istasyonuna astronot gönderip, 2028'de Ay'a “sert iniş” yapacağız.

Uzay programı öncesinde de “çılgın projeler” sayesinde başlarımız göğe ermişti. Müjdeler sadece Kanal İstanbul ile sınırlı değildi. “Yerli ve milli” otomobilimiz ile “yerli ve milli” uçağımızın üretilmesi projeleri açıklanmıştı. “Yerli ve milli” otomobil ile uçağı merak içinde beklerken, “Milli Uzay Programı”na yönelik çılgın projeler dile getirildi.

TOGG adını verdikleri otomobil üretilecek olsa, bütün temel parçaları yabancı kuruluşlardan ithal edileceği halde “yerli ve milli” olacakmış. Ha keza uçak da yapılacak olsa, onun da temel parçaları ithal edilecek. Tam bunlar konuşulurken, “Altay” tankımızı üretecek Arifiye Tank ve Palet Fabrikası Katarlılara devredildi. Altay tanklarının motorlarının Almanya veya ABD'den ithal edilecek olmasının da hiçbir önemi yokmuş.

Gizlenmeye çalışılan acı gerçekler ortaya çıkarılırken, uzay çalışmalarına yönelik iddiaları niçin ortaya attılar?

Bu konuyu değişik yönleriyle ele almalıyız. Bilindiği gibi, ABD ile SSCB'nin başlattığı uzay çalışmaları, dev bütçeler gerektirmektedir. Bugünlere gelinceye kadar Türkiye bu projelerin içinde miydi? Çevresinde bile değildi. Türkiye'de uzay çalışmalarının geçmişinin ve altyapısının olmadığı biliniyor. Gerici çevrelerin uzayla bağlantısı “öteki dünya” demagojilerinden ibaret.

İktidarın açıkladığı “Milli Uzay Programı” fikri vahiyle mi geldi? Şaka yapmak niyetinde değilim. Fakat “Milli Uzay Programı” iddiaları adeta şaka gibi.

Birilerinin gerçek niyetlerinin ne olduğuna değişik pencerelerden bakmalıyız.

Tesla ve SpaceX'in kurucusu Elon Musk 2017 yılı Kasım ayında Türkiye'yi ziyaret edip RTE ile görüşmüştü. RTE, 28 Ocak 2021'de Elon Musk ile telefon görüşmesi yaptı. "Görüşmede, Türkiye'deki kamu ve özel sektör kurumları ile şirket arasında uzay teknolojileri başta olmak üzere farklı alanlarda iş birliğine ilişkin hususları ele aldık,” açıklaması yapıldı.

Açıklanan uzay programı, “Tesla” marka otomobil ile Türkiye pazarına girecek Elon Musk'ın şirketi SpaceX'e onmilyonlarca dolar aktarılarak yapılacağa benziyor.

Türkiye Uzay Ajansı(TUA) Başkanı Serdar Hüseyin Yıldırım, “Astronot nasıl olacak derseniz. Onda biz zaten Uluslararası Uzay İstasyonu'nda gidip geliniyor. O programa dahil olarak bir Türk insanını, Uluslararası Uzay İstasyonu'na göndermeyi planlıyoruz. Yani biz götürmeyeceğiz. Öyle bir kabiliyetimiz yok, (b.n.- Cümleler alıntıdaki gibidir)” açıklamasını yaptı.

TUA Başkanı, “Öyle bir kabiliyetimiz yok,” diyerek aslında işin içyüzünü açıklamak zorunda kalmış. “Çılgın projelerin” açıklanması her seçim öncesi gündeme getirilirdi. Bugünkü iddialar da, “parayı veren düdüğü çalar” misali, parayı bastırarak gerçekleştirilebilir. Eğer iktidarlarını sürdürmeyi başarırlarsa 2028 yılında Ay yüzeyine bir araç da göndertebilirler. Bunları niçin yapacakları sorusunu sormak zorundayız. Bunların yapılması hangi amaca hizmet edecek? Bu projeleri açıklayanların ileriye dönük, uzun erimli projeleri var mı? Kesinlikle, yok. Bilimsel gelişme yerine, “dindarlığı” geliştirmeyi hedefleyenlerin, uzay çalışmalarına yönelik hedef belirlemeleri düşünülemez. Çünkü uzay çalışmalarında altyapısı olmayan bir ülkeyiz. Bütçeden Ar-Ge’ye ayrılan pay 2017’de 5,8 milyar lira iken; 2020'de ise 5.5 milyar TL. Kısacası, Ar-Ge'ye ayrılan bütçenin milli gelirdeki payı yüzde 1 civarında.

Ar-Ge çalışmalarına ciddiye alınabilecek bütçe ayırmaktansa, Diyanet İşleri Başkanlığı'na dev bütçeler ayıran iktidarın gündemdeki iddiaları ortaya atmasının sebepleri nedir?

Aslında şova dönük gösteriler, seçim zamanlarının oy kapma yarışlarıdır. Var olan ortamda seçim riskini göze almaları çok zor olsa da, uzaya yönelik şovlar oy tabanlarını ikna etmeye yöneliktir. 18 yıllık iktidarları döneminde istihdam yaratıcı tek bir fabrika bile kurmayanların mantıksızlığından öte bir şey değildir.

