Akşam - NIHALKEMALOGLU

Tutuk medya ve tutuklanan muhabirler!
27 Aralık 2011 Salı



2011 yılı biterken, 'demokrasi' standartlarımız da iyice derinleşirken dünyanın en fazla gazeteci hapseden ülkesi olarak bir birincilik unvanı daha kaptık.
Geçen haftaki KCK operasyonları kapsamında gözaltına alınan 48 gazeteciden çoğu Kürt ve sosyalist basın kuruluşlarında muhabirlik, editörlük yapan 36 genç gazeteci çeşitli mesleki faaliyetlerini 'teröristikle' temellendiren suçlamalarla cezaevlerine yollanmışlardı.
'KCK'nın basın yapılanmasında' yer aldıkları iddiasıyla 'şüpheli' olarak tutuklanan gazetecilerin yayınlanan haber ve söyleşileri, sordukları sorular, çektikleri fotoğraflar, haber notları ve tel rehberindeki numaraları suç unsuru kabul edilmişti.
Yine gazeteci mesleki etkinlikleri Terörle Mücadele Kanunu'nun müphem ve esnek 'terörist faaliyetinin' içine hapsedilmişti.
Öte yandan 36 gazetecinin toplu tutuklanması, bırakın dünya basın tarihindeki gazeteci 'tevkifatlarını' geride bırakmasını, demokrasinin kurumsallaştığı bütün ülkelerde istisnasız manşet haberdi ve basın organlarının tümü demokratik tepkileriyle ayağa kalkarlardı.
Ama ülkemizin mesleki formasyonuna 'yabancılaşmış' sinik gazeteciliğiyle, haber yapma değil haber gölgeleme telaşındaki ana medya, 48 gazeteciyi dışlayan hayret verici manşetlerle ibretlik bir 'tarih yazdılar'.
Kendi meslektaşlarının tevkifatını görmemek için şaşılaşarak 'Aşk SMS'ine 2.5 ay hapis', 'Terbiyesiz Sarkozy', 'Fiji adalarına HES yapan Türk girişimciliği', 'Viking devine Türk Çengeli' manşetlerine müracaat etmişlerdi.
Medyamızın bu refleksi aynen12 Eylül, 28 Şubat  ya da Hayata Dönüş Operasyonu'nu kurgulayan ideolojik çerçevenin dışına çıkamamıştı...
Bir kez daha haberciliğe arkalarını dönüp hakim siyasi eğilimin bizzat savunucusu olmuşlardı. Oysa haberin kendisi 'gazetecilik'ti.
İşte yollar tam da burada ayrışıyordu. Çünkü tutuklananların çoğu, asgari ücret kadar bile ücret alamayan, sendikasız zor koşullarda, yazılmayan ve söylenmeyen 'haberin' peşinde koşarken, içlerinde 'muhaliflik' ateşi yanan muhabirlerdi.
Ve mesleklerini seçerken gazeteciliğin ahlaki temeli olan 'muhaliflik ve eleştirelliği' kaybedenlerin. gazetecilik değil de 'haberi nasıl tahrif ederiz ya da nasıl gizleriz'e saplanmış medya memurluğu yaptıklarını erken yaşta gözlemişlerdi.
Üstelik son otuz yılda gazeteciliğin tüm iktidar biçimleri, güç ve mülkiyet sahipleriyle 'mesafesini' sıfırlamasıyla hak arayışı, mülksüzlük ve anti demokratik uygulamalar bir avuç muhabirin canını dişine takarak yaptığı 'riskli' habercilikle 'kısmen' belli yayın organlarıyla bize ulaştığını kimse inkar edemezdi.
Yalnız sokağa çıkıp basın açıklamasına katılan değil, HES karşıtı, deresinin başında bekleyen yöre sakinleri, 33 yıl sonra Maraş anmasına katılanlar, çalıştığı işyerinden sendikalı olduğu için yaka paça atılan emekçiler, evleri buldozerlerle başlarına yıkılan kentsel dönüşüm mağdurları, biber gazı bulutları, tazyikli su ve copla kuşatılırken, bu sayılı muhabirin deklanşörleri, kameraları vızır vızır işliyordu.
Konformist ana akım medyanın 'göstermeyip, gizlediklerini' merak etmeyi biz muhalif habercilikten öğrendik. Neyin sorgulanmadığını, eleştirilmediğini ve gazeteciliğin aslında 'show-business' sektörü' olmadığını da...
Ve eğer hak ve özgürlüklerin tutuklanmasında kamusal vicdanımız artık sızlamıyorsa bunda vicdanı tutuklaşmış ama duygu simsarlığıyla iş gören medyanın çok büyük payı vardı...
Ayrıca şimdi dışardakilerin özgürlüğünün cezaevine hapsedilen 96 gazetecinin özgürlüğünden daha fazla olduğunu da söylebilir miydik?