TÜRKİYE ALACAĞI KARARLARLA TERCİHİNİ ORTAYA KOYMUŞ OLACAKTIR


Boyner, küresel krize değinerek, Genel Kurul'a katılan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'a hitaben, "Şu sıralarda ekonomimizde gözlemlediğimiz uyarı sinyallerinin kendilerinin ve ekibinin dikkatinden kaçmadığına eminiz. Bu işaretlerin doğrultusunda risk alma konusunda ve makro politikaların oluşturulmasında her zaman sergilediği gerçekçiliği ve kararlılığıyla yeni bir rota çizeceğine de inanıyoruz. Biliyoruz ki, geçmiş başarılar, krizin yeni bir küresel ekonomi yapılanmasına doğru evrildiği sırada başarının garantisi olamıyor. Önümüzde zorlu, güç kararların verilmesini ve alınan kararların çelik gibi bir iradeyle uygulanmasını gerektiren bir dönem olduğu kanısındayız. Türkiye bugün alacağı kararlarla dünya ekonomisindeki birinci sınıf ekonomilerden birisine sahip olmakla 'orta gelirli ülke' tuzağına düşmek arasında tercihini ortaya koymuş olacaktır. Yıllardan beri hedefimiz Türkiye'nin 'orta halli', 'orta demokrasili' bir ülke konumuna kilitlenmemesini sağlamak oldu. Çalışmalarımızı hep bu hedefi gözeterek tasarladık ve uygulamaya geçirdik" diye konuştu.


TÜSİAD'ın bir kurum olarak hayal etiklerini hayata geçirmenin üç konuya odaklanmaktan geçtiğini söyleyen Boyner, bunlardan birincisinin beşeri sermayenin niteliği, ikincisinin ürün yelpazesini Türkiye'yi farklılaştıracak, sıradanlıktan çıkaracak bir düzeye getirmek, üçüncüsünün ise bölgesel kalkınma olduğunu anlattı.


"DİKKATLİ OL BAŞINI DERDE SOKMA" UYARISI


Boyner, bir vatandaş olarak dördüncü bir maddeden daha bahsetmeden konuşmasını sonlandırmayacağını belirterek, "Bu maddelere girmezsem ülkesini seven bir vatandaş, bir işkadını olarak vicdanen rahat edemeyeceğimi de biliyorum. Üstelik değinmek zorunda kaldığım konuların netameli olması nedeniyle, 'her gördüğün haksızlığı dile getirme', 'her aklına geleni söyleme', 'dikkatli ol başını derde sokma' uyarılarının arttığı bir ortamda bunları söylemenin daha da gerekli olduğuna inanıyorum. Ve doğrusu, başka şekilde davranırsam da kendime olan saygımı kaybetmekten korkuyorum" dedi.


DİNK DAVASI BİR GAZETECİNİN ÖLDÜRÜLMESİNDEN DAHA BÜYÜK ANLAMLAR TAŞIYAN TEMSİLİ BİR OLAY


Hrant Dink davasını hakkında konuşan Boyner, şunları dile getirdi:

"Bu toprakların ve toplumun sevdalısı bir vatansever olan Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, tam beş yıl önce bugün kurucusu olduğu gazetesinin önünde katledildi. Aradan geçen zaman zarfında örtbas etme çabaları ortaya çıkarılmasına, eldeki delillere ve bulunan bağlantılara rağmen bu cinayetin gerisindeki asıl sorumlulara erişmek mümkün olmadı. İki gün önce açıklanan mahkeme kararları ise duyarlı kamuoyunu şoka soktu, vicdanları sızlattı. Bir yandan bu kararlara doğru ilerlenirken, diğer yandan cinayetin arka plan bağlantılarını, bazı görevlilerin cinayetin işlenmesindeki ya da önlenmemesindeki sorumluluklarını ortaya çıkaran bir gazeteci deşifre ettiğini sandığı yasadışı örgütlenmenin parçası olduğu iddiasıyla tutuklandı. Hrant Dink davası bir gazetecinin öldürülmesinden daha büyük anlamlar taşıyan temsili bir olay. Bu davanın seyri, alınan kararlar, Dink'in avukatlarının her aşamada gerçeğe ulaşmak için dişleriyle tırnaklarıyla mücadele etmek zorunda bırakılması, davanın adil bir sonuca ulaşmasını sağlamak için getirdikleri taleplerin geri çevrilmesi neredeyse sistematik diyebileceğimiz özellikler taşıyor. Bu davanın akışında önümüze çıkan şey en somut haliyle Türkiye'de adalete olan inancın sarsılması, hukuk anlayışımızın zaaflarıdır. Dink cinayetine ve onun davasının seyrine dönüp göz ucuyla bakmamış olanlar bile, kamuoyunda dikkat çeken başka birçok davada adalet mekanizmasının işleyişini sorgulamak zorunda kaldılar. Masumiyet karinesi, delillerin sağlam dayanakları bulunması, tutukluluğun istisnai bir hal sayılması konularında şikayetler çığ gibi büyüdü. Bir zamanlar 'olur böyle şeyler, kurunun yanında yaş da yanabilir' diye düşünenler ateş ocağa düştüğünde yargıda usulün önemini daha iyi kavramak zorunda kaldılar. Bu olgular ışığında hukukun üstünlüğü, yargının işleyişi ve adalet duygusunun zedelenmemesi konularında ciddi adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum. Kıssadan hisse, çok sıradan da gelse, hukukun hepimize gerekli olduğudur. Eğer Türkiye kendi büyük iddialarının altında ezilmeyecekse o zaman önündeki belki de en önemli hedef gerçek anlamıyla bir hukuk devleti olmayı başarmaktır."


