Ulaş Bardakçı’yla 1970 Aralık ve 1971 Şubat ayı sonlarına kadar süren tam üç ay yoğun bir birlikteliğimiz oldu. Kendisini daha önceden tanımıyordum ve hiçbir yerde de görmemiştim. Bu gece-gündüz birlikte olduğumuz süre aslında THKP-C Hareketinin askeri örgütlenme sürecinin başlangıç aşamasını oluşturur. 1970 yılı sonunda Basın Yayın Yüksek Okulunda DEV-GENÇ’in ileri gelenleriyle yapılan toplantıda yeni bir örgütlenmeye, partiye ihtiyaç olduğunu söyleyen Y. Küpeli ve M. Çayan bu çerçeve de yeni planlarını açıklamışlar ve yeni tipte bir örgütlenme için harekete geçilmişti. Bu toplantıda üç kişilik Merkez Komite (M. Çayan-Y. Küpeli-M. Ramazan Aktolga), İşçi sınıfı, köylülük, DEV-GENÇ vb. kesimler arasında çalışmayı yönetecek arkadaşlar seçildiği gibi biz üç kişiye de(U. Bardakçı-H. Cevahir-S. Ş. Polat) askeri işlerden sorumlu olduğumuz gizlice bildirilmişti. İşte bu toplantı sonrası tam üç ay boyunca üç arkadaş hep birlikte olduk. Ayrıntılarını MAHŞERİN BEYAZ ATLISI adlı kitabımda bahsettiğim bu üç aylık süre içerisinde Ulaş’ın öncülüğünde şehir gerilla taktiklerini öğrenme sürecine girmiş olduk.

Daha önce bomba yapma, silahlı çatışma ve bombalama vb. eylemler içerisinden gelen biri olarak bu görevin bana da verilmiş olması beni pek şaşırtmadı. Fakat güzel olan, Ulaş’tan Ankara’nın o soğuk kış akşamlarında araba kaçırma, plaka değiştirme, şoförlük ve de evde telsiz yapıp polisi dinleme ve kimlik yapma vb. gizlilik için gerekli teknikleri öğrenmeye başlamış olmamdı. Cevahir’de bu çalışmalarımıza katılıyor fakat bir piyanistin uzun ve narin parmaklarına sahip olduğu için özellikle araba kaçırma tekniklerini Ulaş’la ben yürütüyorduk.

Askeri birim olarak biz Uruguay’daki Tupamaros tipi örgütlenecektik. Bize söylenen buydu. Yani deşifre olmadan bir dizi kaçırma, soygun, bombalama, cezalandırma, hapse atma, her kesime hitap eden yayın çıkarma vb. eylemler için uzun vadeli bir hazırlığın içine girecektik. Hatta Tupamarolar gibi yer altı cezaevleri bile kurmayı planlıyorduk. Bu ilişkilerde yakaladığım tadı daha sonraki yıllarda çok nadir bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim. İşte böyle bir hazırlık içinde çalışmalarımıza devam ederken 11 Ocak 1971 tarihinde Denizlerin(THKO’nun) İş Bankası soygunu sonrası siyasi yapımızda çok ciddi bir değişim olacaktı. Denizlerin bu eylemi DEV-GENÇ kadroları üzerinde olağanüstü bir etki yaratmış ve çoğu arkadaşımız THKO saflarına geçmeyi dillendirir olmuştu. Ulaş, Merkez Komitesi’nin(Yusuf- Mahir ve Münir’in) düzenlediği bir toplantıya gideceğimizi bildirdiğinde tarih sanırım Ocak sonlarıydı. Bu toplantıda bizlerin de harekete geçmemiz gerektiği düşüncesi yönetici arkadaşlardan dile getirildi ve sonuçta bizim de bir soygun yapmamız gerektiği kararı alındı.

