Suudi Arabistan’ın Körfez İşbirliği Konseyi ve bir dizi İslam ülkesiyle birlikte başlattığı ve Enserullah milislerine yönelik saldırılar, fokur fokur kaynayan Ortadoğu kazanında başlayan üçüncü bölgesel savaşın derinleşeceğini ve dolayısıyla tüm Ortadoğu’yu etkileyeceğini gösteriyor. Aynı zamanda kimi iç savaşın ve bölgesel ihtilafın, »münferit« meseleler olmadığını, aksine küresel stratejilerle doğrudan bağlantılı olduğunu da...

Yemen, Suriye ve Irak’tan sonra Sünni Arap egemenlerinin İran tarafından desteklenen silahlı yerel Şii gruplarla karşı karşıya geldikleri üçüncü ülke. Gerçi İran’ın silahlı Husi grupları üzerindeki etkisi Lübnan Hizbullah’ı veya Irak’taki Şii gruplar kadar değil, ancak Arap despotlarının gözünde »Pers kuşatması genişliyor« resminin görülmesine yetiyor. Dahası, Bağdat, Beyrut ve Şam’dan sonra dördüncü Arap başkentinin İran kontrolü altına girmesinden korkuluyor.

Suudi despotlar 33 yıl iktidarda kalan eski devlet başkanı Salih’in dört yıl önce alaşağı edilmesinden bu yana Yemen’de etkinliklerinin önemli bir bölümünü kaybettiler. Daha önce başarıyla uyguladıkları aşiretleri ve mezhep gruplarını birbirlerine düşürme stratejisini, 2011’de Arap dünyasında başlayan devinimler nedeniyle sürdüremediler. Aynı zamanda Husi gruplarının müttefiki olan Salih’in ülkeye geri dönmesini ve güvenlik güçleri içerisindeki networkünü kullanmasını engelleyemediler.

İran’ın desteğini alan Husi güçleri ise, körüklenen mezhep çatışmasını derinleştirmek yerine, sadece Yemen El-Kaidesi’ne ve benzeri islamist gruplara karşı savaşarak, kimi Sünni aşiretine güvence vermeyi başardılar. 2014 Eylül’ünden bu yana ataklarını sürdüren Husi güçleri, Yemen’deki 21 vilayetin neredeyse yarısını kontrolleri altına aldılar ve ilerlemeye devam ediyorlar.

Görüldüğü kadarıyla Suudiler saldırılarını daha da genişletecekler, ancak şimdiden siyaseten kaybettiler. Çünkü müttefikleri olan kaçak devlet başkanı Hadi’nin eski konumuna dönmesi olanaksız görünüyor. İran ise kazandığı yeni mevziide, uluslararası deniz nakliyatının stratejik noktası olan Hürmüz Boğazı’nda etkinliğini artırarak, Haziran ayında sonuçlanması beklenen nükleer program müzakerelerinde elini güçlendirecek. ABD, Suudi saldırısına siyasi destek vererek İran’ı engellemeye çalışsa da, uzun vadede İran ile yakınlaşma politikasına devam etmek zorunda. İsrail ve Suudi Arabistan’ın kaygıları, şu an için ABD’nin stratejik ajandasını etkilemiyor.

Bölge üzerindeki hakimiyet çatışmasının üçüncü etabında İran’ın »kazançlı« çıkması, AB emperyalizminin de işine geliyor. Nükleer program sorununun olası çözümü, İran ile ticaret olanaklarını artıracak. Ama aynı zamanda kendilerini »Pers kuşatması« altında gören Arap egemenlerinin silahlanmaya ve muhtemelen nükleer cephaneye ağırlık verecek olmaları, ABD’li ve Avrupalı tekellere yeni kâr olanakları yaratacak.

Öyle ya da böyle, Ortadoğu kaynamaya devam edecek, olan yoksul ve emekçi halk kitlelerine olacak. Bölge güçlerinin Ortadoğu’ya hakim olma savaşları ile emperyalizmin hegemonyasını devam ettirme çabaları arasına sıkışan bölge halkları kan gölünde boğulmaya devam edecekler. İşin kötüsü, karabasan devam ediyor hâlâ...

28 Mart 2015