TÜRKİYE'NİN ACİLEN VE MUTLAKA YENİ BİR REFORM ATEŞİNE KAPILMASI GEREKİYOR


Boyner, önümüzdeki dönemin Türkiye açısından referanslarını ve hedeflerini yeniden tanımlaması gereken bir ince ayar dönemi olduğuna işaret ederek, "Demokrasimizi derinleştirme, hukuk ve adalet sistemlerimizi en üst standartlara getirme çabalarını bu nedenle AB hedefi canlıymışçasına sürdürmek zorundayız. Yapacağımız her şeyi de daha çok kendi iç dinamiklerimize yaslanarak gerçekleştireceğiz. Türkiye'nin acilen ve mutlaka yeni bir reform ateşine kapılması gerekiyor. Bunu yapmamanın bedelinin kendimizi tahammülü zor bir vasatlığa mahkum etmek olacağı inancındayız. Unutmayalım ki, geçen yıla damgasını vuran Arap isyanlarının ardından Türkiye'nin bir model veya ilham kaynağı olarak zikredilmesinin yegane sebebi demokratik rejim içinde başarılı bir ekonomik performans yakalamasının dünyaya saçtığı parıltıdır" diye konuştu.


YENİ ANAYASA BU YIL SONUNA KADAR HAZIRLANMALI


Siyasi açıdan Türkiye'nin önündeki en önemli hedefin yeni Anayasa'nın bu yıl sonuna kadar hazırlanması olduğunu vurgulayan Boyner, "Yeni anayasanın temel ilkelerinin ne olması gerektiği hakkında toplumda ve bu konuda yıllardır taslaklar hazırlamış saygın sivil toplum örgütlerinde zaten bir mutabakat var. Meclis bünyesinde dört siyasi partinin temsilcilerinden oluşan bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu ve bunun alt komisyonları kuruldu. Siyaset kurumu, böyle bir ortamda, kamuoyunda Anayasa'nın geniş bir toplumsal mutabakat sonucu şekilleneceği ve 12 Eylül Anayasası'nın tarihin çöplüğüne atılacağı yönündeki beklentinin zayıflamasına izin vermemelidir" dedi.


ORTADOĞU'DA TÜRKİYE'NİN ÖZENİLEN BİR ÜLKE OLMASININ ANAHTARI


Boyner, yeni Anayasa'nın temel meselesinin vatandaşlık tanımının yapılması, vatandaş-devlet ilişkilerinin vatandaşın hak ve özgürlük alanları, hukuki güvenceleri genişleyerek tanımlanması olduğunu kaydederek, "Kürt meselesinin çözümü, canımızı çok yakan terörün bitmesi ve Türkiye'nin yeni ve özgürlükçü bir anayasaya kavuşması yalnızca iç düzenimizin bir meselesi de değildir. Giderek daha da karışacak Ortadoğu'da Türkiye'nin özenilen bir ülke olmayı sürdürmesinin de anahtarı budur. Ortadoğu'yu, özellikle de güney komşularımızı kasıp kavurması ihtimali giderek güçlenen bir mezhepler savaşının Türkiye'yi etkilememesini sağlamanın yolu demokrasimizi derinleştirmekten, ülkenin her köşesindeki bireyleri kökenleri ne olursa olsun vatandaşlık ortak paydasında buluşturmaktan geçer. Yani güney komşularımızda olmayan bir değeri yaratmaktan. Bunu başarabileceğimize inanıyorum" diye konuştu.