Bakanlıktan istifası sonrası kayıplara karışan Berat Albayrak, "Cumhurbaşkanımız çıksa, şuradan Ay'a kadar 4 şeritli yol yapacağım dese,” seçmenlerinin buna inanacağını açıklamıştı. “Milli Uzay Programı” doğrultusunda, Ay'a “geçiş garantili” dört şeritli yol yapma veya köprü kurma iddiasında bulunmaları bile şaşırtıcı olmaz. Çünkü bu iktidar olmazları oldurulabiliyor.

Pandemi döneminde yurttaşlarına onar tane maskeyi bile dağıtamayan iktidar, IBAN numarası göndererek herkesten 10 TL yardım talep etmişti. Sağlık çalışanları başta olmak üzere hiç bir kesime destek sunmadılar. Destek sundukları tek kesim sermayedarlar. Şu anda köylüler icra ile karşı karşıya bırakılırken, esnaf kepenk kapatma noktasına getirildi. Enflasyon, işsizlik, yoksulluk ise halkın belini büküyor. Salgının yayılmasını durdurmak üzere, ülke nüfusunun yüzde altmışına yetebilecek kadar aşı alabilecek bütçeye de sahip değiller.

AKP-MHP ittifakı, faşist saldırganlığını zirveye çıkararak ayakta kalma çabasında. Muhalefet partilerini milliyetçilik konusunda kuyruğuna takmayı hedeflemektedir. Boğaziçi Direnişi özelinde tüm muhalefete yönelik saldırganlık ile HDP ve Gare'ye yönelik saldırılar bu politikaların ürünüdür.

Gerçekler ortaya serildikçe, kendilerine bir süre nefes aldırabilecek atraksiyon peşindeler. Uzaya yönelik iddialarla iç ve dış politika tartışmalarını engellemeyi hedefliyorlar. “Yeniden kuruluş anayasası” tartışması da bunun bir parçasıdır. Ayasofya Baş İmamı Prof. Dr. Mehmet Boynukalın'a, yeni anayasada laiklik ilkesinin çıkarılması gerektiği çağrısını yaptırdılar.

Görüldüğü gibi, 2023'te “ılımlı islam” adı altında ilan edecekleri “şeriatçı” sistemin (mevcut faşist sistemden farklı bir şey değil) hazırlıklarını yapan iktidar, geleceğe yönelik hazırlıklarını birer birer tamamlıyor. Fakat her şey rayında gitmeyebiliyor. Dış politika arenası bunlardan biri. Çünkü, yeni gelişmelere gebe. Dışarıya yönelik tüm maceralarından eli boş dönenler, yaşadıkları ve yaşayacakları olumsuzlukların etkilerini nasıl gidereceklerinin hesaplarını yapıyorlar. Irak, Suriye, Libya, Azerbaycan üzerinden Osmanlıcılık oyunu oynayanlar çıkmaza düştükçe, tartışmaların önüne geçebilecek gündemler belirleyerek muhalefeti meşgul etmektedir.

Biden döneminde S-400, Halkbank ve Doğu Akdeniz yaptırımları her an gündeme getirilebilir. Kapıda bekleyen yaptırımlar sadece ABD'den değil, AB'den de gelebilir. Çünkü AB de Doğu Akdeniz konusunda yaptırım yapabileceğini açıkladı. S-400 krizi sonrası, Suriye, Ermenistan-Azerbaycan ile Libya konularında Türkiye-Rusya ilişkilerinin nereye taşınacağı da bilinmiyor.

Emperyalist güçler uzayı da yönetmek istediklerinden, uzay çalışmalarına dev bütçeler ayırıyorlar. Osmanlıcılık oynayan Türkiye devletinin uzaydaki emperyalist yer kapma yarışına katılabilecek gücü yoktur. Emperyalist odaklar Türkiye'yi uzay yarışında rakip olarak görmek istemezler. Yabancı şirketlere para aktararak uzay çalışmalarında yol alınamaz.

Euroconsult'e göre Uzay Ekonomisi için 2020'de dünya genelinde 385 milyar dolar harcanmış. Bu harcamaların büyük bölümünü (306 milyar dolar) ticari işletmeler ödemiş. Uzay için ABD 41 milyar dolar harcarken, diğer ülkelerle birlikte toplamda 70 milyar dolar harcanmış. Türkiye'nin Uzay Ajansı’na ayırdığı bütçe ise 5 milyon dolar. Bir astronotun Uluslararası Uzay İstasyonu'na gönderilmesinin maliyetinin 80 milyon dolar olduğunu söylemek bile, iktidarın içine düştüğü içler acısı durumu açıklamak için yeterli.

Vergi ağacı olarak gördüğü halktan aldığı paraları “geçiş garantili” köprülere, otobanlara ve “müşteri garantili” şehir hastanelerine yatıran gerici/faşist iktidar, birkaç yüz milyon dolarını da uzay şovuna ayırmak zorunda kalacak.

Bu noktada aklımıza şu söz geliyor; “Ayranı yok içmeye, tahtıravanla gider s.çmaya.”