Serkan Demirtaş

Ankara




Peki, Ocak ayında başlayan sürecin başlarında daha çekingen bir tavır izleyen AB, neden şimdi daha kuvvetli mesaj verme gereksinimi duydu?

Bu sorunun yanıtı 'sürecin somutlaşmasıyla' açıklanabilir aslında.

Barış ve Demokrasi Partisi'nden üç milletvekilin 3 Ocak'ta İmralı'da Abdullah Öcalan ile gerçekleştirdikleri görüşmeyle daha göz önünde bir seyir izleyen çözüm sürecinin ilk günlerinde AB ülkeleri, diyaloğun başlatılmasını olumlu bulduklarını ancak açık bir destek mesajı verebilmeleri için somut gelişmeleri görmeyi bekleyecekleri mesajını veriyorlardı.

Arka arkaya gelen somut gelişmeler, Avrupa Birliği'ndeki temkinli havayı değiştirmiş görünüyor.

İngiltere'den K.İrlanda örneği

Önce İngiltere Başbakanı David Cameron, telefonla görüştüğü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı çözüm sürecinden dolayı kutlarken, İngiltere'nin Kuzey İrlanda deneyimini anımsatarak Türk hükümetinin istemesi durumunda "çatışmaların çözümlenmesi" (conflict resolution) konusunda daha kapsamlı bir işbirliği yapabileceklerini kaydetti.

Daha somut bir öneri ise Avrupa Birliği'nin Ankara'da Büyükelçisi Jean-Maurice Ripert'den geldi.

Erdoğan'ın Öcalan ile başlattığı süreci "çok cesur" bulduklarını ve desteklediklerini belirten Ripert, AB'nin katılım öncesi mali yardımlarının (IPA) Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasını amaçlayan projelerde kullanılabileceğini kaydetti.

AB Başkanı Herman von Rompuy'un 23 Mayıs'ta yapacağı Türkiye ziyareti sırasında da benzer destek açıklamalarında bulunması bekleniyor.

Ankara'da yapılan değerlendirmelerde; AB'den gelen güçlü destek mesajların arkasında birden fazla neden olduğu kaydediliyor.

Bunlardan en önemlisi, Öcalan'ın Nevruz bayramı sırasında okunan mektubunda dile getirdiği "Artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir" çağrısının PKK tarafından kabullenilmesi ve 8 Mayıs'tan itibaren bu sürecin başlaması oldu.

Üç aşamalı yol haritasının ilk somut adımların atılması ve buna paralel olarak hükümetin de üzerine düşen sorumluluğu yerine getiriyor olması AB tarafından da "geri dönülmez bir nokta olarak algılanmaya" başlandı.

Çözüm süreci-yeni anayasa bağlantısı

AB açısından önemli bir başka unsur ise çözüm sürecine Türk toplumunun çoğunluğunun destek veriyor görülmesi.

Büyükelçi Ripert de "sürecin toplum tarafından sahiplenildiği" vurgusunu bu nedenle yaparken, başlatılan bu sürecin yazılmakta olan yeni anayasaya da olumlu etki yapacağı umudunu dile getirdi.

AB temsilcisi, böylece "çözüm süreci-yeni anayasa" bağı kurarken, bu süreç sonunda Türkiye'nin demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi temel alanlardaki çıtasını yükseltmesini beklediklerini kaydetti. Bu da nihai açıdan bakıldığında Ankara'nın tam üyelik açısından şart olan Kopenhag siyasi kriterlerini karşılama yolunda önemli bir ilerleme olarak görülüyor.

AB yetkilileri, çözüm süreci ve yeni anayasa çalışmalarıyla, hükümetin 3. ve 4. Yargı paketleri ve bir dizi yasal düzenleme aracılığıyla siyasi reformları devam ettirme kararlılığını aynı çerçevede ele aldıklarını söylüyor ve bunun da bir süredir dondurulan Ankara-Brüksel ilişkilerine yeni bir ivme katacağını öngörüyor.

AB'nin bu sürece ilişkin bir başka dikkat çektiği nokta, çözüm sürecinin başarıya ulaşması durumunda PKK'nin Avrupa ülkelerindeki faaliyetlerini de sona erdirebileceği ve Türkiye ile AB arasında sık sık yaşanan siyasi bunalımların ortadan kalkacağı beklentisi.

PKK'nin hemen tüm önemli Avrupa ülkesinde bir yapılanması bulunuyor. Türk hükümeti, Avrupa faaliyetlerininin örgütün önemli kaynakları olduğunu söylüyor.

Ripert, PKK'nin halen AB terör listesinde yer aldığını anımsatırken, listeden çıkarılması konusunda henüz hiçbir üye ülkeden bir talep gelmediğini kaydetti.