Soygun öncesi 3–4 gün ekiple birlikte kalmaya başladık. Hatta kaldığımız eve hafızam yanıltmıyorsa Orhan Savaşçı, M. Alkaya ve bazı arkadaşlar gelmiş mavra üzerine mavra yapıyorduk. Herkesin neler yapacağı ise, bankanın(Ziraat) belli olması üzerine netleşti. Her şeyden önce bankanın olduğu Küçükesat bölgesine gidip keşif yaptık. Ulaş zaten tüm yolları beynine kazımıştı. Nereden gelip nerede duracağımız ve nereden kaçacağımızın planı onda hazırdı. Bizler de gidip provamızı yaptık. Hüdai ile ben bankanın içine girmedik ama Hüseyin veya Mahir sanıyorum bankaya girip oranın krokisini çıkardılar. Akşam son hazırlıklarımız için bir araya geldik. Herkesin görevi belirlendi ve 5 kişi olarak soygunu gerçekleştirecektik. Soygunda önceleri Yusuf’un olacağı söylenmişti. Daha sonra Mahir’in katılacağı kararı bize bildirildi. Böylece dört kişi hazırdı: Mahir, Cevahir, Ulaş ve ben. Beşinci kişi için tartışma yapılıyordu. Anlayışımıza uygun olarak deşifre olmadan bu soygunu yapma kararındaydık. Bu açıdan arkadaşlar deşifre olmamış birilerini öneriyordu. Ben de bir öneri yaptım: Hüdai Arıkan. Sonuçta benim önerim kabul edilince bunu Hüdai’ye ben ilettim ve aramıza gelmesini sağladım.

Deşifre olmamak için özellikle karakaşlarım ve kıvırcık saçlarım için bana makyaj yapıldı. Hüdai’ye de Deniz'in boyunda olduğu için makyaj yapılmıştı. Ayrıca ikimiz de sarı birer peruk takmıştık. Herkesin kolunda saat olacak ve sabah soygun öncesi senkronize edilecekti. Bütün bu hazırlıklardan sonra görevlerimiz belirlendi: Bu konuda ayrıntılar kitabımda anlatılmıştır. Fakat Ulaş ile soyguna gitme aşamasında yaşadığımız bir ilginçliği buraya aktarmak isterim. Biz Hüdai ile birlikte belimizde ondörtlü’lerle bankaya doğru yol alırken tipimize bakıp(sarı saçlı ve makyajlı iki tip) bize laf atan veya bıyık buran birçok bıçkın serseriyle karşılaşıyorduk. Tam bu sırada yanımızda ki cadde de Ulaş arabayla belirmişti. Umutla ona baktığımı hatırlıyorum. Ulaş’ın ise bizim bu halimizi görünce kahkaha atmamak için kendini zor tuttuğunu fark etmiştim. Ayrıca soygun için nöbetçi olarak bulunan Ziya Yılmaz da uzaktan yaşadıklarımızı görüp kıs kıs gülüyordu.

12 Şubat’ da ki soygun küçük bazı aksilikler dışında başarıyla sonuçlanmıştı. Sonrası hepimiz bir eve geldik. Daha sonra dağıldık ve eski çalışmalarımıza devam ettik. Fakat soygunda paranın az çıkması üzerine yeni bir soygun yapılması gerektiği söylendi. Bunun üzerine yeni soygun için hazırlıklara başlandı. Ulaş’ın bu hazırlıklar sırasındaki olağanüstü soğukkanlı, mütevazı davranışları hepimizi etkiliyordu. İkinci soygun sırasında da Ulaş çok kolay araba (taxi) bulmuş ve Bahçelievler Ziraat Bankası soygunu için yola koyulmuştuk. Soygun ekibinde bu defa Hüdai değil Z. Yılmaz vardı. 5 kişi Taxi’yle Meclisin önündeki caddeden Bahçeli’ye doğru yol alırken karşı yoldan bir taksicinin bize dikkatlice baktığını görmüş ve arkadaşları uyarmıştım. Mahir’in özellikle de Ulaş’ın büyük bir soğukkanlılıkla konuya yaklaşmaları gereksiz bir uyarı yaptığımı duyumsatmıştı. Soygun düzenimize göre önde Ziya, onun arkasında Mahir ile ben, arkamızda da Cevahir geliyordu. Ayrıca Mahir ve ben de kısa boylu Stern denilen makineliler vardı. Ziya’nın yerinde uyarısı sonucunda(Çünkü bankanın hemen yanında bir cemse dolu silahlı asker bulunuyordu) teşebbüs aşamasında kalan bu eylem sonrası çalışmalarımızın İstanbul’da devam edileceği kararına varılmıştı.

Ulaş, Mahir ve Hüseyin’le ayrılık günümüzü hatırlıyorum. Benim de İstanbul’a gelmemi isteyen Mahir, uzun bir değerlendirmenin sonucunda Ankara’daki işler için burada kalmama karar vermişti. O günden sonra onları hiç görmedim. Fakat ayrılırken üçünün de tokalaştıkları ellerini, özellikle bakışlarındaki içten gülümseme ve dostça bakılarını hala hatırlıyorum.

12. Şubat 2019.